Boşluk (2012) ve Yara (2020) gibi kısa filmleriyle sinema dünyasına oldukça başarılı bir giriş yapan Onur Güler, son olarak Hangi Gece Büyüdüysem (2023) isimli kısa filmiyle öncelikle 24. İzmir Kısa Film Festivali’nde seyirciyle buluşmuştu. Ardından 20. Akbank Kısa Film Festivali’nin Ulusal Kısa Film Yarışması finalistlerinden biri olmuş ve şimdi de ülkemizin en önemli festivallerinden biri olan 31. Uluslararası Adana Altın Koza Film Festivali’nin Uluslararası Kısa Film Yarışması finalistlerinden biri oldu. Yakın zamanda da Avrupa’nın önemli festivallerinden birinde yarışacak.
Fil’m Hafızası olarak 31. Uluslararası Adana Altın Koza Film Festivali’nde yarışacak Hangi Gece Büyüdüysem filmi ile ilgili, yönetmeni Onur Güler ile bir söyleşi gerçekleştirdik. Başta Hangi Gece Büyüdüysem olmak üzere filmografisi hakkında derinlikli bir sohbet gerçekleştirdiğimiz Güler’e teşekkür ederiz.
Konservatuar tiyatro bölümü mezunusun. Mezun olduktan sonra birçok tiyatro kurumunda yönetmen ve oyuncu olarak da bulunuyorsun. Ama nihayetinde sinemayı tercih ediyorsun. Bu seçiminin sebebi nedir? Nasıl bir süreç sana bu kararı aldırdı? Ve tabii bu kararından memnun musun? Yoksa hiç pişmanlık duyduğun oluyor mu? Tiyatroya tekrar dönmek ister misin?
O dönem ÖSS (Öğrenci Seçme Sınavı) sistemi mağdurlarından biri olabilirim. Başarılı öğrenci sayısal bölüme gider diyorlardı. Puanım tutunca sayısal bölüme gittim fakat evdeki hesap çarşıya uymadı. Bölümle aramın hayli uzak olduğunu gördüm. İş sınava gelince puan sisteminden dolayı Radyo, Tv ve Sinema okuyamayacağımı anladım. Ortaokuldan beri tiyatro kurslarına gittiğimden dolayı konservatuar özel yetenek sınavlarına hazırlanıp, kazandım. Kazanınca tiyatrodan devam etmiş oldum. Ki tiyatroyu da çok seviyordum, okul boyunca ilgiliydim. Oyunculuk konusunda çok hevesli olmadığımı süreç içerisinde görünce tekrardan sinema-film atölyelerine gidip eğitim aldım. Tiyatro dinamiğini bilmek sinema için olmazsa olmaz diyebilirim. Özellikle benim hikâye ve sinema dünyam için çok faydalı oldu. Az mekânda sahne-mizansen kurmayı tiyatro sayesinde keşfettim. Keza oyuncularla çalışmak, oyuncuyu anlamak vs… Bunlar için de çok yararı olduğunu söyleyebilirim. Tiyatroya da yakın zamanda yönetmen olarak dönmeyi planlıyorum.
Yaklaşık on iki yıl önce kısa film çekerek başladığın sinema kariyerine hâlâ kısa filmlerle devam ediyorsun. Kısa filmin senin için anlamı, tanımı, yönetmenlik kariyeri açısından önemi nedir? Sen de kısa filmi, bizim ülkemizdeki gibi sadece uzun metraja geçiş için bir basamak olarak mı görüyorsun yoksa? Zira yurtdışındaki birçok usta yönetmen ara ara mutlaka kısa film çekmeye devam eder ama bizde nedense pek öyle olmuyor. Sanki bütçe ve imkân azlığından dolayı kısa film çekilirmiş gibi bir algı var. Sen nasıl tarif edersin kısa filmin yerini?
Kısa film maalesef ülkemizde son yıllara kadar öğrenci filmi olarak görülüyordu. Bunun nedeni ise ülkemizde ustaların kısa film yapmamış olmasına bağlıyorum. Ayrıca sektörleşmemesi ile de alakalı. Tabi bu algının değiştiğini söyleyebilirim. Kısa filmin, yakın zamanda uzun metrajların yerini alacağını düşünüyorum. Dizi ve filmlerin süresi kısalmaya başladı. On beş-yirmi yıl içerisinde insanlar bir şeyleri daha hızlı izlemek isteyecekler. Şu anda çoğu usta da buna dönmeye başladı. Tabii bizim ülkemizde kısa film çekmek yine de küçük görülüyor bu nedenle ustalar kolay yanaşır mı bilemedim. Kısa film, sinemanın hikâye versiyonudur. Uzun metraj ise romanı derler. Dünyanın önde gelen hikâyecileri olan Çehov, Zweig gibi isimler için; “Onlar yazar değil!” diyebilir miyiz? Fakat kısa film yönetmenine hâlâ tam anlamıyla yönetmen gibi bakılmamaktadır. Bu bir algı aslında. Umarım ki bu algı zamanla yıkılacak. Ben şu anda bir ‘’hikâye’’ yazarıyım. Bu benim için değerli. Tabi ki uzun metraj olarak anlatmak istediğim hikâyelerim var. Şimdi de kendimi o süreçte görüyorum. Kısa film çekmeye bir süre ara verip uzun metraja yoğunlaşacağım.
