Amerikan Deneysel Sineması (Underground Cinema)
2. Dünya Savaşı sonrasında Amerikan toplumu özgür düşünceyle birlikte hareket ederek tabuları kırmak istemiştir. Hayalleri süsleyen ve herkesin bir gün zengin ve ünlü olacağına dair mottolaşan “Amerikan Rüyası”, toplumun nezdinde bir rüyâ olmaktan öteye gidememiştir. Hâl böyle olunca 1960’lı yıllar Amerikan sineması da bu
rüyâdan uyanıp gerçeği olduğu gibi, rahatsız edici bir şekilde anlatmak istemiştir. Her ne kadar tarihte underground sinema olarak geçse de bu dönemdeki sanatçılar yaptıkları filmlerle deneysel sinema olarak adlandırılmak istemiştir. Underground kelimesinin insanlarda bıraktığı güvensizlik duygusu yerine onlar filmlerinde hayatın sıradanlığını, geleneksel ve ticari sinemanın sıkıcılığını kendi yaşam tarzları ve düşünceleriyle birleştirerek bireyselliğin ön planda tutulduğu “bölünmez bir kişisel anlatım” olarak ortaya çıkan deneysel
filmler çekmişlerdir. Yeni ve rahatsız edici bir estetik anlayışıyla birlikte kameranın başına geçen yönetmenler
birçok kişiye göre şiddet ve pornografik unsurlar içeren, hiçbir şey ifade etmeyen filmler çekmeye başlamıştır. Deneysel filmlerin stüdyosuz bir ortamda, sanatçıların hem kameramanlık hem yönetmenlik yaptığı, senaryosunu kendilerinin yazdığı ve kurguladığı filmler olduğunu görüyoruz. Ek olarak bu filmleri özel kılan şeylerden bir tanesi de yönetmen, oyuncu, sanat, izleyici ve kamera gibi sinema terimlerinin tamamen ters yüz edilerek bu akımın sanatçıları tarafından yeni anlamlar kazanması. Onlar için izleyici kelimesi film yapımcısı ile eş anlamlı. Ego kelimesi ilham, spontanelik ise hayal gücü çuvalladığında başvurulan şeyi temsil ediyor.
Deneysel sinemanın içinde ticari sinemada kendine yer edinememiş oyuncular da hayatın içindeki sıradanlıkları spot ışıkları, bayağı diyaloglar ve makyaj olmadan en doğal şekilde yansıtmaya çalışmışlardır. Bu dönem, çekilen filmlerin içerisinde bir sonraki sahnenin bize neyi getireceğini bilmeden izlenmesi seyircileri sarsmaya ve uykularından uyandırmaya yönelik bir hamledir aslında. Genelde 8 ya da 16 mm’lik çekilen bu filmlerin deneysel görüntülerden oluşmasının yanı sıra aynı zamanda zaman olarak da bir kısıtlaması bulunmuyor. Amerikan deneysel sinemanın içerisinde Andy Warhol’un 6 saatlik filmi olan Empire (1964)’ı da görebiliyoruz. Robert Breer’in 14 saniyelik Bir Mucize (1954) adlı filmini de.
Dönemin akılda kalan sanatçılarından biri olarak karşımıza sıra dışı yaklaşımları ve hayatıyla Andy Warhol çıkıyor. Pop art akımını tanıtan ve sevdiren ressam, film yapımcısı ve yayıncısı Andy Warhol filmleri tıpkı sanat anlayışı gibi soyut dışavurumculuk çervevesinde şekilleniyor. En ünlü deneysel filmleri arasında ön plana çıkan Sleep (1964), Empire (1964), Chelsea Girls (1966) gibi filmlerinde erotizmin bambaşka bir boyutunu izliyoruz. Sleep filminde uyku anının sıradanlığına ve aslında anlamsızlığına saatlerce şahitlik ederken, Empire filminde ise Empire binasının önünde durup slow motionla birlikte farklı bir anlatıma tanıklık ediyoruz. Aslında bu filmlerin tek bir ortak noktası var; yaşamın sıradanlığı içinde zamanın yeni bir boyuta taşınması…
Döneme damgasını vuran sanatçılar arasında 1918’den sonra Fransa’da René Clair, Fernand Léger, Marcel Duchamps, Man Ray, Luis Bunuel gibi isimlere, 1930’lu yıllarda ise Jean Cocteau tarafından başlatılan deneysel filmler akımına şahit oluyoruz. Amerika’daki ünlü yönetmenler içinde ise; VanDerBeek, Andy Warhol, Jonas Mekas,
Kenneth Anger, Gregory Markopoulos, Stank Brokhage, Ken Jacobs, Mike ve George Kuchar, Jack Smith gibi isimler ve manifesto niteliği taşıyan deneysel filmleri ortaya çıkıyor.
Hollywood filmlerinin göz kamaştırıcı etkisinin aksine kaba, kan ve dehşet içerikli Amerikan deneysel filmler her ne kadar birçok kişinin izlemeye tahammül edemeyeceği içerikleri barındırsa da esasen oldukça baş döndürücü. Özellikle Andy Warhol, Luis Bunuel gibi sıradan olmayan ve aykırı sanatçıların filmlerine denk geldiğimizde kendimizi sürreal dünyanın etkisinden kurtarabilmemiz pek olası değil. Sinemanın ve cinselliğin tabularını yıkan, şiddetle şiiri bir araya getiren filmlerden hoşlanıyorsanız Amerikan deneysel sinemasına zaman yolculuğu yapabilirsiniz. Ön yargılarınızı bir kenara bırakarak gerçeküstü bir dünyaya uçuş yapmak için gözlüklerinizi takabilirsiniz. Zira sinema sektörünün içerisinde kendini olduğu gibi göstermekten korkmayan, cüretkar
filmlere ve sanatçılara ender rastlıyoruz. Kavramların deneysel anlamlar kazandığı ötelenmiş bir deneysel sinema dünyasının derinliklerinde pek çok hazineyle karşılaşabilir ve yeni deneyimlere şahit olabilirsiniz.
‘’Sanatçı insanların aslında ihtiyacı olmayan şeyleri üreten kimsedir.’’
‘’Seks ekranda ve sayfalar arasında çarşaflar arasında olduğundan daha da heyecan verici.’’
Andy Warhol