E.U.: Merhaba, sizinle ilk kez 3-4 yıl önce bana ilk kısa filminizi izlemem için gönderdiğinizde tanışmıştık. Ben filminizi izlemek için açtığımda bu kadar iyi bir şeyle karşılaşacağımı hiç tahmin etmemiştim. O filminizin adı Kemik’ti ve sonradan takip ettiğim kadarıyla pek çok da ödül aldı. Tabii ilk kısa filminizden sonra da durmadınız, her çektiğiniz film etkileyicilikte ve izleyiciyi çarpmada birbiriyle yarışır nitelikte oldu. Sizinle ilgili merak duygusunu yeterince oluşturabildimse bize biraz kendinizden bahseder misiniz? Volkan Güney Eker kimdir ve nasıl filmler çeker?
V.G.E.: 3-4 yılı biraz daha geçmiş olabilir (Gülüyor). Aslında özetle, reklam sektöründe çalışıyorum. Üniversite yıllarından bu yana belgesel ve kısa filmler üretiyorum. Çektiğim filmleri gösterim olanağı sunan her yerde insanlarla buluşturmaya çalışıyorum. Son dönemde özellikle belgesel de olsa kurmaca da olsa içinde deneysel ögeler barındıran projeler çekiyorum.
E.U.: Kemik (2015), Bıraktığın Yerden (2017) ve Larva (2021)… Her üç filminiz de toplumsal sorunlara eğilen türdendi. Sizi bu türe iten dürtü nedir? Filmlerinizin konusunu nasıl belirliyorsunuz?
V.G.E.: Son üç film de esasında uzağımda gerçekleşen, detaylı bilmediğim fakat peşinden gidip öğrenmek istediğim konulara sahip projelerdi. Türkiye’nin gölgede bırakılmaya çalışılan meselelerine yönelik özel bir ilgim var. Otoriteye karşı yılmadan mücadele veren insanlara yönelik de büyük bir hayranlığım var. Benim açımdan son üç projemin toplumsal meseleler olmasından ziyade bence en önemli ortak özelliği otoriteye karşı dik bir tavır içerisinde olması. Son dönemde diğer filmci arkadaşlarda dikkat ettiğim, kendimle de ortak gördüğüm bir şey var: Her sinemacının anlatmaya değer gördüğü meseleleri oluyor ve onun peşine gidip o hikâyeleri çekmeye çalışıyor. Kimisinin meselesi aile içinde yaşadığı olaylar oluyor. Kimisi sürekli çocukluğundan yola çıkıyor, kimisi de coğrafyasındaki ötekileştirmelerin üzerine gidiyor. Benim de temel meselem bu sanırım. Bunun sebebini de çok düşünmemeye çalışıyorum, açıkçası ne hissediyorsam onun peşinden gitmek en doğrusu gibi geliyor.
E.U.: Bu türe devam edecek misiniz?
V.G.E.: Yeni filmim tam anlamıyla toplumsal içerikli sayılmaz. Farklı bir perspektiften yine otorite eleştirisi barındırıyor ama. Yeni film, son üç filmimdeki hem yapım hem de gösterim süreçlerindeki gözlemlerimi yansıtacak. Filmi izlediklerinde toplumsal olarak okuyacak insanlar olabilir fakat önceki projelere göre çok daha kişisel bir noktadan yaklaşıyor. Film içinde kara mizah ögeler de barındırıyor. Fakat üslup olarak da açık ara en sert filmim olacak diyebilirim.
E.U.: Filmlerinizde yönetmenlikten senaryoya, görüntü ve sanat yönetmenliğinden kurguya kadar her şeyle siz ilgileniyorsunuz. Hatta yapımcı da siz oluyorsunuz bildiğim kadarıyla, bir filmin her şeyiyle ilgilenmek zor olmuyor mu?
