Al Pacino’yu, hızla yükseldiği yıllarda izleme şansı bulduğumuz Bobby Deerfield; kariyer yerine aşkı seçen genç bir adamın hikâyesine odaklanır.
Son yıllarda elde ettiği başarısı ve üst düzey performanslarıyla, hız tutkunlarının kalbinde yer edinen Bobby, geniş bir hayran kitlesine sahip Formula 1 pilotudur. Bir yarış esnasında en yakın iki arkadaşı pistte kaza geçirip araçları alev alınca, bir şeylerin ters gittiğinden şüphelenmeye başlar. Uzun bir araştırma ve rapor gözlemi sonucunda, hastanede yatmakta olan dostunu ziyaret etmek için şehir dışına çıkar. İçini kemiren sorulara hiçbir cevap bulamaz. Tek umudu, kazadan sağ kurtulan bu adamın ağzından çıkacak birkaç cümledir.
Hedeflediği sonuca varamayan Bobby, hastane lokantasında Lilian adında genç bir kadınla tanışır. Ertesi gün şehre geri dönmek için hazırlanırken, dün gece tanışmış olduğu genç kadın yeniden Bobby’nin karşısına çıkar. Yolda birbirlerini tanıma fırsatı yakalayan iki genç, kısa bir süre sonra birbirlerinden hoşlanmaya başlar.
Bobby Deerfield, kendisinden beklenen tüm sorumluluklara ve kazanma hırsına rağmen bu gizemli kadının aşkına kapılmıştır. Kimliği ve toplumdaki statüsünü hiçe sayacak kadar Lilian’a bağlanan Bobby, genç kadının tutarsız ruh hâlleri sebebiyle rahatsız olmaya başlar. Lilian’ın tuhaf davranışları için mantıklı bir gerekçe arar. Ancak Bobby’nin, genç kadının hastalığından haberi yoktur.
Alışılagelmiş aşk hikâyesi konseptiyle beyazperdede can bulan Bobby Deerfield, aşkı uğruna hayatını, şöhretini ve kurulu düzenini bozmaktan korkmayan cesur bir adamın duygusal gelişimini anlatır. Film, çekildiği tarih dilimi olan 1970’li yıllarda, bütün sinema dünyasını tesiri altına alan ölümcül aşk temasından nasibi almış, romantik/dram kategorisinde başarılı bir örnektir.