Dear Thomas (2021), şair ve yönetmen Thomas Brasch’ın (1945-2001) hayat hikâyesini konu alır. Yönetmen Andreas Kleinert, “daktilo başındaki bir insanın hayatı nasıl ilginç anlatılabilir” sorusunun peşine düşer ve filmini Thomas Brasch’a yazılmış bir aşk mektubu olarak nitelendirir. Senaryo yapısını Brasch’ın şiirinden, filmin tarzını ise Brasch’ın karakterinden esinlenerek kurgular.
Doğu Almanya veya resmî adıyla Demokratik Alman Cumhuriyeti (DAC) henüz genç bir ülkedir ve Thomas’ın babası bu yeni devletin inşa edilmesinde başrol oynayan bakanlardan biridir. Thomas’ın hem sanatçı kimliği, hem de sosyalizmi anlayış şekli önce babasıyla daha sonra Berlin’in her iki tarafıyla da çelişir. Film, ilk bakışta “baskıcı rejime karşı idealist bir sanatçı” anlatısı olarak yorumlanabilir fakat izleyicisine çok daha fazlasını vadeder. Klişeleşmiş Batı merkezli Doğu Almanya betimlemelerinden uzaklaşır. Soğuk Savaş dönemi Doğu bloğu, Batı için bir tehdit unsuru olduğundan kendi kimliğini öteki kavramı üzerinden yeniden oluşturur. Ekonomisi sosyalizme dayanan ve otoriter siyasi yönetimi benimseyen Doğu Almanya’dan ölüm riskini göze alarak Batı Almanya’ya insanların kaçması veya kaçmak istemesi, Batı’nın Doğu hakkında yanılsamalarına neden olur [1]. Bu anlamda Thomas Brasch’ın hayatı yirminci yüzyılın tarihiyle yakından bağlantılıdır. Birleşmeden günümüze otuz iki sene geçmesine rağmen bölünmenin etkileri doğu ve batıdaki insanların yaşamlarında hala hissedilmekte ve ekonomik göstergelere göre bölgesel eşitsizlik devam etmekte [2]. Yönetmen Kleinert, bölünmenin sonuçlarına ve Batı’nın yanılsamalarına Thomas Brasch’ın siyah beyaz biyografisi üzerinden değinir.
Thomas Brasch büyüdüğü topraklar olan Doğu Almanya’ya bağlıdır. Öte yandan hükümete ve babasına göre uyumsuz bir sosyalisttir. Bu durumu Prag’ı işgal eden Sovyetler’e karşı yapılan protestolara katılmasından anlayabiliriz. Doğu Almanya’daki baskı ve gözetlemeleri ise Thomas’ın askeri okuldaki anılarında, eserlerinin yasaklanmasında veya kardeşinin sevgilisinin ajan olmasında görebiliriz. Bu gibi sebeplerle duvarın öteki tarafına, Batı Berlin’e geçer. Batı Almanya’nın Doğu’yla kıyaslandığında ekonomik göstergelerle ileride olması filmde zengin ışık, mekân ve kıyafet kullanımlarıyla öne çıkar.
