İtalyan Yeni Gerçekçiliği
Yaşadığımız dönemde büyük bir endüstri haline dönüşen sinema, tarihsel süreç içerisinde çeşitli toplumsal, ekonomik, siyasal ve kültürel değişimlerden etkilenmiş ve biçim değiştirmiştir. İzleyicinin bir sinema filminden almak istedikleri ile sinema yapımcılarının aktarmak istediklerinin kesişim noktası, zamanın şartlarına göre sürekli bir değişim hâlinde olmuştur. İtalyan Yeni Gerçekçiliği akımı da İkinci Dünya Savaşı gibi büyük bir olayın sonlarına doğru, toplumun yaşamının ve ihtiyaçlarının keskin değişimiyle birlikte ortaya çıkan bir akım olarak belirmiştir.
1930’lu yıllarda İtalyan hükümetinin başında olan Musollini, sinemayı kitlelere ulaşmak için en önemli araçlardan biri olarak görmüş ve kendi propagandasını yapabilmek adına sinemaya önemli yatırımlar yapmıştır. Film yapımında önemli sayılara ulaşılan bu yıllarda ciddi kısıtlamalar uygulandığı için nitelik ve içerik açısından başarılı yapımlara ortam sağlanamamıştır. Musollini’nin sansürlerinin gölgesinde çekilen filmlerde, burjuva sınıfının tozpembe hayatları ve zengin tutkuları konu alınarak refah içerisinde yaşam süren bir toplum imajı sunulmuştur. Fimlerde sıkça kullanılan beyaz telefon objesi zenginliği tasvir eden bir imge olduğu için, bu dönem çekilen filmler daha sonraları Beyaz Telefon Filmleri olarak anılmaya başlanmış ve Yeni Gerçekçilik akımı bu filmlere tepki olarak doğmuştur.
İkinci Dünya Savaşı’ndan çıkmış olan İtalyan halkı için, savaşın acıklı sonuçlarını ve çektikleri sıkıntıları dışavurmak bir ihtiyaç hâline gelmiştir. Fakat Hollywood’un büyülü dünyasından esinlenilerek ortaya çıkan, aşk ve komedi gibi türlerin ekseninde devam eden sinema, toplumun bu ihtiyacına destek olmaya çok uzak kalmıştır. Bu durum Vittorio De Sica, Roberto Rosselini ve Luchino Visconti gibi aydınlar için bir arayışa dönüşmüş ve sinema üzerinde gerçeği yakalama istencini oluşturmuştur. Realist bir bakış açısını benimseyen dönemin sinemacıları, estetiği ve kurguyu bir tarafa bırakarak “uzun belgesel” tanımına yakın filmlere yönelmiş ve sinema anlayışı köklü bir değişime gitmiştir.
İtalyan Yeni Gerçekçiliği akımı etkisinde çekilen filmler, stüdyodan ziyade savaşta harap olmuş sokaklarda çekilmiştir. Sinemayı teatral olmayan, nesnel bir noktaya taşımak isteyen bu akım, kötümser bir dünyayı cesurca aktararak insanlarda farkındalık yaratmayı amaçlamıştır. “Yıldız oyuncu” kavramının yerini sokaktan insanlar ve amatör oyuncular almış; edebi diyaloglar da rolünü doğaçlama konuşmalara bırakmıştır. Tamamen yalın ve minimalist bir anlatımın hâkim olduğu bu filmler, izleyiciye çıkarım yapma veya özdeşleşme gibi kaygılar yaşatmamıştır. Çünkü anlatılan hikâye, seyircinin etrafını çevreleyen gerçekliğin kendisidir. Filmlerde kullanılan ekipmanlar asgari seviyede tutulmuş ve olabildiğince düşük bütçelerle çekilmiştir. Öykünme ve kurgudan uzak kalarak halkın acı tecrübelerine odaklanmak, akımın filmlerinde yazılı olmayan bir kural hâline gelmiştir. Filmlerin ana temasını ise işçi sınıfının yaşadığı acılar, toplumun yoksulluğu ve ideolojik mücadelesi gibi konular oluşturmuştur.
1950’li yılların ortasında savaşın yaraları sarılmaya başlandıkça, sefaletin sinematik aktarımı da artık insanlara hitap etmemeye başlamıştır. Gerçekliğin yorumlanmış, analiz edilmiş ve süslenmiş hâli izleyicilere daha cazip gelmektedir. Mutlu bir dünyanın kurgulanmış tasviri, toplumun eğlence ihtiyacına karşılık vermiş ve daha çok izleyici çekmiştir. Bunların sonucu olarak da dönemin sinema anlayışında keskin bir değişim yaratan İtalyan Yeni Gerçekçiliği akımı etkisini yavaş yavaş kaybetmiştir. Vittorio De Sica’nın Umberto D. (1952) filmi, bu akımın son yapımı olarak kabul edilir.
Burakhan Yanık
Kaynakça
John Orr, Sinema ve Modernlik, Çev: Ayşegül Bahçıvan, Bilim ve Sanat Yayınları, Ankara, 1997
Robert Philip Kolker, Değişen Bakış, Çev: Ertan Yılmaz, Deki Yayınevi, İstanbul, 2010
İtalyan Yeni Gerçekçiliği akımı etkisinde çekilmiş diğer önemli filmler için:
https://filmhafizasi.com/sinemada-akimlar-3-yeni-gercekcilik-akimi/