Karşımızda tabanında yapay romantiklik bulunmayan aksine içinde biraz acı biraz mizah karışımı, kozmopolit New York’u yansıtan karakterlerin gerçek öyküsünün tesadüfi buluşmasından ortaya çıkan bir romantik film var. Frankie and Johnny in the Clair de Lune adlı tiyatro oyunundan uyarlanan Frankie and Johnny (1991) filmi, geçen yaz aramızdan ayrılan Gary Marshall’ın en popüler işi Pretty Woman’dan (1990) sonra yaptığı ilk işidir. Yayınlandığı dönemde bir hit olmamışsa da benim için gelmiş geçmiş en iyi romantik-komedi filmidir. Senaryosu aynı zamanda oyunun da yazarı Terrence McNally’e ait olan filmin başrollerinde daha önce Scarface (1983) filminde birlikte rol alan Al Paico ve Michelle Pfeiffer yer alıyor. Brodway kökenli üstat Al Pacino’nun oyun uyarlaması filmimizde sanki sahnedeymişçsine rolüne can vermesi cast seçiminin ne kadar doğru olduğunu gösteriyor.
Johnny (Al Pacino) hapishaneden yeni tahliye olmuş orta yaşı geçkin bir aşçıdır ve Frankie’nin (Michelle Pfeiffer) çalıştığı New York’taki küçük Yunan lokantasında çalışmaya başlar. Kendini romantik ilişkilere kapatan Frankie’nin kalbini kazanmaya kararlı olan özgür ruhlu Johnny karşısındaki duvarları geçmek için çabalar.Tiyatro oyununda tüm hikâye Franky’nin yatak odasında geçerken, filmde ana mekânımız bu şirin lokanta oluyor ve New York’un telaşıyla dolup taşmasına rağmen, evveliyatı televizyona dayanan Marshall, aşçısı, garsonları ve müdavimleriyle burada sıcak bir aile atmosferi yaratmayı başarıyor.
Zıt kutupların birbirini çekmesi gibi Frankie daha beraber çalışmaya başladıkları ilk andan itibaren kendi oluşturduğu tıpkı çalıştığı mekan kadar küçük dünyasına bodoslama dalmış bu uzun saçlı, aşçılıktan anlayan esprili, kafasında kırmızı bandanası ve ukalaca tavırlarıyla arzıendam eden Johnny’e gardını alır. En yakın arkadaşı lokantanın haşarı kızı Cora’ya (Kate Nelligan) ve eşcinsel komşusu Tim’e (Nathan Lane) ne kadar ondan nefret ettiğini söylese de arkadaşları daha önce sorunlu bir evlilik geçiren Frankie’ye bir umut ışığı olabilecek Johnny için şans vermesini ister. Öyle ki şeytan tüyünden yastık yapabilecek kapasiteli Johnny hem lokantanın patronuna hem arkadaşlarına kendini çoktan sevdirmiştir. Johnny’sinin serseri tavırlarıyla bezenmiş ukalalığı sadece Frankie için sinir bozucudur. Al Pacino’nun ne kadar doğru bir cast olduğunu izleyici olarak karakteri bana sevdirmesiyle anladım. İşyerindeki zoraki konuşmalar birbirlerine laf sokmalar zamanla sohbetlere dertleşmeye dönüşür sokakta sandviç yerken konuşurlar konuştukça yakınlaşırlar fakat bu yakınlık Frankie’nin geçmişten gelen yaralarının tekrar açılması korkusu ile sekteye uğrasa da ilişkilerini sahiplenip pes etmemek Johny’nin en büyük sınavı olacaktır.
Filmin müzikleri New York kalabalığında saklanmayı başarmış, kendi hâlindeki bu küçük Yunan lokantasına o kadar güzel eşlik ediyor ki yönetmen Gary Marshall’ın romantik komedi üstadı olduğunu bir kez daha hatırlıyoruz. Lokantadaki hengâme içeren sahnelerde veya romantizmin ağırlık kazandığı final sahnesinde kullanılan müzik seyirciyi rahatsız etmeksizin sahnenin duygusunu aktarabiliyor.
Filmin adından da anlaşılacağı üzere filmimizde iki ana karakterimiz var ve onlara eşlik eden şahane yan karakterlerimiz de mevcut. Çorbanın tadı tuzu niteliğindeki bu yan rollerden özellikle Frankie’nin komşusu Tim karakterine hayat veren Nathan Lane’den bahsetmek gerek. Gerçek hayatında da eşcinsel olan Lane, burada rolünü o kadar naif ki filmin komedi yükünü taşırken aynı zamanda duygusal sahnelerde gösterdiği becerisiyle filmin gizli yıldızı niteliğinde. Pfeiffer, Frankie’nin yakınlık korkusunun yavaş yavaş kabuğunun soyuluşunu bizlere gayet iyi bir performansla iletiyor. Finaldeki monoloğu keza en sade haliyle kalbe dokunuyor. Ve Al Pacino… Film boyunca üzerine tam oturmuş bir ceketten farksız olan tutkulu ve sevecen maço rolünü sergileyen üstat, en sonda karakterin şaşırtıcı hassasiyetini ortaya çıkarırken neden gelmiş geçmiş en iyi oyuncular listesinde en üst sıralarda (belki de en üstte) olduğunu bir kez daha bizlere ispatlıyor. Pacino’nun yüzü yaşı itibariyle yıpranmış olsa bile gözleri bir çocuğunki kadar şevkle dolu. Filmi dokunaklı yapan ve iki starın kimyasının ne denli uyumlu olduğunu gösteren şey ise sonuna gelindiğinde filmin biz izleyicilere şunu çok net anlatmasıdır: Eğer kendisini bu kadar seven bir adam ile beraber olmasaydı, Frankie yeni bir ilişkiye başlama riskini almazdı.
Ezcümle Al Pacino – Michell Pfeiffer uyumunu barındıran bu saklı köşelerde kalmış filmi romantik-komedi severlere tavsiye ederiz. Kahvenizi alın ve mümkünse izlemek için hava durumuna bakarak yağmurlu bir akşam seçin.
Esad Aygün