Çağdaş İran Sineması
1979 İslam Devrimi’nin getirdiği duraklama döneminden önce İran Sineması yükselişteydi ve modernist bir realizm anlayışını perdeye taşımaktaydı. Dariush Mehrjui’nin The Cow (1969) filmi önceki yıllarda sosyal konuları ele alan filmlerin sansürlenmesine ve yasaklanmasına karşın çekilmiş, İran Yeni Dalga Sineması’nın öncüsü olmuştu. Filmler sonunda gerçek meseleleri ele alıyor ve siyasi değişimleri ve konuları yansıtacak şekilde içinde çekildiği toplumu ve başındakileri eleştirebiliyordu. Bu filmler arasında Abbas Kiyarüstemi’ye de ilham verecek olan A Simple Event (1974) de bulunuyordu. Sinemanın baharı İran’a da gelmek üzereydi, potansiyelini tüm dünya görecekti; fakat sinema sektörü 1979 yılındaki devrim öncesinde, sırasında ve bunu takip eden savaş yıllarında ciddi biçimde sekteye uğradı. 1978 yılındaki Şah karşıtı gösterilerde Abadan’daki bir sinemanın yakılması sonucu yaklaşık 400 kişi hayatını kaybetti. Sinema propaganda aracı olmadığı sürece bir tehditti. Yine de, yıllar geçtikçe, sinemaya birtakım özgürlükler geri verilmek durumundaydı, sonuçta sinema sadece sanat değil, hasılat getiren bir araçtı aynı zamanda.
Yönetmenler kendi fonlarını bulmaya yönlendirilmeye başladıktan sonra İran Sineması İkinci Yeni Dalgası’na girmişti artık, küresel olarak tanınmalarının önü açılmıştı. Bu filmlerden ilki Abbas Kiyarüstemi’nin Where is the Friend’s House? (1987) filmiydi. Hem Kiyarüstemi’yi hem de genel olarak İran Sineması’nı uluslararası sahneye çıkaran film buydu. Uluslarası birçok festivalde ödüller almış, hem yönetmenin hem de ülkenin adını duyurmuş, “İran Sineması” diye kendine has estetiği ve dili olan bir sinemanın varlığını somutlaştırmıştı. Bunun gibi filmler hem realizmden hem de İtalyan neo-realizminden parçalar taşıyor, yansıttığı konuların görünün basitliği ve teknik minimalizmin harmanlaması altta yatan büyük soruları vurguluyor, oldukça etkileyici filmler ortaya konuluyordu. Jafar Panahi’nin The White Balloon’u (1995) ve babası gibi yönetmen olan Samira Makhmalbaf’ın The Apple (1998) filmi gibi filmler de Kiyarüstemi’nin filmi gibi bu elementleri taşıyordu. Görünülür basitliğin altında yatan derin sorular, incelemeler ve eleştiriler neredeyse sansürün etrafından yollar çiziyor, filmler için imkanlar oluşturuyordu. Mohsen ve Samira Makhmalbaf’ın sonraki yıllarda yaptıkları Afganların yaşamlarını ve acılarını da realistim bir biçimde ortaya koyan yapıları sosyal eşitsizlikleri daha direkt bir yolla dile getirse de (Kandahar, At Five in the Afternoon), Kiyarüstemi’nin belki de en çok bilinen filmi olan Taste of Cherry (1997) de İran toplumunun birkaç katmanını tamamen siyasetten uzak gözüken bir senaryoya rağmen incelemeyi başarır yani limitlerin etrafında dolaşarak hem derinine kişisel ve felsefi hem de eleştirel bir film olmayı başarır. Bu minimalizm, doğallık ve dramatiklikten uzaklık belki de yeni dalga İran sinemasının en önemli özelliklerinden. Makhmalbaf’ın A Moment of Innocence’ı (1996) da bu dili yansıtan filmlerden birisidir.
İkinci Yeni Dalga’yı tanımlamak için realizm çok yetersiz bir damga olur. Bu özellikle Kiyarüstemi’nin belgesel tarzında çekilmiş ve çoğu zaman en iyi filmlerinden olarak anılan Close-Up (1990) filminde anlaşılır. Gerçek ve fantezi arasındaki çizgi neredeyse yok olur. Kiyarüstemi bu filmde Makhmalbaf’ı taklit eden bir adamın belgeleselini çeker: Kimlik, sanat, gerçeklik gibi kavramlar manipüle edilir ve sorgulanır. Özüne inmesi son derece zor bir filmdir ve belki de amaç da budur. Bu filmle Kiyarüstemi sanatının ne kadar karmaşık olduğunu gözler önüne serer. Bu realizm sorgulaması da aslında modernist bir reflekstir. Panahi’nin Mirror (1997) ve This is Not a Film (2011) filminde de bu sinematik kesintiler, realizm sorgulamaları bulunur. Sinema ve genel olarak gerçeklik, sanatın gerçeklikle ilişkisi ustalıkla sorgulanır. Kiyarüstemi’nin Koker üçlemesinde de her filmi bir diğerini hatırlatır, sorgular ve değiştirir. Belgesel formunun yeni dalga İran sinemasında çok tercih edilmesi ise gerçeklikle olan ilişkinin ortaya çıkarılması için son derece elverişli olmasıdır şüphesiz ki. Hem şiirsel hem gerçekçi diliyle yeni dalga İran sineması, ikinci ve üçüncü dalgalarıyla ulusal sinemalar arasında en çok konuşulanlar arasında yerini almıştır.