On Body and Soul (2016)
Ankara Uluslararası Film Festivali’nin ilk gününde izlenen en çok beğenilen filmlerden biri On Body and Soul oluyor. Macaristan yapımı filmin yönetmen koltuğuna Ildiko Enyedi oturuyor.
Bir mezbahada işe giren Maria, ilk gününden itibaren pek de sevilen bir tip olmaz. Herkes onu yalnızca soğuk zanneder, ama o aslında çok daha farklı ve özel biridir. Maria, mezbahanın finans müdürü Endre’nin ilgisini çeker. Ama ne bu ilgi ne de bu ilişki hiç de sıradan olmayacaktır. Her gece başlarını yastığa koyduklarında kendilerini aynı rüyanın içinde geyik olarak bulurlar ve birbirleriyle sürekli temas hâlindedirler. Aynı rüyayı gördüklerinin farkına varmaları da mezbahada yaşanan bir olay sonucunda, herkesin sorgulanmasıyla olur. Böylece birbirlerini keşfetmeye başlayacaklardır.
Bu aşk hikayesini ilginç kılan en önemli öge Maria’dır. Soyut düşünme yeteneğinden yoksun olması ve bu durumun onun kendi kişiliğini yaratmasında sorunlar çıkarması ilginç bir durumdur. Filmde belirtilmese de Maria’nın tavırlarında, asperger sendromlu bireylerin bazı özelliklerini taşıdığı da görülüyor. Kendini dış dünyaya kapatmasının yanı sıra kendi iç dünyasına da kapatan Maria, kendini tanımıyor ve kendi hakkında ne yapacağını bilmiyor. Hissetmek nedir, hissedince ne yapılır onu bile bilmiyor. Duyu organları ve somut algıları inanılmaz seviyelerde olan Maria’yı çözebilmemizi sağlayan birçok ögeye filmde yer veriliyor. Maria’nın duyu organlarını kullanırken yapılan yakın plan çekimleri, ses artışları gibi yöntemler sadece Maria’nın değil, bizim de filmi hissetmemize neden oluyor.
Sadece Maria’nın bulunduğu sahnelerde değil, hemen hemen her sahnede duyular ve algılar ön plana çıkarılmaya çalışılıyor. Rahatsız edici görüntülerden kaçılmıyor, çünkü zaten film adeta o görüntüleri sahipleniyor. Ne acımasız ne masalsı, sadece gerçekçi bir dünya yaratan On Body and Soul; bu gerçekçiliğin içine gerçek olamayacak kadar farklı bir aşk hikayesi sığdırıyor.
Filmde herkesin dikkatini çeken bir diğer olay; bazılarını sinirlendiren, bazılarının da görselliklerin başarısı nedeniyle ufkunu açan mezhabadaki kesim görüntüleri oluyor. Görüntülerin gerçekliğini bilemiyorum, ama çok cesurca olduğu kesin. Filmin teması olan dokunma, hissetme, anlama konularına bir çeşit keskinlik getiren bu sahneler olmasa da olurdu ama var oldukları için filmi farklı yerlere taşıdıkları inkar edilemez.
Filmin açılışından itibaren her rüyada gördüğümüz geyik sahneleri ise Maria-Endre aşkını bambaşka boyutlara taşıyor. Adeta izleyiciye “Bakın biz de geyiklerden farklı değiliz!” mesajı veren bu sahneler, mezbahadaki kesim sahnesinin ardından doğayı kucaklatıp zihinsel olarak biraz da olsun rahatlamamızı sağlıyor. Maria ve Endre kendilerini ve birbirlerini keşfederken, izleyiciye de kendisini keşfetme imkanı tanıyan On Body and Soul; hem görsel, işitsel açıdan hem de senaryo açısından izleyiciyi fazlasıyla tatmin etmeyi başarıyor.