Sinemacı bir ailenin, senaristliğiyle tanınmış bir üyesi olan Dan Gilroy , ilk yönetmenlik denemesi Nightcrawler‘da (2014) oldukça bıçak sırtı konuların üzerine gidiyor: Yozlaşmış medya, özel hayatın değersizliği, kapitalist sistemde bireyin “Başarı için her yol mübahtır.” anlayışını benimsemesi ve bunun için sistemin tüm gediklerini kullanabilmesi. Gilroy bu konuları perdede incelerken ailesinin tüm desteğini almış. Karısı Rene Russo baş aktrisi, ikizi John kurgucusu ve ağabeyi Tony ise yapımcısı olmuş. Ayrıca görüntüde Robert Elswit ve müzikte James Newton Howard olmak üzere, diğer teknik rollerde de işlerinin ehli isimler göze çarpıyor.
Louis Bloom (Jake Gyllenhaal) hırsı gözlerinden okunan, küçük bir hırsızdır. Ama filmin başında bu iş kolunun ona da küçük geldiğini fark ederiz ki yeni iş bakmaya başlamıştır. Bir gece tesadüfen bir kameramanın yoldaki kazayı görüntülemesini gördüğünde bu iş koluna (gece muhabirliği) atılmaya karar verir. Küçük el kamerası ve polisleri dinlediği telsiziyle gecelere akmaya başlar. Hırsı sayesinde kısa zamanda, çektiklerini bir kanala satmayı başarır.
Kanalın gece haber müdürü Nina’nın (Rene Russo) açgözlülüğü ile Louis’in hırsı birleşince Louis işini hızla büyütür, kamerasını ve arabasını yeniler, ayrıca kendisine bir yardımcı (Riz Ahmed) tutar. Louis işin özünü çabuk kavramıştır ama bu kabiliyetinin onu, ancak bir yere kadar çıkarabileceğini bilmektedir. Bu yüzden, kendi menfaati için gerçekleri bozmaktan ve sınırları aşmaktan hiç çekinmez: Çekmemesi gerekenleri çeker, daha iyi bir açı için kurbanı taşır, rakibini sabote eder ve hatta bir gece daha çekim yapabilmek için şüphelileri ihbar etmez.
Onun bu insanlık dışı eylemleri, Nina’nın raiting ve kariyer hırsıyla birleşir. Nina, Louis’in görüntülerini hukuk dışı olsa bile yayınlamaktan çekinmez, hatta Louis’i daha da teşvik eder. Çünkü Nina biliyordur ki insanlar televizyonda kan ve şiddet istemektedir. Bu ikisinin gerçekliği seyircileri ekrana daha da bağlamaktadır. Bu da hem kanalının raitinglerini yükseltmekte hem de kendi kariyerinin yükselişe geçmesini sağlamaktadır.
Dan Gilroy, Travis Bickle’ı fazlasıyla andıran psikopat karakteri ve Network‘teki (1976) Diane’in özelliklerini taşıyan TV yapımcısıyla ciddi bir sistem eleştirisine soyunuyor. 70’lerin bu iki önemli film karakterini bir araya getirerek, dünyanın hiç iyiye gitmediğinin, tersine teknolojinin gelişmesiyle daha da kötüye gittiğinin sinyallerini veriyor. Gilroy’un hikâye anlatımında ve onu zenginleştirmesinde iki unsur öne çıkıyor: Jake Gyllenhaal’un harika performansı ve Robert Elswit’in muhteşem görüntüleri. Gyllenhaal’un rolüne kendini adadığı ve üzerine çok düşündüğü fazlasıyla aşikâr. Zira yılın en iyi performanlarından birini veriyor. Gözlerindeki açgözlülüğü görmek bile çok korkutucu. Elswit ise çoğunlukla gece ve dışarıda çekim yapmasına rağmen çok canlı görüntüler elde etmiş.
Bir gece filmi olmasının etkisiyle, baştan sona karanlık ve boğucu havasını devam ettirmeyi başarıyor Nightcrawler. Ama filmin atmosferini esas etkileyen husus, yarattığı gerilim. Koltuğunuzda sizi her hücrenizle germeyi başarıyor Gilroy. Bilhassa finale doğru gelen enfes araba takip sahnesinde, kurgunun da güzelliğiyle, soluğunuz kesilebilir.
Bu hafta adayları açıklanan Independent Spirit Awards’da da adından söz ettiren Nightcrawler‘ı, önümüzdeki dönemde daha sık duyabiliriz. Dan Gilroy’un oldukça sıkı ilk yönetmenliğini ve Jake Gyllenhaal’un en iyi performanslarından birini izlemek için bu filmi izlemenizi hararetle tavsiye ederim.