Nedendir bilinmez, İskandinav sineması Avrupa’daki diğer ülkelerin sinemalarına göre hep daha az popüler olmuş, hakkında daha az konuşulmuş ve daha az izlenmiştir. Diğer kültürlerin arasında sürekli bir hareket ve devinim halinde olan sinema-kültür etkileşiminden de İskandinav sineması nispeten uzak kalmıştır. Ancak tabii ki bu günümüz için geçerli bir durum değildir. Günümüzde İskandinav sineması hedeflediğinin çok ama çok üstünde bir bilinirliğe ulaşmış ve hala da yükselişine devam etmektedir. Peki bu coğrafyanın nasıl bir sinematik ecdadı vardır ki, bu yükselişi inşa etmişlerdir?
Dogma 95’i 1995 yılında yürürlüğe sokan iki önder, bugün çok yakinen tanıdığımız Danimarkalı yönetmenler Lars von Trier ve Thomas Vinterberg’dir. Dogma 95, adı üstünde, bir “dogmalar, değişmez kaideler” bütünüdür. Karşısına aldığı şey ise kendisinden farksız, yine değişmez kaidelerdir. Henüz isimde kendini gösteren ironik yaklaşım, akımın da genel tarzını özetler niteliktedir. Sinemanın bir sanat olarak geçirdiği ve halen süren değişiminden rahatsız olan Trier ve Vinterberg; kendi deyimleriyle “gücü tekrar bir sanatçı olarak yönetmene geri kazandırmak” amacıyla bir sinema filminin çekimi ile alakalı neredeyse bütün ayrıntılar hakkında adeta dini bir öğüt olan Dogma 95 kurallarını ve bu şekilde film çekmeyi kendine misyon edinip buna ant içecek yönetmenler için de bir “bekaret yemini” yayınlar. Dogma 95 tarzında film çekme kuralları aşağıdaki gibidir [1]:
1. Çekimler stüdyo dışında yapılmalıdır. Sahne donanımı ve setler içeri taşınmamalıdır. (Hikâye özel bir sahne donanımı gerektiriyorsa, stüdyo dışında bu donanıma uygun bir mekân seçilmelidir.)
2. Ses, kesinlikle görüntülerden ayrı olarak üretilmemelidir ya da tersi olmamalıdır. (Sahne içinde üretilmediği sürece müzik kullanılmamalıdır.)
3. Kamera, elde taşınmalıdır. Elde taşınan kamera ile elde edilecek hareketlilik ya da hareketsizlikler serbesttir. (Film, kameranın durduğu yerde çekilmemeli; kamera filmin olduğu yerde olmalıdır.)
4. Film, renkli olmalıdır. Özel ışıklandırma kullanılamaz. (Eğer çekilecek sahnede filmin pozlandırması için çok az bir ışık söz konusuysa, sahne kesilmeli ya da tek bir lamba kameraya iliştirilmelidir.)
