Kemal Sunal filmografisini kabaca dört kategoriye ayırmak mümkündür. İlk olarak kalabalık kadrolu güldürülerin olduğu ve Kemal Sunal’ı geniş kitlelere tanıtan Arzu Film ve Ertem Eğilmez filmleri öne çıkar. Ardından Türk sinemasında absürt komedinin mihenk taşlarından sayılabilecek, bozuk paranın dik geldiği Natuk Baytan ekolü akla gelir. Üçüncü aşamada ise ilk iki kategoride de kendine yer bulamayan, salt ticari kaygılarla yapılmış, mizah seviyesinin de vasat altı kaldığı diğer komedileri gelir Sunal’ın. Son basamakta ise kanaatimce sinemasal açıdan en doyurucu eserleri içinde barındıran toplumsal gerçekçi, bir “derdi” olan ve benim de pek bir sevdiğim Kemal Sunal filmleri gelmektedir. Zeki Ökten, Şerif Gören, Umur Bugay gibi önemli isimlerin ortaklıklarıyla çekilen bu filmler, Kemal Sunal’ın sadece bir komedi oyuncusu değil, başlı başına bir aktör olduğunu da tüm sinemaseverlere göstermiştir.
Düttürü Dünya, güldürü ögelerinin pek olmadığı, buna karşın dört başı mamur bir dram filmidir. Hikâye, pavyonda geceleri klarnet çalarak geçimini sağlamaya çalışan ve Ankara’nın bir gecekondu mahallesinde karısı ve biri engelli olan üç çocuğuyla birlikte hayatta kalma mücadelesi veren Dütdüt Mehmet üzerine kurulur. Dütdüt, 1980’ler Ankarası’nın tipik bir dar gelirli vatandaş portesidir, ancak bu stereotipten farklı olarak bir de sanatçı ruhludur. Kimine göre askerde iki boru üfleyip nota, usul bilmeyen biridir ancak onun hayattan en büyük beklentisi yaptığı “bomba” bestelerin satılıp kasetinin çıkması ve nihai kurtuluşa erişebilmesidir. Bununla birlikte oturdukları evin sahibi olan kayınbiraderinin –ki kayınbirader Osman karakteri, filmin bütünlüğü düşünüldüğünde gayet incelemeye elverişlidir ve değinilecektir- evi müteahhittin birine satması sonucu en acilinden bir taşınma mevzusu hâsıl olur. Eldeki para yeni bir ev bulup taşınmak için yeterli olmayınca Dütdüt biraz da kayınbiraderinin telkinleri sonucu ek işler yapmaya başlar. Pek tabii bu işler Dütdüt Mehmet’in sanatçı kimliğinden bağımsız ve ona uygun olmayan işler olacaktır.
12 Eylül sonrası ülkenin geçirdiği dönüşüm ve toplum üzerindeki travma, haliyle sinema üzerinde de etkili olmuştur. Düttürü Dünya da bu etkiden nasibini alan filmlerden biri olarak anlatısının merkezine öncelikle bir pavyonu yerleştirir. Pavyon kültürü her ne kadar günümüzde yer tutmayıp eski kimliğinden uzaklaşsa da zamanın en gözde eğlence araçlarından biri olması nedeniyle enteresan ve ilgi çekici bir alandır. Dütdüt Mehmet de bu enteresan mekânın sıradan bir çalışanı ya da kendi deyimiyle sanatçısıdır. Aynı zamanda temel vazifesi, insanların eğlencesine fon müziği yaratmak olan bir adamın aslında ziyadesiyle eğlenceden uzak ve türlü dertlerle boğuşan bir yaşam sürmesi de karakterin acınası ironisidir. Öyle ya, her gece saatlerce klarnetiyle sahnede vur patlasın çal oynasın bir ortamda yer alıp mesai bittikten sonra tekrar hayatın tüm sıkıntılarıyla baş başa kalmak, neresinden bakılırsa bakılsın hüzünlü bir durumdur. Mehmet’in kendine bu buhranlardan tek çıkış yolu olarak yaptığı besteleri satmayı görmesi karakterin hüznüne bir tutam da ümitsizlik katmaktan başka bir işe yaramaz. Çünkü söz konusu besteler pek de ahım şahım değildir; zaten bestelerini mırıldandığı arkadaşları da ya ilgilenmeyip umursamazlar ya da üstünkörü bir “İyiymiş” cevabı ile geçiştirirler Dütdüt’ü. Bu noktada karakterin bir nebze de hayalci olduğu ve gerçeklerle yüzleşmeye pek yakın durmadığı saptaması yapılabilir.
