Özellikle modern sinemada, Sartre’ın odaklandığı varlık, hiçlik, seçme, özgürlük, yabancılaşma, öteki ve bulantı gibi kavramlar yoğun olarak kullanılmıştır. Sartre varoluşçuluğunun bireyi merkeze alan, özgürlüğe odaklanan ve yaşamın anlamını sorgulayan doğası, sinema ile buluşmasında önemli bir etken olmuştur.
Sanatı derinden etkileyen varoluşçuluk düşüncesi, yalnızca felsefe, edebiyat ve tiyatroda değil, aynı zamanda sinemada da ağırlığını duyurmuştur. Bireyin problemli taraflarını ele alan varoluşçu düşünce, sanat formlarından biri olan sinemadaki yansımasını modern dönemde, özellikle Yeni Gerçekçilik akımının Sinemada Varoluşçuluk ve Aronofsky 296 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi eserlerinde bulmuştur.
Varoluşçu felsefeden yola çıkılarak birey kimliği ve yaşamı sorgulatacak olan bu liste, sizlere derin düşünce ve öz-yansıma fırsatı sunarak yaşamınızı yeniden sorgulamanıza sebep olacak!
Şimdiden keyifli seyirler.
Inception (2010)
Zihin ve gerçeklik arasındaki sınırları zorlayan bir başyapıt olan Inception (2010), zihinsel yolculuğa sürükleyen en iyi varoluşçu yapımlar arasında başı çekiyor. Christopher Nolan’ın yazıp yönettiği bu film, ana karakter odaklı ilerleyerek gerçekliği sorgulatmasıyla birlikte seyirciyi de beraberinde varoluşçu sorularla baş başa bırakıyor. Karakterlerin gerçeklik algılarını ve özgürlüklerini keşfetmeleri üzerinden yola çıkan yapım rüyalar arasında rüya görebilme yeteneğine sahip bir hırsız ekibini konu edinir.
Bilinçaltına fikirleri yerleştirmek üzerine rüya içinde rüya yaratan ekibin üzerinden ilerleyen film, bireyin kendi gerçekliğini oluşturması gerektiğini savunur. Aynı zamanda “Gerçeklik nedir, insan kendi gerçekliğini nasıl inşa eder?” gibi sorularla beraber varoluşçu felsefe üzerinden seyirciye çok yönlü bir izleme deneyimi yaşatır.
Blade Runner (1982)
Varoluşçuluk temalarını derinlemesine ele alan filmlerden bir tanesi de Blade Runner (1982)’dır. Bugüne kadar genel olarak işlenmiş olan yapay zekâ ve insanlık arasındaki sınırları sorgulayan bir bilim kurgu klasiği olan bu filmde, kendi insanlığını ve yapay zekâların insanlıkla ilişkisini sorgulaması anlatılır.
Yapay zekâların doğası, varoluşçu krizler ve kimlik arayışı üzerine odaklanan bu film, anlam ve değer üzerine hikâyeyi inşa eder.
Ana karakter Rick üzerinden ilerleyen filmde, Rick replikantlarla (yapay zekâ) karşılaştığında onlardan oldukça etkilenir ve varoluşsal kimliğini sorgular. Bunun üzerine replikantların tıpkı insanlar gibi duygularının ve deneyimlerinin olduğunu keşfederken, kendisinin de duygularını yeniden keşfetmeye başlaması bu temayı güçlendirir.
Tell Me Who I Am (2019)
Tell Me Who I Am (2001), konusunu yaşanmış bir hikâyeden alan belgesel filmdir. İnsanın kimliği, özgürlüğü ve anlam arayışı gibi temaları işleyen bu film, ikiz kardeşler Alex ve Marcus Lewis’e odaklanır. Alex, 18 yaşında bir motosiklet kazasında hafızasını kaybeder ve ikiz kardeşi, çocukluğuna dair kayıp anılarını yeniden canlandırmasına yardım eder.
Karmaşık kurgusu ve zihinsel labirentleriyle izleyiciyi kendi kimliği üzerine düşünmeye sevk eden filmin yönetmenliğini Ed Perkins yapıyor.
Geçmişine dair hiçbir şey hatırlamayan Alex, kim olduğunu anlamaya çalışmak adına Marcus’a güvenir. İkiz kardeşinin anlattıkları sayesinde geçmişini hatırlamaya çalışan Alex, kendi kimliklerini sorgulama ve yaşamın anlamını arama sürecindedir. Ancak Marcus bu süreçte kardeşine geçmişini şeffaflığıyla anlatma konusunda kararsız kalır. Çünkü onu geçmişte rahatsız eden olaylar bu anlatımla yeniden gün yüzüne çıkacaktır.
İkiz kardeşinin rahatsız edici aile sırlarını Alex’ten saklamaya karar vermesi, aradan geçen on yılın ardından iki kardeşin yüzleşmesine sebep olur.
Requiem for a Dream (2000)
Aronofsky’nin şiddet, cinsellik, uyuşturucu ve psikolojik unsurların baskın olduğu Requiem for a Dream (2000), varoluşçuluğun da yaptığı gibi insanlara kendi varoluşlarını deneyimlemeleri ve anlamaları için anahtarlar vermektedir. Dört bireyin eroin, kokain, televizyon ve diyet haplarına olan bağımlılıklarını konu alan bu filmde Aronofsky, âdeta birey üzerinden karakterlerin yaşadığı deneyimlerin bilincini ve bilinçaltını çarpıcı bir biçimde sergiliyor.
