7. Goodfellas (1990) – Martin Scorsese
Taxi Driver (1976), Raging Bull (1980) , The Wolf of Wall Street (2013) gibi filmlerin başarılı yönetmeni, Hollywood’un bir diğer büyük ismi Martin Scorsese’in, sevilen bir diğer filmi Goodfellas (1990); mafyatik üç adamın başından geçenleri konu alır.
Scorsese’e Taxi Driver filmi kadar başarı getiremese de, Goodfellas’ın son sahnesinde verdiği referansla sinemaseverler için önem taşır. Porter’ın The Great Train Robbery (1903) filmi gibi Goodfellas da, kameraya doğru ateş edilme ile sona erer. Böylelikle, film içerisinde denenen dördüncü duvarı yıkma çabaları güzel bir saygı göstergesiyle başarıyla sonlanır.
8. Funny Games (1997) – Michael Haneke
Çağımızın en büyük yönetmenlerinden biri olarak kabul edilen Avusturyalı Michael Haneke’nin, kendisine hem Oscar hem de Palme d’Or getirmiş filmi Amour’dan (2012) ya da Palme d’or ve Golden Globe’u almış olan Das weiße Band – Eine deutsche Kindergeschichte (2009) filminden içerik ve dil olarak çok farklı olan Funny Games (1997); tüm farklılıklarına rağmen yönetmenin başyapıtları arasında yer alır. Aslına bakarsınız, filmi unutulmaz kılan bu farklılıklardır.
İnsan bedenini ve yaşanan durumların sadeliğini kullanarak genellikle filmlerinde duygu satmayı amaçlayan Haneke, film dili olarak gerçekçi anlatımdan vazgeçmez. Kapalı kapılar arkasında olanları bile hissettirir seyircisine, çünkü sadece görme duyusu değildir dünyayı algılamamızı sağlayan. Fakat, şiddet eğilimli iki gencin bir aile üzerinde oynadıkları sadist oyunları aktardığı filmde Haneke, seyircisini bu oyunlara katılmaya zorlar. Film içerisinde yarattığı anlatı diliyle ve kamera teknikleriyle Paul ile seyircisini birebir ilişkiye davet eder. Böylelikle dördüncü duvarı yıkmış olan Haneke, bu yolda birebir sohbet tarzıyla Allen’ı referans almış olsa da Paul karakteri nedeniyle yarattığı hissiyat ile Psycho’yu anımsatır.
9. Fight Club (1999) – David Fincher
Seven (1995), The Curious Case of Benjamin Button (2008), Gone Girl (2014) gibi Hollywood başyapıtlarının yönetmeni olan David Fincher’ın, sinema tarihinin unutulmazları arasında yer alan bir diğer filmi Fight Club’ın (1999) senaryosu, Chuck Palahniuk’un aynı isimli kitabından uyarlanmıştır.
Psikolojik problemleri olduğunu sonradan anladığımız mutsuz bir ofis çalışanının kendisini attığı macerayı anlatan film, aslına bakılırsa teknik açıdan klasik Hollywood anlatı dilinin ötesine pek geçmemiştir. Fakat filmi unutulmaz kılan unsur, dilinden ziyade içeriğidir. Bununla birlikte Fincher; Tyler Durden’ın insanların dünya üzerinde konumlarını sorguladığı ve bir anlamda izleyicisini aşağıladığı sahnede kullandığı teknikle, filmsel gerçekliği bozar ve dördüncü duvarı yıkar.