Bir film düşünün ki yönetmeni Steven Spielberg, senaristleri sinemanın dâhi çocukları Coen Kardeşler, başrol oyuncusu Tom Hanks, görüntü yönetmeni de alanının tarihini ve manasını değiştirmiş ışık ustası, ödül canavarı Janusz Kaminski olsun. Bu durumda ortaya kötü bir film çıkması fizik kurallarına aykırı olurdu herhâlde. Bridge of Spies (2015), ABD Anayasası’nın kazanımlarını bütün dünyanın önünde yeniden ve yeniden hatırlatır. Yani, “Herkes için hukuk!” mottosunu. Bu hatırlatmayı da 1950 döneminin paranoyak McCarthy ABD’si ile SSCB arasındaki Soğuk Savaş döneminde yapar. KGB’nin gerçek tarihindeki en önemli ajanlarından biri olan Rudolf Ivanovich Abel’in (Mark Rylance) yakalanışını ve SSCB-ABD arasındaki casus takasını hikâyenin merkezine koyarak anlatmayı tercih eder.
Adil bir hukuksal sürecin ve ısrarlı bir araştırmanın olmadığı yerde sadece önyargılar ve kontrolsüz refleksler oluşur. Devlet, duygusal olamaz. Adalet ise devlet kurumunun temelini oluşturduğuna göre, halk vicdanının ne istediğinden çok hukukun ne istediği daha birincildir. Çünkü vicdan, algısal yönergelere açık bir duyargadır. Bu da zâhirin ne kadar doğru olup olmadığı sürüncemesini ortaya çıkarır. Özetle adalet, vicdana göre sağlanamaz. Bu, hukukun kendisine temel aldığı prensiptir. Spielberg, Yahudi bir Amerikan milliyetçisi olarak; Munich (2005) ve Schindler‘s List’te (1993) bu konunun diğer noktalarına ve artçıllarına bakmıştır. Şimdiki farklılık ise Berlin Duvarı’nın arka fonunda, SSCB – ABD ilişkilerinin seyir hâlini sunuyor olmasıdır. Bu seyir esnasında, gerçek taht oyunlarına dair bir izlenim elde edinilebilir. Rusya’nın istihbari reaksiyonlarının ve dezenformasyon yöntemlerinin, nasıl bugün de geçerli olduğunun imareleri filmde bulunmaktadır. Bknz: Türkiye – Rusya ilişkileri. Ayrıca, Avukat Donovan (Tom Hanks) karakterinin kayıt dışı yollardan gerçekleştirdiği müzakereler, dönemin reel politik gerçekliklerini anlayabilmek adına da ilgi çekicidir.
Bolşevik devrimi sonrası, kimyasını değiştirip kültürel birikimini arkasında bırakan Soğuk Rus duvarı, Dostoyevski ve Tolstoy’un Rusya’sına Fatiha okumuştur. Amerikan milliyetçiliğinin, eğitim sistemi ve toplumsal reaksiyonlar üzerinden betimlenen filmdeki tezahürleri, ülkemizin, ABD’nin tarihsel siyasi dokusu ile ne kadar paralellik gösterdiğine önemli bir örnektir. Filmde farklı karakterler üzerinden betimlenen ulus bilincinin, toplumsal bir duruş olarak ön plana çıkarıldığı idealize edilmiş bir ABD görülür. Bir sahnede tamamen ulusalcı bir hâkime karşı ilkelerini sonuna dek savunmaya çalışan ve bu nedenle halk nezdinde ve hatta adalet çevrelerinde başta vatan haini ilân edilip, sonrasında ise gerçek bir kahramana dönüşen Avukat Donovan bulunur. Duygusal tepkimeye uğrayan bir polis şefinin, Donovan’ın evine yapılan saldırıyı onaylar bir tavır içerisine girmesine şahit olmamız ise polis-devlet anlayışının bir tezahürüdür. Film, kendi halkımızın, kapalı kapılar ardında yönetilen başka bir dünyanın var olduğunu ve medya/basın üzerinden izlenilen politik meselelerin çok eksik ve yetersiz kaldığını anlaması açısından da uyarıcı bir etkendir.
Bridge of Spies’da tasvir edilen Berlin ile Postdam’ı -Doğu ve Batı Almanya- birleştiren Glenicke köprüsü, hikâyenin ana sembolizasyonudur. Spielberg’in, Doğu-Batı Berlin’i ayıran duvarın üzerinden geçen bir tren konpartımanından gösterdiği, kaçmaya çalışırken vurulan çocuklar ve insanlarla; Donovan karakterinin Queens’den trenle işine gittiği esnada gördüğü, evlerin aralarındaki tellerden atlayarak oyun oynayan çocuklar ile mukayese etmesi; Amerikan rüyası ile dünyanın kötücüllüğü arasına çizdiği korunaklı bir cephedir. Fakat Coen Kardeşler’in hakkını vermek gerekir ki, bariz bir şekilde Rudolf Abel karakteri üzerinden betimlenen “Sana göre bir hain casus, belki kendi ülkesinin kahramanıdır!” fikri bu zamana kadarki ilgili dönem filmlerinde ilk kez altı çizilebilmiş bir cümledir.
Filmin girişindeki 1950’lere ait metro sahnesi ve detaylı figürasyon, inanılmaz derinlikte bir sanat yönetimi şaheseridir. Bir dönem filmine gösterilen özeni anlamak için, sahnenin en arka planında yer alan ana konu ile alakasız figürasyona, kostümlere ve olaylara bakmak gereklidir. Metroda ana karakter geçerken arka planda kavga eden bir çift, çok uzak vagonda ayakta gazete okuyan bir adam, cadde üzerinde oluşturulan yoğun trafik ve insan akışı, dönem filmlerinin sanat yönetimi başarısını ve kalite seviyesini belli eder. Bu nedenle son yıllarda yapılmış, en kapsamlı dönem filmi diyebilirim Bridge of Spies için. Mark Rylance’in Oscar alan performansı ise gerçekten kayda değerdir. Film daha kısa olması gereken süresine rağmen, Spielberg sinemasındaki en önemli noktalardan birine rahatlıkla oturacak seviyededir.