Hepimizin hayatında özel bir yeri ve anlamı olan filmler vardır. İzlerken bizleri birkaç saatliğine de olsa başka diyarlara, başka hayatlara, daha doğrusu farklı boyutlara sürükler. Genellikle bundandır her sinema salonundan çıktığımızda gerçek dünyanın acımasız gerçekleriyle yüz yüze kalmamız. En azından bence öyle. Bilmem, siz ne düşünüyorsunuz?
1970”li yılların Amerika ve Avrupa sinemasına tutkumdan ve hassasiyetimden olsa gerek, bu dönemin filmleri şaşmaz ayrıcalığımdır. Velhasılıkelam, 1970”lere ait değilse de, 1980 yılı yapımı bir başyapıt olan Brian De Palma klasiği Dressed To Kill”den söz etmek isterim siz sevgili Fil”m Hafızası müdavimlerine.
Efendim, sıkı sinefiller Brian De Palma”nın Hitchcock tutkusunu ve ona olan zaafını bilir. De Palma, filmlerinde adeta ustanın kullandığı teknikleri, saygı duruşu niteliğinde izleyicilere hatırlatır. Tıpkı Dressed To Kill”de olduğu gibi… De Palma”nın 1980 yılında çektiği, bence şimdiye kadarki en iyi filmi olan yapım, Hitchcock”un yine en ünlü eserlerinden olan Psycho”ya yapılan saygı duruşu niteliğindeki göndermelerle doludur. Filmi izlerken ister istemez Psycho”daki sahneler adeta gözünüzün önünde canlanır.
Kate Miller (Angie Dickinson), cinsel takıntıları olan, son derece doyumsuz, orta yaşlı bir kadındır. Fantezilerini doktoru olan Robert Elliott”a (Michael Caine) anlatır. Daha sonraki sahnelerde kadın anlattığı bu fantezilerini gerçekleştirmek için bir müzeye gider ve orada tanıştığı bir erkekle birlikte olur. Fakat adamın cinsel yolla bulaşan bir hastalığı olduğunu fark eder ve büyük bir telaşla evden ayrılır. Kaçarken gizemli bir katil tarafından kısa bir mücadele sonucunda öldürülür. Cinayetin tek tanığı olan fahişe Liz (Nancy Allen) ve Kate”in oğlu Peter (Keith Gordon) olayı araştırmaya başlarlar.
De Palma, filmde Liz karakterinin toplumdaki yerini, transseksüel katilin cinsel kimliğiyle yaşadığı çatışmayı ve cinayet sebebini ustalıkla işleyerek gerçek anlamda kadın merkezli bir hikaye anlatır bizlere.
Yönetmenin Hitchcock tutkusuna dönmek gerekirse, özellikle birkaç sekanstan söz etmekte fayda vardır: örneğin, asansördeki cinayet sahnesinde vücuda inen ustura darbelerini gösteren kısa planlar, birer kurgu ve çekim harikasıdır. Yine filmin açılış sekansında izlediğimiz, duşta mastürbasyon yaptığı rüya sahnesi yönetmenin Psycho”ya gönderdiği bir selamdır. Keza röntgencilik, cinayetleri araştıran polisler, kimlik değiştirme ve bastırılmış cinsel sapkınlıklar Hitchcock”un ana konularının başında gelir. Brian De Palma”nın bu sahnelerin zamanlamasını çok iyi kurgulaması ve bu sahneleri özellikle kullanması, bizlere adeta ustasının izinden giden referanslı bir çırak olduğunu gösterir.
Dressed To Kill, bizlere filmi izlerken yönetmeni hakkında ipuçları verir. Onun ne kadar sağlam bir göze, stilize bir yapıya sahip olduğunu, her şeyden önemlisi mantığıyla değil duygularıyla hareket ettiğini görürüz.
Bütün farklı özelliklerine rağmen film, çekildiği yıllarda maalesef bir “Alfred Hitchcock taklidi” olarak eleştiri almıştır. Neyse ki sonraki yıllarda onu anlayan eleştirmen sayısının çoğalmasıyla hak ettiği değere kavuşmuştur.
Filmdeki oyunculardan kısaca bahsetmek gerekirse: Michael Caine psikiyatrist rolüyle hafızalara yer ederken, filmdeki rolüyle Angie Dickinson”un -kısa da olsa- başarılı performansı göz dolduruyor. Her ne kadar oyunculuğunu bu film için yetersiz görsem de Nancy Allen da o dönemde çevirdiği filmlerin hatırına filmin büyüsü içinde zaten kayboluyor. Bu arada Nancy Allen”in bu dönemde Brian De Palma”nın gözde oyuncularından biri (Carrie, Blow Out vb.) ve aynı zamanda eski sevgilisi olduğunu da hatırlatayım. Yine karakter oyuncusu Dennis Franz”in dedektif Marino tiplemesi de, o dönemin cool ve ukala dedektiflerin karikatürize edilmiş hali olarak belleklerde yer alıyor.
Son olarak filmin orijinal adının konusuyla tamamen uyuştuğunu , “ölüme Kuşanmak” isminin “orijinali başka, bizdeki adı başka” çevirmelere inat, o dönem için gayet mantıklı bir çeviri olduğunu da söylemek isterim.