Filmin konusuna gelince, Harry Goldfarb, sevgilisi Marion Silver, en iyi arkadaşı Tyrone C. Love ve Harry’nin bağımlı annesi Sara Goldfarb; her bir karakter, kendi hayallerini gerçekleştirmeye çalışırken, uyuşturucu bağımlılığı ile mücadele eder.
Film karakterlerin uyuşturucu kullanımıyla yaşadıkları özgürlük illüzyonunu ve seçimlerinin sonuçlarını gösterir. Bağımlılık, karakterlerin kendi hayatları üzerindeki kontrolünü kaybetmelerine ve varoluşsal bir boşluğa düşmelerine neden olur. Özellikle Sara Goldfarb karakteri, varoluşçu felsefenin merkezi kavramlarından biri olan “anlamsızlık” ile karşı karşıya gelir.
Karakterlerin bağımlılıkla mücadele ederken yaşadıkları varoluşsal acıları ve çıkmazları vurgulayarak izleyiciyi insan varoluşunun karmaşıklığı üzerinde düşünmeye yönlendiren filmler arasında Requiem for a Dream başı çeker.
Black Swan (2010)
Psikolojik olarak rahatsız edici sinema filmleriyle bilinen Aronofsky’nin filmlerinin yapısal dinamiklerinin, varoluşçuluk temel alınarak nasıl tanımlanabileceği sorusuna yanıt aranmıştır.
Yine bir Aronofsky imzalı, Natalie Portman’ın oynadığı Black Swan (2010), baş balerin Nina Sayers’ın sahne sanatlarındaki kariyeri ve kişisel yaşamı arasındaki çatışmayı ve benlik bulma sürecini ele alır.
Nina, New York’taki prestijli bir bale topluluğunda çalışan yetenekli bir dansçıdır. Ancak, kıdemli dansçı Beth Macintyre’ın emekli olmasının ardından, baş balerin rolünü kazanma şansı doğar. Ancak bu rolün sorumluluğu, Nina’nın içsel dünyasında derin bir çatışmaya yol açar.
Nina, hem içinde yaşadığı dünyayı hem de kendi algısını sorgulayan bir dizi deneyim yaşar. Bu deneyimler, izleyiciye insanın varoluşsal mücadelesini ve kişisel özgürlüğünün sınırlarını gösterir.
Nina’nın deneyimlediği başka bir önemli tema da “çift” ve “karşıt” kavramlarıdır. Siyah ve beyaz kuğu rolleri arasındaki çatışma, dış dünya ile içsel dünya arasındaki çatışmayı temsil eder. Nina, kendini “diğer” ile kıyaslar ve bu kavram, onun içsel çatışmalarını ve kimlik krizlerini daha da derinleştirir.
BONUS:
Mulholland Drive (2001)
Ana temaları, suç ve yabancılaşma ve gizem olan Lynch imzalı filmlerin izleyicide bir tedirginlik hissi yarattığı bilinmektedir: “Seyirci, bir yandan gizemin içinde yol alırken, diğer yandan da filmlerdeki yabancılaştırıcı ögeler nedeniyle sürekli bir şaşkınlık ve tedirginlik duygusuna kapılır.
Gizemli bir neo-noir filmi olan Lynch imzalı Mulholland Drive (2001), varoluşçu felsefenin derinliklerine inen karmaşık yapısı ve sembolizmi ile dikkat çeker.
Film, hayal ile gerçek arasındaki sınırları bulanıklaştırır ve izleyiciyi karmaşık bir rüya dünyasına çeker. Ana karakterler Betty Elms ve Rita, Hollywood’da bir kadının kimliğini ve geçmişini araştıran bir oyuncu ile hafızasını kaybeden bir kadını oynarlar. Hikâye ilerledikçe, gerçeklikle rüya arasındaki sınırlar kaybolur ve izleyici karakterlerin karmaşık iç dünyalarında kaybolur.
İnsanın gerçekliği algılama şeklini, kimlik oluşturma sürecini ve anlam arayışını derinlemesine inceleyen bu yapım aynı zamanda karakterlerin varoluşsal bir arayış içinde olduklarını ve kendi kimliklerini, ilişkilerini ve gerçekliklerini sorguladıklarını gösterir.
İzleyicinin gerçeklik ve rüya arasındaki sınırları sorgulamasına ve bu kavramlar üzerine düşünmesine neden olan Mulholland Drive, favori filmler arasında yerini alıyor.
Kaynaklar:
1. Akarsu, B. (1979). Çağdaş Felsefe- Kant’tan Günümüze Felsefe Akımları. Birinci Baskı. Ankara: İnkılâp Kitabevi. Avcı, İ. (2016). “Jean Paul Sartre’ın Varoluşçu Düşüncesı̇nin İzlerini Modern Sinemada Aramak: Çölde Çay Fı̇lmı̇”. Selçuk İletişim, 9( 3), 321-342. Blackham, H. (2012). Altı Varoluşçu Düşünür. İkinci Baskı. Ankara: Dost Kitabevi Yayınları. Çüçen,K. (2015). Varoluş Filozofları. Birinci Baskı. İstanbul: Sentez Yayıncılık. Dindar, B. (2002). Personalizm. İkinci Baskı. İstanbul: Değişim Yayınları.
2. https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/1956471