Birkaç yıl önce Boşluk ve Yara filmlerin özelinde Fil’m Hafızası ile gerçekleştirdiğin söyleşide Hangi Gece Büyüdüysem filmini çekmeye hazırlandığından ve bir uzun metraj film senaryosu yazdığından bahsediyorsun. Gerçekten de Hangi Gece Büyüdüysem’in çekimlerini tamamladın ve filmin festival yolculuğunu gerçekleştiriyorsun. Ne mutlu sana. Peki, senaryosunu yazdığından bahsettiğin uzun metraj ne durumda? Yakın zamanda seninle uzun metrajın ile ilgili de bir söyleşi gerçekleştirmemiz mümkün olacak mı?
Şu anda Hangi Gece Büyüdüysem filminin festival süreci devam etmekte her festival yeni bir heyecan ve yeni seyirciler demektir. Uzun metraj senaryomu yazdım ve yakın zamanda fon sürecine başlayacağım. Ama uzun metraj zor bir maratondur. Tamamlanması yine 2-3 yılı alacaktır diye düşünüyorum. Bittikten sonra mutlulukla röportaj yapmak isterim
O zaman son filmin özelinde konuşmaya başlamadan önce biraz filmlerin hakkında genel birkaç soru sormak istiyorum. Çünkü bahsettiğimiz üç film üzerinden bir kimlik oluşturdun gibi. Bir Onur Güler filminin belli kodlarının oluştuğunu düşünüyorum. Örneğin bu kodların en önemlilerinden biri başrolde kadın olması veya mutlaka iki kadının dayanışmasını yansıtman. Boşluk filminde başrolde izlediğimiz lise öğrencisi genç kızın derdine derman olan orta yaş üstü bir kadın var. Her ne kadar kürtajı gerçekleştiren bu kadın, liseli genç kadını yargılıyor veya ona erkeklik kodlarıyla yaklaşıyor gibi yansıtılsa da aslında başka bir açıdan da bir kurtarıcı rolü de var. Yara’da ise iki farklı sınıftan olan ve aslında yönetici sınıf tarafından sürekli kutuplaştırılan, düşmanlaştırılan tarafta olan bu kadınların birbirlerini hiç olmayacak denli anlayabildiklerini ve büyük bir dayanışma örneği sergilediklerini seyrediyoruz. Hangi Gece Büyüdüysem’de de yine hamile bir genç kadın ile çocuğu olmayan bir kadının birbirlerine destek olmaları söz konusu. Merak ediyorum, bu kadın dayanışmasını beyaz perdeye aktarma isteği hayat içerisindeki gözlemlerinden ulaştığın bir sonuç mu yoksa dinlediğin hikâyelerden mi kaynaklanıyor?
Özellikle düşündüğüm bir durum değildi. Yani konuları “Dur bir üçleme gibi olsun.” vs diyerek belirlemedim. Fakat süreç içerisinde hep merak ettiğim araştırdığım konular bunlar olunca üçüncü filmi de sanki bir üçleme etkisi olsun diye aynı konudan devam etmek istedim. Boşluk filminde “Kız kürtaj olamasaydı ne olurdu?” sorusu ile başladım hikâyeyi düşünmeye. Böylece film bu hâlini aldı. Kadın dayanışması beni hep etkilemiştir. Hep zorluklara karşı birbirini tanımayan kadınlar hızlıca bir güç birliği içerisinde olabiliyorlar, erkeklerde ise bu duygular çok yok. En basit olayda bile kadınlar hızlıca bir dayanışma içerisinde oluyorlar. Birbirlerini tanıyıp tanımamaları çok önemli değil. Eril şiddete ve erkeklere karşı ise içlerinde derin gizler barındırıyorlar ve bu benim ilgimi çekiyor. Kadının küçük yaştan fiziksel ve ruhsal anlamda daha zor şeylere maruz kalması ise bence büyük bir şey. Burada buna yoğunlaşmak istedim tabi bu bazen sakıncalı olabiliyor:)
Peki, neden hep kadın hikâyeleri? Bu her seferinde bilinçli bir tercih mi oluyor yoksa tamamen tesadüfî mi? Tabii bir diğer merak konusu da şu: Seyircilerden bu noktada olumlu veya olumsuz tepki aldığın oldu mu? Mesela “Sana mı kaldı bizim hikâyemizi anlatmak?” veya “Erkeklerin trajedisini neden anlatmıyorsun?” gibi. Ayrıca feminist oluşumlardan veya feminist seyircilerden bu noktada nasıl tepkiler aldığını da sormak isterim.