Mesai biter ve eve dönüş yolu başlar. Aslında “normal” hayat daha yeni başlamaktadır. İnsanlar uyanıp işlerine doğru yol alırken Dütdüt ve arkadaşı evin yolunu tutarlar. Belki de bu tersine döngüde hayatın tek avantajlı noktası olan fırından ilk çıkan sıcak ekmeklerini alıp yıkık dökük mahallelerine ve iki göz gecekondularına dönerler. Dütdüt’ün karısı ve çocuklarıyla olan ilişkileri de sorunsuz değildir elbet ancak nihayetinde gerçek bir ilişkidir bu. Yoksulluğun ve çaresizliğin evin salonuna tüm mevcudiyetiyle nüfuz ettiği bir ortamda süt liman ilişkilerden bahsetmek, filmi gerçeklik olgusunun dışına taşıyacaktır. Sobayı yakacak odun, büyük kızın okulu için gerekli olan dosya parası sorun yaratır, ama ne olursa Dütdüt keyfinden de çoğunlukla taviz vermez. “Sen ne güzelsin esmer” diye şarkısını söyler, kahvaltısını yapar, akşama kadar uykusuna geçer. Dertleri görmezden gelmekten ziyade, oluruna bırakmaktır belki de bu tavır.
Ancak oluruna bırakan bu tavır, sorunları çözmede çok işlevsel olmaz. Hele de kayınbirader Osman’ın ne zaman nereden çıkacağı belli olmayan sıkboğaz etme seansları ile Dütdüt için “ekstra”lara çıkma zamanı gelir. İşbu noktada biraz Osman karakteri üzerine eğilelim. Zira kendisi filmin en hakikisi, her ailede en az bir tane bulunan, sosyolog Umur Bugay’ın yine şahane tespitleriyle karşımıza çıkardığı esaslı bir karakteridir. Bazen bir dayı, bazen amca, enişte, bazen de bir kayınbirader… Her ailede vardır onlardan; her işi bilirler, her yerde tanıdıkları, her sorunu çözecek kestirme yolları vardır onların. Üstelik Osman, Ankara’da bir bakanlıkta odacıdır. Bu ne demek, Ankara’nın kalbi, kalbi! Kanunları yutmuş, on altı yıllık odacılığı döneminde dokuz bakan, yirmi beş genel müdür, kırk iki müsteşar görmüş, kendini hiç belli etmemiş, sosyal demokratlar iktidara geldiyse sosyal demokrat, liberaller iktidara geldiyse liberal olmuştur. Ama her zaman bir şekilde yolunu bulmuştur. Eniştesi Mehmet’e aslında pek itimat etmez; ama arada bacısı vardır, yoksa ona yapacağını biliyordur ya, neyse… Dolayısıyla, Mehmet’in evden çıkması için gerekli olan parayı biriktirmesi adına ona ek işler bulmak, yine kayınbirader olarak Osman’ın yükümlülüğündedir.
İlk olarak Mehmet’e Kızılay’da, Ankara’nın göbeğinde, çakmakçılık işi ayarlanır. Mehmet sanatçı arkadaşlarından birine görünme korkusuyla birkaç zaman çakmaklara gaz doldurmaya başlar. Doğrusu pek de maharetli değildir bu işte. Bu esnada tabii geceleri pavyonda klarnetinin başında durmaya da devam etmekte olan Mehmet için hayati bir sorun gündeme gelir; uykusuzluk. Osman’a derdini açsa da, azcık nefsine hâkim olması gerektiği ve günde dört saat uykunun yeterli olduğu yanıtını alır. Kayınçosu günde on bine para demezsin demiştir demesine, ama ortağının su koyuvermesiyle çakmakçılık işi de kısa sürede son bulur. Bir sonraki gündüz işi ise inşaatta amelelik olur Mehmet’in. Bir türlü kendine, sanatçı kişiliğine konduramasa da el mecbur inşaatta kum karmaya başlar. Gel gelelim bu işte de pek yeterli görünmez. Ee kayınbiraderinin torpili de bir yere kadardır; Mehmet’in “iş akdi” oracıkta feshedilir. Ustabaşına “Remzi Bey duymasın bakın” gibisinden palavradan bir tehdit savursa da ciddiye alınmaz. Sahi, Dütdüt acaba şimdiye kadar torpil kullanmış mıdır ki? Birilerine gözdağı vermek mecburiyetinde kalmış mıdır? Belli ki hayır, o yüzden çok ciddiye alınmaz. Mehmet hiçbir zaman Osman olamayacaktır bu gidişle.