5. Optik numaralar ve filtreler kesinlikle yasaktır.
6. Film, gelişigüzel aksiyon içermemelidir. (Öldürme, silahlar, vs. bulunmamalıdır.)
7. Zamansal ve coğrafi yabancılaştırmalar yasaktır. (Kısaca film, şimdi ve burada geçmelidir.)
8. Tür filmleri kabul edilemez.
9. Film formatı 35 mm (akademi standardı) olmalıdır.
10. Yönetmen, jenerikte belirtilmemelidir.
Dogma 95 akımının öncü ekibine, daha sonra diğer Danimarkalı yönetmenler Kristen Levring ve Søren Kragh-Jacobsen da katılmıştır. Resmi olarak Dogma 95 filmi olarak anılan, akımın öncülerince kurallara uyan filmlere verilen Dogma 95 sertifikasına sahip olan, toplamda 35 film vardır. Bu film yığını Danimarka ağırlıklı olsa da, başka ülkelerden de filmlere sahip olan çok geniş bir yelpazeye sahiptir. Ben de sizlere bu filmler içerisinden bu akımı merak edenlerin izlemesini önerdiğim yedi tanesini bir liste ile derledim. Filmleri seçerken Dogma 95’in farklı yönlerini vurgulamalarına ve özellikle farklı ülkelerin sinemasından örnekler ile bu akımı diğer ülkelerden yönetmenlerin nasıl yorumladıklarına dikkat çekmek istedim. Dogma 95 akımı her ne kadar 2005 yılında resmi olarak son bulmuş olsa da yönetmenlerin bir Dogma 95 filmi yapmak için sembolik bir sertifikaya ihtiyacı yoktur. Fark etsek de etmesek de aslında bir sürü Dogma 95 filmini izledik, izliyoruz ve izlemeye devam edeceğiz. Umarım aşağıda önerdiğim filmler bu farkındalığa sizleri ulaştırır. Dilerim ki Dogma 95 maceranız yalnızca bu filmlerle sınırlı kalmaz ve bu tecrübenin sonrasında izlediklerinize de başka gözle bakmaya başlarsınız:
Festen (1998)/Dogme #1
Festen, Dogma 95 akımını resmi olarak başlatan filmdir. Thomas Vinterberg’in de erken dönem filmlerinden biri olan Festen, 1998 Cannes Film Festivali’nde Jüri Özel Ödülü’ne layık görülmüştür. Film, babalarının altmışıncı yaş gününü kutlamak üzere bir kır evinde toplanan bir ailenin nasıl parça parça yıkıldığını ve geçmiş travmalarının ne şekilde gün yüzüne çıktığını sergiler. Vinterberg, kutsal ve parçalanmaz kabul ettiğimiz aile bağlarımızın aslında çıkar ilişkisine dayalı palavralardan da ibaret olabileceğinin dehşetini hissettirir. Fransız yazar André Gide’nin de Kalpazanlar adlı romanında bahsettiği üzere, hiçbir şey bizler için ailemiz, odamız ve geçmişimiz kadar tehlikeli değildir.
Idioterne (1998)/Dogme #2
İkinci Dogma 95 filmi olan Idioterne, Lars von Trier yönetmenliğinde çekilmiştir. Bir Dogma 95 filmi olmanın yanı sıra, Lars von Trier’nin Golden Heart Trilogy olarak adlandırdığı, bu filme ek olarak Breaking the Waves (1996) ve Dancer in the Dark (2000) filmlerinden oluşan üçlemenin de ikinci filmi olma özelliğini taşımaktadır. Idioterne, bir grup gencin komünal bir düzen içerisinde kendi “aptalca” felsefi akımlarını oluşturmalarını konu alır. Bu felsefeye göre, herkes kendi içindeki aptala odaklanacak ve onu bulduğu noktada da gerçek benliğini bir kenara bırakıp toplum içerisinde zihinsel engelli gibi davranacaktır. Anti-burjuva ve anti-kapitalist başkaldırıyı bu tip sembolik bir anlatım ile simgeleştiren film, aynı zamanda modernitenin bizleri delilik ile nasıl ince ve kırılgan bir çizgiyle ayırdığına da dikkat çeker.
Open Hearts (2002)/Dogme #28
Open Hearts, Susanne Brier’nin Dogma 95 külliyatına yaptığı katkısıdır. Başrollerinde Mads Mikkelsen, Nikolaj Lie Kaas ve Sonja Richter gibi sonradan meşhur olup dünyaya açılan birçok Danimarkalı oyuncu isim bulunmaktadır. 2003’te Danimarka’nın En İyi Film Ödülü’nü kazanmanın yanı sıra Toronto Uluslararası Film Festivali’nde de Eleştirmenler Ödülü’nü kazanmıştır. Open Hearts bize mutlu giden bir ilişkinin, partnerlerden birinin beklenmedik bir araba kazası sonucu felç kalmasıyla yıkılışını ve bu yıkımın her ikisi üzerinde yalnızca fiziksel değil, ruhsal boyutlardaki etkisini gösterir. Olgun ve minimalist sinematik dili sayesinde travmanın insan zihninde yıktıkları ile doğurduğu, beslediği ve yönlendirdiği duyguları da tıpkı hand-held kameranın titremesi gibi oradan oraya savrularak izleriz.
Julien Donkey-Boy (1999)/Dogme #6
Öncesinde yalnızca İskandinav filmlerinin parçası olduğu Dogma 95 akımına ilk uluslararası katkı ABD’den gelmiştir. Harmony Korine yönetmenliğindeki Julien Donkey-Boy, şizofren olan ancak şizofren tanısı konmamış genç bir çocuk olan Julien’i ve onun sürekli karşı karşıya gelmek ve mücadele etmek durumunda kaldığı sorunlu ailesini konu alır. Baba rolünde ise bu filmde karşılaşmayı ummadığımız bir isim olan Werner Herzog bulunmaktadır. Toplumun ve ailenin, sanki şizofrenisi yokmuş gibi ya da bu bireyin kendi suçuymuş gibi davranmasına ve ondan yapmasını beklediği ve başarmasını umduğu beklenti ve sorumluluklar yerine getirilmediği zaman cehenneme dönüşen dünya hayatına kesikli montajlar arasından kısık gözlerle bakarız. Bizleri üzen, kendimizi Julien’e yakın hissetmemizdir. Yüksek ihtimalle şizofren olmadığımız halde Julien’in çektiklerini günbegün çekiyor oluşumuz tarifsiz bir hüzne kapı aralayacaktır.
