Bu zamana kadar izlediğimiz tüm filmlerde şiddet vurgusu ve insanların daimi olarak yüzleşmekten korktuğu ırkçı şiddet birleşerek sinemada da yerini almıştır. Ötelenmeye çalışan ve yüzleşmenin sürekli olarak ertelendiği ırkçı şiddet, iç savaş sonrası dönemde özellikle Amerika’da oldukça yoğunlaşmıştır. Kurucu bir unsur olarak karşımıza çıkan bu şiddet, filmlerinde daima bu unsuru kullanmayı tercih eden Quentin Tarantino’nun çekmiş olduğu The Hateful Eight (2015)’de de kendisini gösterir.
Seyirciyle temasını kesmeyen ve hikâyenin bölümler olarak ayrıldığı The Hateful Eight filmi sahne, diyaloglar ve muazzam sinematografisi aracılığıyla vermek istediği mesajı başarılı bir şekilde seyirciye ulaştırır. Küçüklüğümüzden beri oynadığımız oyunlarda dahi yerini bulan ‘’Katil Kim?’’ sorusunun karşılığı ve akabinde alt metin, filmde iç savaş ve sonrasında yaşanan ırkçılıkla kesişir.
Kurucu şiddetin yerini ırkçı şiddete bırakmış olduğu, Amerika’nın toplumsal yapısının anlatıldığı The Hateful Eight, iç savaş sonrasında adaletin elinde baltası olan adamların, başına ödül konulmuş kişileri sözüm ona topluma teslim ettiği bir gerçekçilikle yoğurur. Irkçı ailelerin evlerini dış saldırıdan korumak adına silahlandığı bu dönemde, gözler Red Rock Kasabası yolundaki bir mekâna çevrilir.
Tarantino’nun her filminde göstermiş olduğu politika aslında bu filmde de kendisine yer bulur. Dönemi ve toplumsal yapıyı bilen seyirci, aslında ilerleyen sahnelerde karakterlerin başlarına gelecekleri ve tabii ki de silahların ardından o alışık olduğu kanın gövdeyi götürdüğü sahneleri merakla bekler. Aslında burada önemli olan da hikâye akışı değil, aksine zekice kurgulanmış olan sorunun cevabını bulmak ve karakterlerin ağzından çıkan her kelimenin keyfini çıkarmaktır.
Kelle avcısı John Ruth, başına ödül koyulmuş olan Daisy Domergue, Red Rock kasabasının yeni şerifi olduğunu iddia eden Chris Mannix, elinde Abraham Lincoln’un yazdığını iddia ettiği mektubuyla kasabaya ulaşmaya çalışan siyahî kahramanımızla birlikte kapısı bir türlü kapanmayan eve doğru yol alırız.
Konuk evinde geçen bu filmin doruk noktasını ise dördüncü bölüm olan ‘’Chapter Four’’ ‘’Domergue’s Got a Secret’’ (‘’Domergue’nun Sırrı’’) oluşturur. Karakterlerin tanımadıkları yüzlerle karşılaştığı bu evde hikâyeye, evin sahibi Minnie gittikten sonra Tuhafiye’ye göz kulak olduğunu söyleyen Bob, Red Rock kasabasının celladı olan Oswaldo Mobray,inek çobanı Joe, müttefik general Sanford eklenir.
Karakterlerimizi son görüşümüzün üzerinden yaklaşık on beş dakika geçer.
General Sanford’un ölmesinin ardından hikâye kritik bir noktaya erişir, Domergue’nun bir sırrı vardır. Biri kahveyi zehirlemiştir ve bunu gören tek kişi Domergue’dur. Peki kahveyi kim zehirlemiştir? İşte bu sahnede bu anlatılır. Sahne, Domergue’nun gitar çalmasıyla devam eder. O esnada Ruth ve sürücü O.B. sobanın üzerinde fokurdayan kahveden birer bardak doldururlar. Ancak bir süre sonra zehrin tesiriyle birlikte kan kusmaya başlarlar. Tarantino’nun şahsına münhasır şekilde karakterlerimiz zehrin etkisiyle can çekişmeye başlar. Tabii ki de Domergue, kahvenin zehirli olduğunu bilerek sinsice gülmeye başlar. Binbaşı Marquis, kahveyi yudumlamak üzere olan ve zehirli olduğunu bilmediğini düşündüğümüz Mannix hariç tüm şüphelileri duvara dizer ve suçlunun kim olduğunu sorgulamaya başlar.
Sahneyi etkili kılan şey dedektiflik özelliğiyle birlikte suçluyu bulmaya çalışan Marquis’in hikâyenin akışını zekice çözmeye çalışması ve filmdeki olayları seyirciyle birlikte pekiştirmesidir.
Ev sahibi Minnie, bu güvenilmez Meksikalı’yı tuhafiyesini korumak adına bırakmamıştır; çünkü bu evdeki düzen onun kurallarına uygun değildir. Ancak güveç tıpkı Minnie’nin yaptığı gibidir, dolayısıyla Minnie, Meksikalı’nın söylediği gibi çok uzaklarda değildir, saklanıyor olabilir. Daima boş bırakılan ve yalnızca Tatlı Dave’in oturduğu koltuk örtülerle kaplanmıştır. Örtüler koltuktan atıldığında ise cinayet işlendiğini anladığımız kan lekesine tanıklık ederiz.
Bu sahneyi etkili kılan bir diğer şey ise bu evde daha önceden ‘’Meksikalılar ve köpekler giremez.’’ yazılı tabelanın varlığıdır. Tarantino burada o dönemde ‘’Zenciler ve köpekler giremez.’’ yazılı tabelaların var olduğu ve ırkçılığın tavana vurduğu dönemlerin altını çizmeden edemez. Marquis, Bob’u öldürdükten sonra ve kahveyi kimin zehirlediğini diğer şüphelilere sorduğu esnada, tahmin edildiği üzere evde başkalarının da varlığı ortaya çıkar. İşte tam da bu sahne hikâyenin akışını değiştirecektir. Çünkü bodrum katına saklanan birisi Marquis’in bacaklarının arasına bir el ateş eder. Bu kişi Domerque’nin kardeşi olan Jody Domergue’nin tam da kendisidir. Hikâyeyi çözümleme noktasına giden bu sahne The Hateful Eight filminin adeta can damarlarından birisini oluşturur.
Bu sahnede Daisy Domergue’nun çaldığı gitar ayrıntısı ise çekimlerden sonra oldukça konuşulur. Bunun sebebi ise Martin Müzesi’nden ödünç olan paha biçilemez bir gitardır. Ancak gitarın önemi Kurt Russell’a söylenmemiş, bu sebeple oyuncu senaryoya sadık kalarak Daisy’nin gitar çaldığı sahnede gitarı elinden alıp duvara vurarak paramparça etmiştir. 147 yaşında olan bu nadide gitarın parçalanması ise Daisy’nin sahnede senaryo dışında bir çığlık atmasına sebep olmuştur. Bu sahnede doğallığı bozulmadan Tarantino tarafından filme eklenmiştir. Tabii bu olayla birlikte Tarantino’nun The Hateful Eight filmi için ödediği bedel de dip not olarak verilebilir.