“Bu ülke için ilk günden beri ölüyoruz, bir gün hak ettiğimiz konuma ulaşmayı bekliyoruz. Ama kıçımıza yediğimiz tekmeyle kalıyoruz. Amerika’nın bize borcu var. Bu ülkeyi biz inşa ettik!”
Vietnam Savaşı’nda neredeyse hiç anlatılmayan siyahi insanların deneyimini son derece canlı renklerle ekranlara taşıyan Da 5 Bloods (2020), Spike Lee’nin belirli politik mesajları, gerçek metrajları kendi anlatısının içine kurgulayarak verdiği son filmidir. Her ne kadar gerçek metraj kullanımı sorgulanabilecek bir seçim olsa da, sonu gelmeyen iki savaşı anlatırken bu sürekliliğin altının çizilmesi için belki de en etkili yoldur. Lee, Vietnam gibi yıllar boyu süren ve masum insanların Amerika tarafından katledildiği, bedelleri hâlâ ödenen bir savaşla Amerika’nın kendi insanlarını, siyahi vatandaşlarını katlettiği ve asla ateşi sönmeyen sivil haklar hareketini birleştirerek, kuşkusuz ve açık bir Amerika eleştirisi sunar.
Bu açıklık seyircide bir antipati yaratma eğiliminde olsa da, metrajlardan da görüldüğü gibi sivil haklar hareketinden bu yana siyahiler için Amerika’da durumun pek de değişmediği ve hak arayışının bitmediği göz önüne alınırsa, bu tarzda belirgin mesajlarla süslenmiş politik filmlere ihtiyaç olduğu anlaşılır. Film çağdaş Amerika’daki özgürlük mücadelesini 50’ler, 60’lar Amerika’sındaki hareketlerle birleştirerek son derece dağınık ve parçalanmış bir kurgu sunar; bu her ne kadar izleyicinin dikkatini dağıtıp anlatının dengesini bozsa da, aynı zamanda da dört Vietnam gazisi arkadaşın anıları üzerinden giden anlatıyı güçlendirip ona anlam katar. Anılar, doğaları gereği dengesizlerdir. Bu anıların savaşa dair ve travmalarla dolu olduğu göz önünde bulundurulduğunda, anlatının bu dengesizliği yansıtması hiç de şaşırtıcı değildir.
Aralarında kırılmaz bir bağ, fakat aynı zamanda da güven problemleri olan ve kendilerine “5 Bloods” diyen dört gazi, yıllar önce buldukları altınları kazıp çıkarmak ve savaş sırasında ölen liderleri Stormin’ Mason’ın kemiklerini bulup ülkelerine geri götürmek için Vietnam ormanına geri döner. Yıllar önce Mason’ın onlara bu altını hak ettiklerini söylediğini hatırlarlar; çünkü Amerika onlara hak ettiklerini vermemiştir. Vietnam’da siyahi askerleri amaçsız ve gaddar savaşında, kendi uğruna öldürtmüş, onlara pis işlerini yaptırmış; karşılığında ülkelerine döndüklerinde onları dışlamış ve katletmiştir. Bu altınlar onlara yeni bir hayat vaat edecek ve kaybettikleri, hatta hiç sahip olamadıkları geleceklerini belki de geri getirecektir. Mason onlara bu altını tüm siyahilerin özgürlük mücadelesine feda etmelerini söylemiş olsa da her adamın kendine ait hayalleri ve amaçları vardır; fakat bu hayaller tek tek alt üst olacaktır. Geriye dönüşlerle sürekli savaş zamanları ve arkadaşların neler yaşadığı gösterilir– bu görüntülerin anılar olduğu bellidir, çünkü Mason dışındakiler şimdiki yaşlarındadır ve aynı aktörler tarafından oynanırlar— bu yüzden anıların güvenirliği son derece belirsizdir. Bu sahnelerde zaman zaman çalan epik savaş müzikleri de Amerikan bakış açısını perçinleyerek gerçekliği gölgelendirir ve savaş zamanlarının algılanan görkemini yansıtır; sonra da Blood’ların şimdiki zamanda parçalanmış, travmalarla ve güvensizlikle dolu hayatlarıyla bu geçmişi yan yana koyarak kurgusuyla tezat oluşturur. Belki de bu yüzden kurgu izleyicide dağınık ve takip etmesi zor bir izlenim bırakır: çünkü anılar ve travma da bu şekilde çalışır.
Filmin gerçek kamera görüntüleriyle ve olaylarla açılıp kapanması yapısal dengesizliğine az da olsa bir düzen getirir ve yansıtılan olayların bitmemiş olduğunu vurgular. Tıpkı 4 “Blood”ın yıllar boyu süren boğuşmaları gibi, savaşın (Vietnam veya sivil hak savaşı) da bitmemiş olduğunu, insanlarda ve toplumlarda ebedi acılar bıraktığını, her zaman ve özellikle kamerada politik olduğunu kanıtlar niteliktedir. Aksiyon ve kan dolu sahneleriyle savaşın fiilen bitmesinin onu durdurmadığını ve insanların her zaman yeni savaşlar çıkaracağını söyler; ama aynı zamanda bu savaşlara karşı çıkacak ve önemli savaşlara katılacak insanların da olduğunu gösterir. Filmin sonunda, ormanda savaştan kalma bir mayına basıp ölen Blood’ın ismiyle Black Lives Matter hareketine büyük miktarda bağış yapılması da bu görüşü destekler niteliktedir. Araya da Vietnam’daki savaşı kınayan ve siyahilerin mücadelesini gösteren gerçek görüntüleri sıkıştırarak suç ortaklığımızı ortaya çıkarır, fark etmemizi ve bununla yaşamamızı ister. Habersiz davranmamıza göz yummaz ve olanların tarihsel ve sistematik bir bilmezlikten gelmeye kurban edilmesine izin vermez.
Film, Apocalypse Now (1979), The Treasure of the Sierra Madre (1948) ve daha birçok filme yaptığı referanslarla da kendini hem Vietnam Savaşı’nın hem de hazine avcılığının sinematik kanonuna başarılı bir şekilde yerleştirir.