Ekonomik göstergeler iki farklı alanı tanımlamada yeterli midir? Ekonomiye girişte öğretilen temel bilgiye göre düşük işsizlik, istikrarlı büyüme ve düşük enflasyon üçgeni, ülkelerin ne derece başarılı bir performans gösterdiğini ölçmeye çalışılır. Halbuki bu kriterler; kitlelerin refah, huzur ve gelir adaleti seviyelerini göstermez. Kendisi de Doğu Berlinli olan yönetmen Andreas Kleinert, klişeleşmiş Batı merkezli Doğu Almanya betimlemelerinden dönemin politik ve kültürel hayatını bir arada sunarak uzaklaşır. Doğu Berlinli gençlerin bir yandan baskıcı rejime direnirken diğer yandan partiler verip dans ettikleri, âşık olup seviştikleri sahnelere yer verir. Böylece ilk fırsatta Batı’ya kaçmayı arzulayan kişileri değil Doğu’da mutlu hayatları olan insanları anlatır. Kleinert’ın bu bakış açısını Thomas’ın hayatında da görürüz. Amerikalı bir yayınevi, kendisine Doğu Almanya anılarını kitaplaştırmasını teklif eder. Thomas, Batı merkezcil tanımlamalara oturtulmuş bir Doğu Almanya anlatısı yapmayı reddeder. Yine benzer bir sahne, Batı Berlin’de gerçekleşir. Bir gazeteci, Doğu’yu terk eden Thomas’ın Batı’yı öveceği beklentisiyle ezbere gelmiş soruları sorar. Thomas’tan istediği cevabı alamayınca “Siz DAC’yi epey seviyorsunuz galiba, Bay Brasch” der. Thomas ise “Eski sevgilinden ayrıldın diye onu hayat kadını ilân etmezsin, değil mi?” diye cevaplar. Tüm bu sahneler, Batı’nın Doğu Almanya hakkındaki yanılmasamalarına işaret eder.
Thomas, Batı Almanya’da sanatını özgürce icra edebilir ve üne kavuşur fakat kendisinin Batı’ya entegre olması nedeniyle sosyalizme ihanet ettiğini düşünür. Duvarın öteki tarafında kalan ailesiyle de bir daha görüşemez. Sosyalizme ve ailesine duyduğu özlemle yaşamak zorunda kalır. Brasch’ın yaşadığı iç çelişkiler filme halüsinasyonlar olarak yansır. Thomas, halüsinasyonlarında kapitalizmin maşası olduğunu babasının ağzından duyar. Brasch’ın babasıyla olan aşk-nefret ilişkisi, annesine ve kardeşlerine duyduğu derin sevgi ile yaşadığı romantik ilişkiler kurguyla gerçek arasında bir yerdedir. Bu bağlamda Dear Thomas klasik biyografi filmlerinden ayrılır. Yönetmen Kleinert rüya ile gerçeği karıştırarak biyografi türünün bileşenlerini yıkar. Tüm bu anlatımlar, film boyunca hızlı ve serbest bir akışta sunulur. Filmin tarzı da en az Thomas kadar cüretkârdır. Bu tercih, yönetmen Kleinert’ın yüksek tempolu ve özgün bir anlatım yakalamasına vesile olur. Yönetmenin anlatım biçimi Thomas Brasch’ın özgür karakterine paraleldir.
Filmdeki olay akışı tıpkı Thomas’ın aşağıda yer alan şiirindeki gibidir. Mutlu anılarını ardında bırakıp Doğu Almanya’yı terk etmesi, sevdiklerinden ve sosyalizmden uzakta Batı Almanya’da kalmak istememesi ve nihayet duvarın yıkılmasından sonra Doğu Berlin’e taşınması adeta şiirinin dizelerinde saklı. Nitekim, Doğu Berlin artık eskisi gibi değildir. Kapitalist sistemle buluşmuş olan Doğu tarafı, Thomas’ın daha önce hiç tanık olmadığı bir yer. Bir şiirden yüz elli yedi dakikalık bir filme uzanmak daktilo başındaki bir insanın hayatını anlatan Dear Thomas‘ı bir hayli ilginç kılmakta.
Sahip olduklarımı kaybetmek istemiyorum ama
Olduğum yerde kalmak da istemiyorum
–
Sevdiklerimden değil, görmek istemediğimi bildiklerimden ayrılmak istiyorum
Artık yaşadığım yerde ölmek istemiyorum ama
–
Öleceğim yere de gitmek istemiyorum
Daha önce hiç bulunmadığım yerde kalmak istiyorum.
Thomas Brasch
[2]https://www.theguardian.com/world/2020/sep/16/germany-east-west-gaps-persist-30-years-reunification