Bir sanat eseri; sanatçısının yansımalarından oluşur, tamamlanır ve severiyle buluşur. Fakat bu buluşmalarda sanatsever, ne yazık ki sanatçının ya da sanat eserinin kendisi için çizdiği sınırlardan öteye gidemez.
Bu sınırlardan birisi de, geleneksel üç duvarlı tiyatroda sahnenin önünde var olduğu düşünülen hayalî perde; bir diğer deyişle dördüncü duvardır. Bu duvar sayesinde eser, kurmaca dünyasının kendi içerisinde gerçekliğini seyircisinin gerçekliğinden korur ve seyirciyi, özdeşleştirme yoluyla bu dünyanın içerisine çekmeyi hedefler.
Bu hayalî duvarı yıkmak, seyirciyi sandalyesine oturmuş bir gözlemci konumundan kurtarır ve kurmaca dünyaya dâhil olmasını sağlar. Bir anlamda seyircilik, yerini tanıklığa bırakır. Brecht ile birlikte popüler olan dördüncü duvarı yıkma durumu, sinemanın ilk yıllarında zaman zaman bilinçsizce gerçekleştirilse de; asıl olarak sinema üzerine deneylerin yapıldığı 50’li yılların sonlarında başarıyla uygulandı.
Sinemanın bir sanat formu olduğunu kanıtlama zorunluluğunu hisseden cesur yönetmenler, yaptıkları filmlerde dördüncü duvarı yıkarak, karakterlerini seyircilerine yaklaştırdı ve filmlerini interaktif kıldı.
İşte o filmlerden bazıları…