V.G.E.: Sanırım bu şekilde üretmeyi seviyorum. Zorluktan ziyade keyifli oluyor. İlk zamanlar mecburiyetten bu yolu seçmiştim fakat sonradan kendimi bu şekilde film üretmeye daha da ait hissettim. Dışarıdan bakınca oldukça zor görülebilir fakat tek çalışmak çok büyük avantaj da sağlıyor. Özgürlük alanınız ciddi anlamda genişliyor. Ama tabii her projeyi bu şekilde üretmek mümkün değil. Bir noktada bir yapımcıyla ortaklık kurmanın doğru olacağını düşünüyorum.
E.U. : Bütçe meselesini nasıl aşıyorsunuz?
V.G.E.: Son iki projemi kendi öz kaynağımla çektim. Yeni filmimi de aynı şekilde kendi öz kaynağımla tamamlıyorum. Bazen fon alabilmek için Kültür Bakanlığı’na başvuruyorum ama bu zamana kadar hiçbir projem bakanlıktan destek alamadı. Belki projelerin konularından dolayıdır belki de beğenmiyorlardır bilemiyorum. Artık bunu dert etmiyorum açıkçası. Son dönemde beğendiğim çoğu belgesel ve kısa film de bakanlık destekli değil. Bütçe sorunlarını aşıp film çekmenin fazlaca yolu var. Ben senaryomu çekebileceğim bir formata dönüştürüyorum. Larva projesi için dört sene önce bakanlığa destek başvurusu yaptığımda gönderdiğim senaryo çok daha farklıydı. Film tamamen dış mekânda geçiyordu. İsmi de Larva değildi tabii, sadece konusu ve meselesi aynıydı. Bakanlıktan destek alamayınca projeyi yalnız çekebileceğim bir formata dönüştürdüm. Ben son filmde özellikle bütçesel sorunları bu şekilde aştım. Tek çözüm bu değil tabii. Denenebilecek başka çözümler de var.
E.U.: Sizinle röportaja girmeden önce üç filminizi de tekrar izledim. Ve bir kez daha balyoz çarpmışa döndüm. Son kısa filminiz Larva’yı ilk kez eşimle birlikte izlemiştik ve film bittikten sonra on dakika kadar hiçbir şey konuşmadan kalakalmıştık. Kendimize gelmemizse birkaç gün sürmüştü. Peki siz bu filme nasıl hazırlandınız, çekerken neler hissettiniz? Filmi çekerken tepkisinden çekindiğiniz yerler oldu mu?
V.G.E.: Film 2016’da yaşanmış gerçek bir meseleye dayanıyor. Fakat filme konu olan olayın tanıklarıyla iletişime geçip onlarla konuşmak yerine makaleleri taramaya ve istismar meselesine tanık olan doktor ve akademisyenlere ulaşıp kendilerinden bilgi almaya çalıştım. Bu söyleşiyi okurlar mı bilmiyorum ama kendilerine teşekkür ederim. İçerik konusunda onların yardımları olmasaydı işim çok daha zordu. Filmi oldukça geniş bir zamanda çektim. Özellikle konusundan dolayı ben de projeye zaman zaman ara verdim. Hikâyenin içine girmekle dışarıdan bir haber olarak bakmak arasında çok büyük farklar olduğunu, en yoğun bu projede fark ettim. Benim için de oldukça zordu. Tepkilerden çekinmedim fakat böyle bir ihtimal de olabilir mi diye hep aklımda vardı. Ama herhangi bir gösterimde negatif bir tepkiyle birebir karşılaşmadım.
E.U.: Kadın-erkek eşitliğinden bahseden Kemik (2015); Cumartesi Anneleri’ni anlatan Bıraktığın Yerden (2017) ve çocuk istismarını anlatan Larva (2021)… Filmlerinizin gösterimlerinin ardından izleyiciden nasıl tepkiler alıyorsunuz?
V.G.E.: Bıraktığın Yerden filmini çekerken birçok insan bana Cumartesi Anneleri’ni anlatan bir filmi Türkiye’de hiçbir festival seçkisine almaz dedi. Fakat filmi neredeyse başvurduğum bütün festivaller aldı. Anadolu’da yirmiden fazla şehirde gösterildi ve hiçbirinde ne bana ne de filme yönelik negatif bir yaklaşım oldu, “Bu şekilde olduğunu bilmiyordum”, “Hâlâ eylemlere devam ettiklerini bilmiyordum” diyen tepkiler alıyordum. Larva projesiyle ilgili de filmin konusundan ziyade biçimsel yapısı hakkında insanlardan geri dönüş alıyorum. Larva ile ilgili en beklemediğim kısım bu oldu.
