Birinci Bölüm
New York’a ilk gidişim değildi, daha önce üç ay yaşamış olduğum şehre kısa bir süre için geri döndüm. Biliyordum ki çok özledim, çünkü New York’un diğer şehirlere kıyasla sizde yarattığı şehvet bambaşka. Bütün olasılıklar, aradığınızı bulabilmenin keyfi baş döndürücü. Yine de ikinci sefer en başından maceralı başladı.
JFK’de indikten sonra pasaport kontrolü sırasında kontrolü yapan kadının yüzünden bir şeylerin ters gittiğini anladım. Öğrenci misiniz diye soran kadına, hayır cavabını verdikten sonra az çok problemin ne olduğunu kavradım . Sonuç olarak kadın ‘You should follow me miss!’ deyip beni göçmen bürosu gibi bir odaya soktuğunda ülkeye girememe ihtimalim olduğunu anlayıp minik bir kalp krizi geçirdim. Yanımda üzerinde battaniyeyle hafifçe sallanmakta olan Kolombiyalı –kim bilir ülkeye ne sokmaya çalıştı- kadın da endişemi hafifletmeye yetmedi.
Öğrendim ki daha önce New York’a öğrenci olarak geldiğimden sahip olduğum vize bana seyahat imkanı sağlamıyor, Amerika’daki öğrenciliğim bittiği için vize süresi yeterli olsa da geçersiz sayılıyormuş. Ben vizesiz Amerika’ya girmeye çalışırken Dany Glovervari bir polis memuru imdadıma yetişti. Nedense beni çok sevdi ve bana tutanak tutturup, üstleriyle konuşup ülkeye –üstelik ceza dahi ödemeden- girmeme izin verilmesini sağladı. Sonradan söylediğine göre yıllar önceki bir İstanbul seyahati sebebiyle Türkleri çok seviyormuş. Haliyle ben de onu sevdim. Çıkmadan birbirimize sarıldık ve elimi kolumu sallayarak ülkeye giriş yaptım.
Ve sonunda New York seyahatim gerçek anlamıyla başlıyor. Öncelike JFK Manhattan arası ulaşımınız için birkaç bilgi vermeliyim.
JFK’den Manhattan’a taksiye binecekseniz eğer, 60 dolar gibi bir para veriyorsunuz ve bu sabit fiyat oluyor. Dolayısıyla eğer 10 saatlik bir uçuş sonrası daha fazla yorulmak istemezseniz taksi ideal bir seçim. Eğer birkaç kişiyseniz shuttle mantıklı değil, ama tek kişiyseniz hem konforlu hem de ekonomik bir çözüm. Yalnızca önceden rezervasyon yaptırmanız gerekiyor. Eğer çok ağır değilse valizleriniz metro da oldukça rahat bir çözüm oluyor.
Ben Medison Square Garden’a oldukça yakın bir otel olan Fairfield Inn’de kalıyorum, Manhattan’da nispeten uygun fiyatlı ve rahat bir otel burası. Fakat tavsiyem kesinlikte bütçe açısından Brooklyn’de kalmak, zira günleriniz Manhattan’da geçecekse dahi metro ağı oldukça gelişmiş olduğundan dakikalar içinde ulaşımınızı sağlayabilirsiniz. Yine de otelin nefis teras manzarasını paylaşmadan geçemeyeceğim.
Manhattan’a sekiz sularında varıyorum, o gece jetlag etkisinden kurtulmak için uyumadan önceki vaktimi bu barda içkimi yudumlayarak geçiriyorum, böylece yorgunluğumu atıp biraz da erken uyuyarak ertesi gün için hazır oluyorum.
Gün : 1
İlk durağım bana göre Broadway showlarına gitmek dışında herhangi bir şey vaad etmeyen Times Square oluyor. New York’un en turistik ve ikonik yerlerinden olduğundan elbette ki görülmeye değer. Yalnız kalabalıktan çok haz etmiyorsanız tavsiyem önce sabahın erken saatlerinde vakit geçirip sonra da akşam dokuzdan sonra gecesini deneyimlemek. Burada dev M&M’s Word’ün renklerine kapılabilir, Toy’s R US’ta çocuk olabilir, Hersheys mağazasında çikolataya doyabilirsiniz. Bunlar dışında da tabii ki alışveriş için birçok mağaza var çevrede fakat bence en hoşları bunlar. Benim bir başka tavsiyem ise gitmeden yapacağınız küçük bir araştırmayla bir Broadway müzikaline bilet almanız olacak.
