BOB HOSKINS (1942-2014)
Bu yılın başlarında aramızdan ayrılan Bob Hoskins, kariyerinin küçük bir kısmında starlığa meyletmiş, sağlam bir karakter oyuncusuydu. Vefatının ardından çıkan yazıların çoğu 80’lerin iki önemli İngiliz bağımsızını (The Long Good Friday (1980) ve Mona Lisa (1986)) ansa da, 80’lerde çocukluğunu veya gençliğini geçirmiş nesil için Bob Hoskins, Who Framed Roger Rabbit?‘teki (1988) dedektifti.
Robert Zemeckis’in o döneme bomba gibi düşen filmi, yeni yeni gelişen görsel efekt teknolojisini oldukça kıvamında kullanan harika bir animasyon-canlı film (live action) birlikteliğidir. Ünlü animasyon karakteri Roger Rabbit’in haksız yere suçlanmasıyla başlayan film, hem Hollywood’un kamera arkasına atılmış zeki ve mizahi bir bakış, hem de neredeyse safkan bir kara film örneğidir. Ama tüm bunlar Roger’ın güzelliği dillere destan eşi Jessica yanında solda sıfır kalır. Hâlâ daha ‘en seksi film karakterleri’ listelerinde başa oynayan Jessica Rabbit, 2 boyutlu bir çizgi karakter olması gerçeğini koca bir nesle unutturmayı başarmıştı.
Hoskins ise filmde Roger Robbit’e yardım eden dedektif rolüyle başroldeki tek canlı karakterdi. CGI’ın (bilgisayar destekli efektler) daha emekleme döneminde olduğu yıllarda, Hoskins’in Roger ve Jessica Rabbit çifti karşısında verdiği oldukça samimi ve gerçekçi performans dikkat çekmiş ve ona bir Altın Küre adaylığı kazandırmıştı. Gerçekten star fiziğinden oldukça uzak olan (kısa, tıknaz ve kel) Hoskins, bu dezavantajı yeteneği sayesinde avantaja dönüştürmüştü.
Genelde mafya rolleri oynayarak başladığı kariyerinin sonraki dönemlerinde, Who Framed Roger Rabbit?‘in de sayesinde Mermaids (1990), Hook (1991) ve Super Mario Bros. (1993) gibi gişe filmlerinde oynadıktan sonra yine karakter oyunculuğuna geri dönmüştü. Cousin Bette (1998), Felicia’s Journey (1999), Mrs. Henderson Presents (2005) ve Made in Danegham (2010) gibi kaliteli filmlerle adından söz ettirmeyi devam ettirmekteydi. Yakalandığı Parkinson hastalığı sonucu 2011’de oyunculuğu bırakmak zorunda kalan Hoskins, 2014 içinde de hayata gözlerini kapatarak sağlam bir filmografi bıraktı arkasında.
Bahsi geçen bu sağlam İngiliz bağımsızlarının yanında Hoskins’i asıl unutturmayacak olan ise, karısını gördüğünde gerçekten gözleri yerinden fırlayan Roger Rabbit’in yanı başında, bu görsel efektten çok daha gerçekçi bir şekilde Hoskins’in gözlerinde oluşan ifadedir.
LAUREN BACALL (1924-2014)
Femme fatale denince akla ilk gelen isimlerdendir, Lauren Bacall. Kariyerinin başında, sonradan evlendiği Humphrey Bogart ile çektiği kara filmler, türünün en iyileri arasındadır. İçlerinden The Big Sleep (1946) ise gerek sinema tarihindeki yeriyle, gerekse Bacall’ın en karakteristik filmi olmasıyla daha öne çıkar.
Ünlü yönetmen Howard Hawks ile Bogart’ın işbirliği olan To Have or Have Not‘ta (1944) ilk defa kamera karşısına geçen ve bir anda yıldız olan Lauren Bacall’un aynı ikiliyle bir sonraki çalışmasının ürünüdür, The Big Sleep. Raymond Chandler’ın ünlü dedektif karakteri Philip Marlowe’un bir uyarlaması olan filmin senaryosunda ünlü yazar William Faulkner’ın imzası bulunur. The Big Sleep bir kara filmin tüm özelliklerine sahiptir: Asi bir dedektif, güzel ama tehlikeli bir kadın, tetikçiler, hafifmeşrep kadınlar, kokuşmuş insan ilişkileri, bol silah, bol içki ve bol cinayet. Hawks’ın her bir öğeyi kıvamında kullandığı filmde, Bogart nasıl kusursuz bir asi dedektif olmuşsa Bacall da bir o kadar kusursuz femme fatale’dir.