Kaçınılmaz sonuç gelir çatar; ev tahliye edilecektir. Mahallelinin olanca coşkusuyla alkışlarla Dütdüt Mehmet ve ailesinin evi yıkılır. Mehmet’in klarneti bu kez yıkım anının fon müziğinin tek enstrümanı olur. Ailenin bir kısmı dayının, bir kısmı komşunun kalanı da arkadaşın evine dağılır. Ne yaptıysa Dütdüt bu dağılmanın önüne geçememiştir.
Peki, o halde finalde Ankara sokaklarında Dütdüt ve oğlunun kimselere aldırış etmeden çalıp oynadıkları an hakkında ne diyebiliriz? Boş vermişlik, isyan, delirme? Belki hepsi, belki hiçbiri. Mehmet daha önceki bir sahnede kızına oğlunun nerede olduğunu sorduğunda “Sokakta oynuyor” cevabını aldığı zaman “İyi bu gidişle hepimiz sokakta oynayacağız” cevabını verdiği andan beridir belki de bu anı bekliyordu, bilemeyiz. Ama şu bir gerçek ki bu duygusal rahatlama ve boşalma anının bir bakıma umudu temsil ettiği de açıktır.
Düttürü Dünya Ankara varoşlarında sanatçı ruhlu bir kaybedenin hayattaki varoluş mücadelesidir. Bürokrasinin ve can yakan soğuğun klişe bir tabirle şehirde yarattığı gri atmosfer filme belli ölçüde nüfuz etmiştir. Hayatın bir köşesine tutunmaya çalışan iyi bir adamın öyküsüdür esasında bu.
Ne diyelim, bu gidişle hepimizin sokakta çalıp oynayacağı günler yakındır, var ol Dütdüt, dert etmiyoruz sen de dertlenme.
Hocam güzel anlatmışsın. Teşekkürler. Bence eksik kalan bir nokta var. Filmin can alıcı sahnesi. Bu film bir kaç sahneyle hatırlanır. Önce ikincisinden başlayayım, mandalina paylaşımı… Ki basit bir sahne değildir, kıyaslamak için söylemiyorum, Piyanist filminde hatırlar mısınız bilmem, çikolata paylaşma sahnesi vardı, mandalina sahnesine çok benzer. Birincisi için yorumunuzu bekliyorum: Sandalye ile güreşen adam… Böyle saçma sahne olur mu, türünden yorumları hiç önemsemiyorum bile. Çok araştırdım, bu sahneyi yorumlayana rastlamadım. Nedir hocam? Bir insan sandalye ile neden güreşir ve neden bu kadar etkili olur? Oraya toplananları neden bu denli heyecanlandırır?
Sandalye sahnesinde ne anlatılmak istendiğini ben de merak ediyorum
Mandalina sahnesini ben de çok beğendim, o yoklukta bile birnevi paylaşmayı bildiler. Sandalye sahnesiyle pehlivan ise farklı yerlerde okuduğum kadarıyla filmin zirvesi. Çünkü aslında adı “pehlivan” olan ve etrafından da azami saygı gören pehlivan mecburen bu maskaralığa alet oluyor. Ama görev verildikten itibaren -ki ilk patron pehlivan sahneye dediğinde yüzünden bir nerden çıktı bu iş düşüncesi geçmişti Pehlivan’ın- bunu en iyi şekilde icra etmeye çalışıyor. Dolayısıyla seyirci olarak ben de ne saçma bir gösteri diye izlemeye başladım, hatta Dütdüt de orda “şuna bak sirke döndü burası” gibi bir laf ediyor. Ama Pehlivan öyle ciddi ve gerçekçi bir şekilde güreşiyor ki adeta tek başına yaşatıyor o sahneyi bize. Suratımızdaki gevşek gülüş ve acıma yerini saygıya bırakıyor yavaş yavaş. Sıvalı pantolon paçası, beyaz ve eskilikten kirden sararmış fanilası ve alnından damlayan terle beraber çok gerçek bir emekçi görüyoruz karşımızda. Bir nevi Dütdüt gibi, değeri bilinmeyen bir yetenek var orda. Maskaralık sanılan şey, sonradan öznenin mahareti ile ilgiyle karşılanıyor ve sonunda hep beraber alkışlıyoruz onu. Sanırım bu durum film boyunca Dütdüt’ün ulaşmak istediği yerdi, sanatçı kişiliğinin kendisi dışında bir karşılık bulması ama olmadı hiç. Ne işvereni, ne ailesi, ne sokakta karşılaştığı eski hocası ona beklediği takdiri, beğeniyi vermediler.