* Sabahtan akşama kadar ne yapıyorsunuz?
Kendime katlanıyorum.
Nasıl ki varoluş özden önce gelir, Nihilizm için de hiçlik algısı, bütün varlığı kendi içinde yok sayarak özü aktive eder. Bu yaklaşım kendi içinde bitmek bilmeyen bir sorgulama evreni oluşturur. Her şey anlamdan ve değerden yoksundur. Tıpkı Los Angelas’a melekler şehri denildiği gibi. Melekler gözle görülmez ama her zaman ve her yerde varlardır. En azından Dude böyle söyler ve tezatlığı destekler. Şehir, kapital sisteme yenik düşmüş bir karmaşanın içinde sakinlikten, ruhsallıktan, maneviyattan oldukça uzaktır.
Film hikâye bütününe ilk bakışta nihilizmi temel almasa da sıklıkla nihil kavramı işler ve üstü kapalı bir şekilde felsefeyi destekler. Üstelik bunu anarşist bir kaygı gütmeden gerçekleştirir. Seyirciyi didaktik bir anlatım peşine düşürmeden emin adımlarla kendine çeker ve ilmek ilmek nihilizmi işler. Her bir karakter alabildiğine bağımsız ve neredeyse hiç var olmamış kadar kendilerine özgü tiplerle resmedilir. Dude, Walter, Donny hatta Bay Lebowski bile yeryüzündeki varlıklarının asla kalıcı olmayacağından emindir. Onlar sadece anı daha yaşanılası kılmanın peşindedir.
Dude, yalnız yaşayan kimseye hesap vermeyen ki zaten herhangi bir tartışmaya da gücü olmayan umursamaz, havai bir adamdır. Para çekmeye bile üşenen, dış görünümüne önem vermeyen ağırlaşmış bedenini oradan oraya sürükleyen işe yaramaz bir işsizdir. Rüzgârla savrulan bir çalı birikintisi gibi hayat da Dude’u oradan oraya savurur. Sorgusuz sualsiz esintiyi takip eder. Kaosun getirdiği düzen hâkimiyetini koruduğunda usulca onu kabul eder. Bedeni nereye konuşlanırsa orada yaşamını devam ettirir. İlk sahnede uçuşan çalı yumağı bu çıkarıma güçlü bir referanstır. Oysa Dude çalı kadar bile eylemsellik göstermez; ancak itaat de etmez. Onun çatışması üşengeçlikten kaynaklanır. Öyle ki bir kutu süt için bile çek yazmayı para çekmekten daha pratik bulmaktadır. Tamamen doğmuş olmanın sakıncası içindedir ve tembellik, miskinlik hâlinde hayatını idame ettirir. Ta ki bir gün adaşı Jeffrey Lebowski hayatına girene kadar bu alışılmış düzen devam eder.
Hikâye şöyle ilerler: İki serseri yanlışlıkla Dude olan Lebowski’nin evini basar ve karısının kendilerine yüklü bir miktarda borcu olduğunu söyler. Ancak Dude hem bekâr hem de beş parasız olma durumunun doruklarındayken bir anda neden söz edildiğini anlamaz. Uzun bir sorgu sahnesinden sonra kötü adamlar aradıkları Lebowski’nin gerçekten de bu sefil adam olmadığına ikna olur ve serserilerden biri evdeki halıya işeyerek Dude olan Lebowski’yi cezalandırır. Dude kendisine yapılan bu saygısızlığı telafi ettirmek için aranılan zengin Lebowski’yi bulur ve yeni bir halı talep eder. Ancak başına gelecek olan olaylardan habersizdir. İki Lebowski bir araya gelir ve film daha sonra Maude Lebowski’nin de olaya dâhil olmasıyla bir anda Lebowksi paradoksuna dönüşür.
