1.The Great Train Robbery (1903) – Edwin S. Porter
Sinema tarihinin dördüncü duvarı yıkan en erken örneklerinden biri, Porter’ın The Great Train Robbery (1903) filminin son sahnesidir. Bir tren soygununu kendine konu edinen film; tartışmalı da olsa, ilk western filmi olarak kabul edilir.
Gerek teknik gerekse oyunculuklar ve öykü açısından çok ilkel olan film, döneminin filmleriyle kıyaslandığında reformcu olarak görülebilir. Filmin son sahnesinde kameraya karşı ateş edilmesi ile, dördüncü duvar kelimenin tam anlamıyla yerle bir edilir.
2. Les Quatre Cents Coups (1959) – François Truffaut
Genel yargıya göre, insanlar aşikâr olduklarını daha iyi yansıtırlar. Aslına bakarsanız, birçok sanat dalında bu durumun başarılı örneklerine rastlarız. Sinemaya gelindiğinde ise, Les Quatre Cents Coups (1959) filmiyle Truffaut bu cümleyi doğrular. Truffaut, geçirdiği zor çocukluk dönemi anılarını kesesine koyarak yola çıkar ve bu anıları, yarattığı Antoine Doinel (Jean- Pierre Léaud) karakteriyle yol boyunca paylaşır. Böylelikle, Antoine Doinel’i gerçek kılar.
Pek çoklarına göre, sinema tarihinin en iyi ilk filmi olarak kabul edilen Les Quatre Cents Coups, gerek teknik gerekse içerik bakımından kendi dönemine ait filmler ile kıyaslandığında gözle görülür bir biçimde yenilikçidir. Çünkü çocukluğunda sinema yüzünden tutuklanmış olan Truffaut ve Cinématheque’i paylaştığı arkadaşlarının aklında, sinemayı anlamaktan ve geliştirmekten başka pek bir şey yoktu. Böylelikle, klasik anlatı yapısının dışına çıktılar ve sinemanın en verimli zamanları başladı. Bunların başında ise Les Quatre Cents Coups vardı.
Film boyunca, stüdyo dışı long shotlar gibi teknik açıdan pek çok cesur yenilik ile karşılaşsak da, filmin son sahnesinde Truffaut cesaretiyle seyircisini büyüler. Çünkü, freeze scene tekniğiyle Truffaut; babası yerine koyduğu Bazin’in auteur kavramını nesnel olarak seyircisine aktarmış, filmine gerçek anlamda nokta koymuştur. Bunun yanı sıra Truffaut, en büyük yönetmenlerin bile yapmaya pek cesaret edemediği bir çalışmaya girişir son sahnede. Seyirci olarak bizi gözlemci konumundan alır ve tanık konumuna bırakır. Son sahnede, Antoine Doinel bizi görmüştür ve dördüncü duvar yıkılmıştır. Truffaut, Doinel’in özgürlüğüyle katharsis yaşayacak olan seyircisini son anda ‘’Bu bir film.’’ diye uyarır.
3. Pierrot Le Fou (1965) – Jean Luc Godard
Cinématheque’in bir diğer müdavimi, Yeni Dalga’nın en başarılı yönetmenlerinden biri olan Godard, À Bout de Souffle (1960), Vivre Sa Vie (1962), Le Mépris (1963) gibi birçok başarılı ve yenilikçi filme imzasını attıktan sonra, Pierrot Le Fou (1965) gibi bir başyapıt ortaya çıkardı.
Sinema kariyerine kuralları yıkarak başlayan Godard, daha ilk filmi À Bout de Souffle‘da, klasik kurgu yapısını yıkmış ve jump cut tekniğini seyirciye tanıtmıştı. Yine aynı filmde, Truffaut gibi son sahnede ana karakterini seyircisine döndürmüş ve birebir diyaloğa sokmuştu. Fakat dördüncü duvarı bu şekilde yıkmak Godard için yeterli değildi, seyircisine izlediğinin bir film olduğunu özellikle belirtmek için farklı yollar denedi. Filmlerine metinler yerleştirdi, bütünü bozan sahneler ekledi.
Yeni Dalga’dan bahsedildiğinde akla gelen ilk sahnelerden birisi ise, Godard’ın dördüncü duvarı yıkma denemelerinden biri olan ve Pierrot Le Fou’da yer alan Anna Karina’nın makas sahnesidir. Film akışı sırasında araya giren sahne, bütünü bozarak film dünyasını yıkar ve seyirciyi filme aktif olarak dâhil eder.