İnsan psikolojisi, sosyal ortam içerisinde çıkarımlar yapma, kendini konumlandırma, ortamı yönetme konularında son derece karmaşık bir gelişmişliğe sahiptir. Çevresindeki tüm fiziksel uyarıları bilinçli veya bilinç dışı olmak üzere kaydeden, her veriyi içinde bulunduğu duruma göre kullanmak üzere değerlendiren algı sistemi, sosyal boyutta büyük kitleleri etkileyebilecek güçlü bir silahtır aynı zamanda. Yönetmen koltuğunda Robert Schwenkte’nin yer aldığı Der Hauptmann (2017), bunun en çarpıcı örneklerinden birini sunar. II. Dünya Savaşı sırasında hırsızlık ve kaçakçılık yaparak hayatta kalmaya çalışan genç Alman askeri Willi Herold (Max Hubacher), orduya ait terk edilmiş bir arabada bulduğu yüzbaşı üniformasını giydiği an, tüm hayatı değişecektir. Zira üzerine geçirdiği yalnızca bir kıyafet değil, aynı zamanda başlı başına bir kimliktir. Üniformayı üzerine geçirdiği anda, onu gerçek bir yüzbaşı sanan bir erle karşılaşır ve gördüğü muamele, Willi’ye eski kimliğini unutturur. Durumun farkına varınca kıvrak zekâsını kullanarak etrafındakileri, yeni kimliğine göre yönetmeye başlayan Willi, cephenin arkasındaki durumu öğrenip Führer’e doğrudan iletmekle görevli olduğunu söyler. Böylelikle kendine daha saygın ve önemli bir yer edinir. Bir zamanlar bulunduğu yerde infaz edilecek bir kaçakçı iken kısa sürede ordunun kodamanlarıyla aynı masada yiyip içen, meşhur bir yüzbaşı olarak nâmını duyurur. Bu süreçte pek çok katliama neden olan, masum insanların öldürülmesine göz yuman, hatta kimi zaman önayak olan Willi için yaşadığı her gün, bir kârdır aslında. Ne var ki bir üniforma kılığındaki kumaş parçasının ardında saklanan kimlik, eninde sonunda kendini ele verecektir.
Ustalıkla kurgulanmış olay örgüsünün yanında Nazi Almanya’sının korkunç gerçeklerine yer veren film, insan psikolojisi üzerine bir deney örneği sunarken aynı zamanda tarihi bir belgesel niteliği taşır. Bu özellikleriyle Der Hauptmann, faşizm üzerine sıkı bir eleştiri ve sosyolojik bir incelemedir.