Famme fatele kelimesinin anlamı, ilişkiye girdiği erkeklere sonunda büyük sıkıntılar yaşatan çekici ve baştan çıkarıcı kadındır. Lauren Bacall sıra dışı fiziği, şuh bakışları ve karakteristik sesiyle bu tanıma cuk oturmaktadır. Oldukça modern giysileri, hazırcevaplığı ve gerektiğinde cinselliğini de kullanabilmesiyle erkeklerin gardını direkt düşürür. Bu özelliğiyle Bogart’ın Marlowe’unun fiziki gücüyle eşdeğer bir güce sahip olur. Film boyunca da haksız bile olsa, hep kazanan tarafta yer alır. Asıl önemlisi filmin ikinci karakteri olmasına rağmen, filme baş karakter kadar damgasını vurmasını başarır.
Bacall, sonraki filmlerine de aynı karizma ve ışıltısını yansıtarak 60 yılı aşan bir kariyere imza atar. How to Marry a Millionaire‘den (1953) Dogville‘e (2003) bir sürü önemli, sinema tarihinde iz bırakmış filmde yol alır. Hollywood’un altın döneminde elde ettiği yıldız statüsü sayesinde böyle sağlam filmlerde rol alarak oluşturduğu kariyeri, bu yıl aramızdan ayrılan güzel aktrisin ölümsüzlüğünün dayanağıdır.
ÇOLPAN İLHAN (1936-2014)
Bu yıl ayrıca Çolpan İlhan da aramızdan ayrıldı. İlhan, 1957-1970 arasında Yeşilçam’ın en aktif oyuncularından biriydi. Ama bu zamana yetişemeyenler için Çoplan İlhan; Sadri Alışık’ın sadık eşi, Kerem Alışık’ın müşfik annesi ile tabii usta şair Attilâ İlhan’ın kız kardeşi olarak bilindi. Belki 2000’lerin popüler sitcom’u Tatlı Hayat‘taki (2001-2004) sevimli komşu rolüyle de tanıyordur yeni nesil.
Hâlbuki Çolpan İlhan bunların ötesinde, bir dönemin yıldız oyuncusuydu. Fatih Özgüven’in deyimiyle ‘sahip olduğu bütün diva özelliklerine karşılık bir divane diva olamayan niş bir oyuncu’ydu [1]. Özgüven’in bu tespitine paralel, İlhan’ın filmografisinde göze çarpan çok yapım yoktur. Ama sinema tarihinde kendi izini bıraktığı iki rolü vardır ki İlhan’ın esas gücü bu filmlerde görülür. İlki, Lütfi Ö. Akad ustanın kara film denemesi Yalnızlar Rıhtımı‘ndaki (1959) Konsomatris Güner rolüdür. Burada çizdiği famme fatale karakteri ve söylediği (aslında Yasemin Esmergül seslendirmiştir) ‘Yalnızlar Rıhtımı’ şarkısı İlhan’a yıldızlık kapısını aralamıştır (filmin senaryosunun ağabeyine ait olması, diğer ilginç nottur). İkinci önemi rolü de Türkiye’nin ikinci TV dizisi sayılan Aşk-ı Memnu‘daki (1975) Matmazel de Courton’dur. Halit Refiğ’in gayet sinematografik çektiği (hatta film vesiyonu da bulunan) 6 bölümlük bu ünlü dizide romana oldukça sadık ve gerçekçi bir Matmazel performansı sergiler.
Çolpan İlhan sinemamızda edindiği ayrıksı yerle, Türk Sineması’na gönül verenlerin kalbinde farklı bir yeri olduğu açıktır. Bu yılın önemli kayıplarından biri olarak onu saygıyla anıyoruz.
[1] Divane Olmayan Divalar – Fatih Özgüven – Altyazı, sayı 142, Eylül 2014Artun Bötke