Büyük Lebowski Paradoksu
Peki, “Büyük” denilerek hitap edilen o saygıdeğer Lebowski hangisi? Film, kendi içinde iki ayrı karakteri aynı isimle barındırıyor: Bu bölüme kadar karmaşıklığını yine aynı düzeyde korumakta. Bir yanda Lebowski vakfı kurucu üyesi zengin Jeffrey Lebowski öte yanda Dude ismini kendisine ithaf etmiş herkesle ahbap olan Jeffrey Lebowski. Her ne kadar isimler aynı olsa da iki karakter arasında asla pozitif bir korelasyon kurulamıyor. Biri diğerinden ne daha iyidir ne de daha kötü; ancak ikisinin de çok güçlü birer hikâyesi bulunuyor. Oysa ilerleyen sahnede Maude ile tanışan seyirci yavaş yavaş hikâyedeki karışıklığı çözmeye başlıyor. Dude’un evden çalmış olduğu halı Maude’un vefat eden annesine ait ve manevi bir değere sahip. Bu sebeple Dude, yeniden halısız kalıyor. Üstelik birbirlerine tahammülü olmayan bu baba-kız ilişkisinin arasında buluyor kendini ve ikisi için ayrı ayrı kuryelik yapmak zorunda kalıyor.
The Big Lebowski, yoğun karakter ve dinamik hikâyeye sahip olduğu için dikkatli izlenilmesi gereken bir film. Çünkü her bir sahne anında yeni bir olaya dönüşüyor. Tanıştığımız karakterlerin birçoğu sadece film geneline renk katılması amacıyla tasarlanmış. Bu nedenle takip etmesi biraz zor olabiliyor yine de Coen Kardeşler, dikkati devam ettirmek için yeni doneler sunuyor. Film, entelektüel birikimini ve sistem duyarlılığını feminizm politikası üzerinden desteklemeyi de ihmal etmiyor. Feminist erkeklerin azımsanamayacak kadar fazla olduğunu sanat ve iktidar üzerinden eleştiriyor. Bay Lebowski’nin ilk eşinden doğan kızı Maude Lebowski zeki, kültürlü, vakıf işleriyle ilgilenen ve yardımsever güçlü bir kadın. Üstelik ne istediğini ve özellikle de ne istemediğini çok iyi derecede biliyor. Bir çocuk sahibi olmak için erkeğe duyduğu ihtiyaç sadece bedensel hatlardan oluşuyor ve düşüncelerini söylemekten asla çekinmiyor. Yaptığı sanata inanıyor ve resimlerinden güç alıyor. Erkeklerin çoğu onun sanatını fazla vajinal buluyor ve korkuyor. Bu tutum Maude’nin erkeklerle ilgili fikirlerini şekillendiriyor. Ona göre erkeklerin çoğu cinsel hazlara değer veren ilişkiyi yöneten güçlü kadınlardan hoşlanmıyor ve feministler hakkında yanlış şeyler biliyor. Aslında Maude, Dude gibi varlığı ve yokluğu belli olmayan bir erkek arıyor ve bu arayışı da asla anlaşamadığı babası sayesinde son buluyor ve film sonunda gerçek Lebowski’nin kim olduğuna dair büyük bir ipucu veriyor. Güçlü, başarılı, kendinden emin olan Maude Lebowski. Namıdiğer Büyük Lebowski…
Coen Kardeşler, The Big Lebowski ile adeta yetişkinlere masal anlatma misyonu ediniyor. Günlük yaşantıda pek sık rastlanılmayan karakterleri sunuyor ve onlara bireysel özellikler yüklüyor. Şiddet destekçisi ve silahlanma sempatizanı Walter, bir çocuk kadar saf ve masum Donny, ve anti militarist, barışçı, miskin Dude. Bu birbirinden bağımsız üç karakterin tek ortak noktası bowling tutkusu gibi görünse de aslında birbirlerine büyük bir kardeşlik sevgisiyle bağlı oldukları her fırsatta dile getiriliyor. Film, kahramanlık mitini anti-kahramanlık üzerinden sıradan insanlara addediyor. Süper güçlere sahip olmanın çok ötesinde tıpkı herkes gibi olan insanlardan oluşuyor. Tam da bu sebeple Dude ve arkadaşları bizden biri olma özelliği taşıyor. Hepimiz gibi, sadece daha yakın, daha dost canlısı bir ahbap.
* Emil Michel Cioran – Doğmuş Olmanın Sakıncası Üstüne