Ben daha önce gittiğim için uğramıyorum ama Grand Central Terminal ve New York Public Library uğramanız gereken noktalardan. Times Square’den kısa sürede bu noktalara gidebilir, kim bilir kaç tane filme set olmuş terminali görüp, dünyanın dördüncü en büyük halk kütüphanesinde kitaplar arasında kaybolabilirsiniz.
Daha sonra Central Park yolunda Rockefeller Central’a uğruyorum. Burası oldukça büyük bir alan ve içeride NBC studyoları dahil birçok medya kuruluşu var. Ben NBC stüdyoları turu yapmış biri olarak ciddi zaman ve para kaybı olarak görüyorum. Saturday Night Live’ın çekildiği stüdyoyu görmek heyecan verici ise de buraya bir camekanın ardından bakmak hiç keyifli değil. Fakat turun güzel yanı 30 Rock dizisi etrafında şekillenen konsepti.
Eğer New York’a yüksekten bakmak gibi bir amacınız varsa burası tam yeri. Empire State’e çıkmak yerine Top of the Rock’a çıkarak büyüleyici şehri Empire State binasıyla birlikte görebilirsiniz. Burada yine alışveriş yapmak isteyenler için birçok mağaza var ama bence en orijinalleri NBC Store ve Lego Store Eğer gittiğiniz mevsimde oralardaysa muhakkak Rockefeller Center meydanındaki buz pistinde kayın.
Yoluma 5th Avenue’den devam ediyorum ve St Patricks Katedrali’ne uğruyorum. Katedralin neo-gotik mimarisi oldukça etkileyici ama onu güzel kılan daha çok New York gökdelenleri arasında yarattığı tezat. Karşısındaki Atlas heykeli de görülmeye değer.
Uzun bir yürüyüş sonrası Central Park’a varıyorum. Bir sure bir ağacın altında dinlendikten sonra bisiklet kiralamak için parktan çıkıyorum. 3 saati 15 dolara bir bisiklet kiralamayı başarıyorum. Bu konudaki tavsiyem eğer sizi çok yormayacaksa parka nispeten uzak bir bisikletçi seçmeniz. 9th Avenue 57th Street cıvarında uygun fiyatlı da bir tane buluyorum. Eğer amacınız parkı zaman zaman kısa molalar vererek bisikletle gezmekse üç saatten az bir sure için kiralamak doğru bir seçim değil. Park oldukça büyük olduğundan eğer vaktiniz varsa keşfetmek için yapılebilecek en uygun hamle bisiklet kiralamak olur. Bu kendinizi gerçek bir New Yorklu gibi hissetmeniz için de güzel bir fırsat. Ben de bu sebeple parkın etrafında küçük molalar verek tam bir tur atıyorum.
Central Park her bir köşesi bambaşka güzellikte olan adeta şehrin ortasında bir vaha. Muhakkak elinize güzel bir Central Park haritası alın, beyaz tavşanı takip ederek Alice in Wonderland Heykeli, Strawberry Fields, Belvedere Castle, Bow Bridge ve Jacqueline Kennedy Onassis Reservoir Gölü gibi güzellikleri görün.
Central Park’ın çevresi müzelerle dolu. Metropolitan Museum oldukça büyük ve zengin bir müze. Özellikle Mısır bölümü muhakkak görülmeli. Müzenin terasında muazzam bir Central Park manzarası var, giderseniz uğramadan geçilmemeli. Bunun yanında American Museum of Natural History dinozorlarıyla aklınızı başınızdan almaya yetiyor zaten. Modern sanat seviyorsanız Guggenheim ve MoMa oldukça güzel alternatifler, eserlerin yanında mimarileriyle de göz alıcı yapılar.
Ben ilk gelişimde diğerlerine gittiğim için bu kez Guggenheim’a gidiyorum. Kandinsky sergileri var geçici süreyle onu yakaladığım için oldukça mutlu oluyorum. Minik bir müze olmasına karşın ikonik mimarisi ve eserlerin sıradışılığı bir hayli büyülüyor.
Haşatım çıkmış bir biçimde Times Square’in yolunu tutuyor, hem ışıl ışıl gecesini görüyor hem de Hard Rock Café’de yemek yiyorum. Veggie Burger pek sıcak gelmiyor ama lezzetli bir öğün oluyor. Bunun yanında tüm Hard Rock’larda yaşanan bir saat bekletmemiz gerek klişesi tekrar yaşanıyor. Yemek öncesi bir şeyler içiyor, sıramı bekliyorum.
New York’ta hava oldukça sıcak oluyor yaz aylarında fakat Amerikalıların klima sevdası sizi iç mekanlarda üşütmeye yetiyor, dolayısıyla yanınıza sizi soğuktan koruyacak bir giysi almanızda fayda var.
*Daha fazlası “Dünya Kaç Bucak?“ta!