E.U.: Üç kısa filminiz de izleyiciyle dilediğiniz kadar buluşabildi mi?
V.G.E.: Üç filmin de gösterim sürecinden oldukça memnunum. Beklentimin çok daha üzerinde gösterim olanağı buldu üç film de. Özellikle Larva’dan oldukça umutsuzdum. Filmin kurgusunu yaparken acaba filmi iptal mi etsem diye de düşünmüştüm. Fakat o da beklentimin oldukça üzerinde gösterim olanağı buldu.
E.U.: Türkiye’de bir kısa film sektörü oluşabildi mi sizce? Özellikle kısa film festivallerini nasıl değerlendiriyorsunuz?
V.G.E.: Maalesef… Türkiye’de değil dünyanın da genelinde böyle bir sorun mevcut. Kısa filmin festivaller dışında hiçbir gösterim alanı yok. Aslında kısa film gösterim anlamında bir çok imkân barındırabilir. Örneğin, kısa filmlerimiz birkaç kere barlarda gösterildi fakat bunun sürekliliği olmadı. Ya da süre avantajından dolayı bunun gibi başka yerlerde de kısa filmler gösterilebilir. Fakat böyle süreçler hiç oluşmadı ya da oluştuysa da büyümedi. Kısa filmin tüm gösterim alanı festivaller. Küçük ya da yerel festivallerin bazılarında organizasyon çok göstermelik yapılabiliyor. Bana göre bir festivali festival yapan şey verdiği ödül değil, filmlerin gösterimlerini belli standartlarda yapıyor olması… Bu belli standartlar maddiyatla alakalı da değil. Örneğin, festivallerin bazıları filmlerin master kopyası yerine Vimeo’dan küçük boyutlu kopyasını indirip o şekilde filmi gösteriyor. Bazı kısa film festivalleri filmleri hiç göstermiyor. Sadece jüri online izleyip ödüllere karar veriyor. Bunlar bana çok garip geliyor. Bence bir festivalin birincil görevi ödül ve plaket vermek değil, iyi gösterim olanakları sağlayıp filmlerle ve sinemacılarla izleyiciyi buluşturmak olmalı.
E.U.: Kısa filmler çekmeye devam edecek misiniz? Yoksa günün birinde uzun metraja geçmek gibi bir düşünceniz var mı?
V.G.E.: Şu ara üzerine çalıştığım bir animasyon kısa filmim var. Ondan sonrasını tam kestiremiyorum.
E.U.: Animasyon bambaşka bir tür değil mi? Onun da her şeyiyle yine siz mi ilgileneceksiniz?
V.G.E.: Evet bu filmin de tüm aşamalarıyla kendim ilgilenmeye çalışıyorum. Film çekme amacımı oluşturan şey esasında hem içerik hem de teknik anlamda öğrenmek. Dolayısıyla bu tür süreçler bana keyif veriyor. Halledemediğim kısımlarda mutlaka biriyle çalışabilirim ama şu an her şey yolunda ilerliyor. Filmin modelleme aşaması bitti sayılır. Muhtemelen yıl sonuna doğru filmi bitirmiş olurum.
E.U.: Volkan Bey belirttiğim gibi yaklaşık dört yıldır sizi ve yaptığınız işleri takip ediyorum. Bu röportaj vesilesiyle sizi yakından tanıdığıma çok memnun oldum. Değerli vaktinizi ayırıp sorularıma yanıt verdiğiniz için çok teşekkür ederim. Bundan sonra da yapacağınız işleri merakla beklediğimi belirterek sözlerime son vermek istiyorum. Umarım beyaz perde serüveniniz başarılarla dolu ve uzun olur.
V.G.E.: Ben teşekkür ederim. Söyleşi oldukça keyifliydi (Gülüyor).