De Rouille et D’os (2012) ve Un Prophéte (2009) gibi ses getiren filmleriyle tanıdığımız Jacques Audiard’ın Sri Lanka’da yaşayan Tamilli göçmenlerin hikâyesini anlattığı Dheepan’ı (2015) sonunda izleme şansına eriştim.
Dheepan, Sri Lanka’daki iç savaşta Tamil Kaplanları’nda komutandır ve artık savaşın bir kazananı olmadığını, bölüğündeki herkesi kaybettiğinde anlar. Kaçması için gereken, bir aile gibi görünmesine yardımcı olacak iki kişidir. Yalini ve dokuz yaşında ailesini kaybetmiş Illayaal ile aile rolü oynayarak Fransa’ya kaçmaya çalışırlar. Sri Lanka’dan gemiye binip kaçtıkları sahnenin çok daha çarpıcı olmasını beklediğimi itiraf etmek zorundayım. Audiard, belki trajedi dozunu yükselterek aksiyon ögelerini kaybetmek istememiş olabilir.
Dheepan ve sözde ailesi Fransa’ya geldiklerinde mültecilerle ilgilenen kuruma başvurarak bir şans yakalamak isterler. Paris’in gettosunda toplu konutta temizlikçi olarak işe başlayan Dheepan ve Yalini’nin en azından kalacak bir yeri olmuştur. Ancak bazı bloklar silahlı çeteler tarafından tutulmuştur. Dheepan ve Yalini her an bir olayın patlak verebileceğini sezmektedirler.
26 yaşında hiç evlenmemiş, çocuk sahibi olmamış Yalini kendisini aniden bir ailenin sorumluluğu altında bulur. Bunun kendisine zor geldiğini hissettiğimiz her anda ona kızmak istesek de Yalini’nin sokakta arkadaşlarıyla dolaşan kadınları gördüğünde nasıl imrendiğini görüp, belki de hiç âşık olmadığını düşünerek savaş ortamında hayatta kalabilmenin ne kadar zor olduğunu anlamaya çalışıyoruz. Yanı başımızda Suriye’de olanlara hâlâ akıl sır erdiremezken, Aylan Kurdi’nin küçücük bedeni cansız bir şekilde kıyıya vurmuşken mültecileri anlamamız Audiard gibi bir yönetmene rağmen mümkün olamayabiliyor.
Dokuz yaşındaki Illayaal’in okula kaydedildiği sahne, beni en çok etkileyen sahnelerden birisi oldu. Okul müdürü, küçük kıza Sri Lanka’da okula gidip gitmediğini sorar. Küçük kız gitmediğini belirtir ve ardından gelen “Neden?” sorusu gözlerinizin dolmasına neden olacak kadar çarpıcıdır: “Çünkü okulum yakıldı.” der Ilayaal. Her savaş elbette en çok çocukları etkiler ve onların tek istediği biraz ilgidir. Aradığı ilgi ve anaçlık Yalini’nin üstesinden gelemediği bir şeydir. Ayrıca Yalini, Habib isimli bakıma muhtaç bir çete reisinin evine, temizlik ve yemek yapmak için gider. İbrahim’in hapisten çıkması ve Habib’in evinde konaklamaya başlamasıyla gerilim yükselmeye başlar. Bu aile olmayı deneyen üç yabancı, normalleşmeye çalışırken kendilerini birden başka bir kaos ve çatışmanın içinde bulurlar. Audiard, “Kendi toprağında ölmek mi, yoksa yabancı bir ülkede hayatta kalmak mı kolaydır?” ikilemini bize sorgulatır. Çünkü dilini bile anlamadığı insanların arasında bir çatışmanın içine düşmüşlerdir. Dheepan’ın ruhunun derinliklerine ittiği ve unutmaya çalıştığı gerillanın, çeteler arası savaşlar sırasında tekrardan ortaya çıktığını görürüz. Silahlar patlar, kaçmaya çalıştıkları her şey birden hayatlarına yeniden girer.
Müziklerin, renklerin ve hatta kanın kullanılışı bile çok estetik olan Dheepan kesinlikle kaçırılmamalı. Bize mutlu son vermek isteyen Audiard’ın pas geçtiği bir nokta ise bir gün bu göçmenlerin kendi memleketlerine dönebilme arzularıdır. Aslında koca bir toplumu ilgilendiren öznel hikâyelerde, kaçmanın mutluluk olduğunu söylemek topraklarından edilmiş bu insanlara biraz haksızlık olarak nitelendirilebilir. Savaşın sonuçlarını değiştiremeyen göçmenlerin yaşadıkları travmaların ardından başka memlekette huzur bulacağını düşünmek, siyaseti bu dengeleri belirleyen güçlere bırakmak demektir. Başka mutlu bir geleceğe ancak savaşlar bittiğinde kavuşulabilinir.