Mifune (1999)/Dogme #3
Mifune, Søren Kragh-Jacobsen’in Dogma 95 kuralları ile çekilmiş filmidir. Uluslararası birçok başarıya imza atan film, 49. Berlin Uluslararası Film Festivali’nde de Gümüş Ayı-Özel Jüri Ödülü’nü kucaklamıştır. Kariyeri için ailesini ve geldiği yeri terk eden Kresten’in, babasının ölüm haberini aldıktan sonra doğup büyüdüğü eve dönüşü ve hiçbir şeyi bıraktığı gibi bulamayışıyla şekillenir. Zihinsel engelli kardeşi ile olan ilişkisini düzeltmeye çalışırken, bir fahişe olan ancak kendini o hayattan kurtarmaya çalışan Liva da hayatlarına dahil olur. Geçmişten kaçmanın hiçbir zaman kolay olmadığını ve bir kuyruk misali sürekli peşimizde olduğunu, özünde birbirine benzeyen ancak bambaşka hayatlar süren insanların hayatlarının kesişmesi ve hepsinin kendi geçmişleriyle hesaplaşmalarını farklı duygular eşliğinde duyumsarız. Sanki bu bir trajedi değilmiş de yaz günü bir ağacın gölgesinde geçirilen neşeli bir öğleden sonrasıymış gibi izleriz. Mifune’de mutluluk aşktan mıdır, yoksa çaresizlikten midir bilinmez.
Così x Caso (2004)/Dogme #35
Resmi olarak son Dogma 95 filmi olan Così x Caso, aynı zamanda İtalya’dan çıkan ikinci Dogma filmidir. Cristiano Ceriello’nun yönettiği film, sanki bütün bir film ekibi hayatları boyunca yalnızca bu film için bir araya gelmiş ve sonrasında bir daha hiç görüşmemiş gibidir. Così x Caso’daki hemen hemen hiçbir oyuncunun bu film haricinde neredeyse herhangi bir tecrübesi bulunmamaktadır. Ancak film, bunu hissettirmemeyi ustalıkla becerir. İşsizlik ile mücadele eden Cristiano, otistik kardeşine yardımcı olabilmek ve sesini duyurabilmek için bir TV programına katılmaya karar verir. Ancak bu esnada, kardeşi Lucio kaçar ve yıkıcı bir ayrılık ile mücadele eden Flaviana ile tanışır. Film, ön planda Lucio’nun saflığını ve zekasını onu acındırmadan betimlese de, 2000’lerin başında İtalya’nın geçirdiği ekonomik kriz ve işsizlik sorununa da büyük oranda odaklanır. Bunu da, alışık olmadığımız bir biçimde, sorunu toplumsal bir acı olmaktan çıkarıp bireysel bir acıya indirgeyerek yapar.
The King is Alive (2000)/Dogme #4
Bir diğer Danimarkalı yönetmen olan Kristian Levring’in Dogma 95 filmi The King is Alive adeta bir prova belgeseli gibidir. Gece çölde seyahat eden bir otobüs sekansı ile açılan film, bir otobüs dolusu yolcunun çölde mahsur kalmaları ve hayatta kalmak için aralarından bir gönüllüyü en yakın kasabaya yollayıp yardım getirmesi için beklemeleriyle devam eder. Bu bekleyiş esnasında da Plato’nun filozof-kral tasvirini andıran ve David Bradley’nin hayat verdiği yazar karakter önderliğinde Shakespeare’ın Kral Lear oyununu canlandırmaya karar verirler. İlk başta bu fikre tereddütle yaklaşan herkes, erzakları azaldıkça ve sağlıkları bozuldukça oyuna daha da fazla bağlanırlar. Fark ederler ki kendi içlerindeki ve aralarındaki çatışmalar ile bozuk ilişkileri aynı birer Shakespeare trajedisidir. Filmde yer yer Macbeth ve Othello gibi başka Shakespeare oyunlarına da göndermeler yakalamak mümkündür.
[1] Albayrak, Haydar Ali (17 Mart 2018). “Dogma 95 Neydi? Ne Değildi?”. ekdergi.com.