Bu soruya nasıl cevap versem bilemedim. Mayınlı bir soru:) Daha demin dediğim gibi kadının genç yaşta yaşadığı fiziksel ve ruhsal değişimin kendi dünyalarına derinlik kattığını düşünüyorum. Bu durum beni etkilediği için o yüzden de karakterleri daha oradan kurduğumu görüyorum. Tabii Yara kısa filmi için bunu diyemem. Oradaki hikâye, birkaç değişim ile erkek için de geçerli olabilirdi. Seyircilerden ise hiç tepki almadım. Tam tersi “Kadın yerine söz söylememişsiniz.”, “Kadın karakterlerin başrolde olması güzel olmuş.” gibi olumlu tepkiler aldım. Zira benim amacım hikâye anlatmak; kadınların hayatlarına, yaşantılarına dair söz söylemek değil. Bu haddime de değil. Bu mantıkla erkeğim ve yönetmenim diye hayatım boyunca bu dünyayı mı yazacağım? Nasıl başka meslekleri yazmaya çalışıyorsam, karşı cins hakkında da -onların yerine söz söylemeden- yazabilmeliyim. Fakat sinema dünyası bu duruma aynı şekilde bakmıyor. Birçok defa hatta yakın sinemacı arkadaşlarımdan bile; “Kadın hikâyesini kadın yönetmen çekmeli.”, “Festivaller için yapılıyor bunlar.” gibi şeyler dendi. Bunun tamamıyla Türkiye’de yakın zamanda oluşan politik doğruculuk ile alakalı olduğunu düşünüyorum. Tabi böyle düşünen az sayıda sinemacı arkadaşım olması ise umut verici J
Bu kadın hikâyeleri tabii ki kadın karakterlerin üzerinde yükseliyor. Bu güçlü ve derinlikli kadın karakterlere hayat vermesi için oyunculuğuna çok güvenilen, başarılı kadınlar gerek. Bu noktada özellikle Yara’da Tülin Özen ve Nihal Yalçın gibi çok yetenekli, rüştünü ispatlamış oyuncular oynadı. Keza Hangi Gece Büyüdüysem’de de Nilperi Şahinkaya aynı şekilde. Ama aynı şekilde pek bilinmeyen oyuncularla çalıştığın Boşluk’taki oyunculuklar da gayet başarılı. Gizem Mercan Ağcal Boşluk’ta, Aslıhan Kapanşahin ise Hangi Gece Büyüdüysem’de gayet iyi bir performans sergiliyorlar. Kadın oyunculara gittiğinde teklifine nasıl yaklaşıyorlar? Onları ikna etmen zor oluyor mu?
Tiyatrodan gelen bir özellikten dolayı profesyonel oyuncu ile çalışmayı seviyorum. Kurduğum hikâyelerde oyuncunun katkısı çok önemli bir yerde. Onların katkısı olmadan çok şey eksik kalır. Mesela Gizem Mercan’ın Boşluk filminde kürtaj sahnesindeki oyunculuğu kötü olsa bütün film çöpe giderdi. Keza diğer filmlerde de aynı şekilde. İyi ki bu teklifleri kabul etmişler diyorum. Filmi yazdıktan sonra proje-projelendirme sürecine çok çalışıyorum. Oyunculara hazır bir şekilde gitmeyi de severim. O dünyayı iyi anlatmam gerekiyor. Tabi şanslıyım çünkü bütün oyuncular, filmlerin içinde senaryoyu çok severek ve isteyerek oldular. İkna konusunda iyiyim demeyeyim de projemi iyi anlatıyorum diyeyim:)
Projelerini iyi anlatmanın yanında bir diğer önemli nokta da oyuncu yönetimi olmalı. Senin filmlerinde oyuncu yönetiminin önemi de ortaya çıkıyor. Yönetmen, oyuncu yönetimine hâkimse gerek amatör gerekse profesyonel oyuncular olsun durum değişmiyor. Her şekilde ortaya çok iyi performanslar çıkıyor. Bu konuda başarının biraz da seninle alakalı olduğunu düşünüyor musun? Yoksa ilk filminden bu yana bu kadar başarılı oyunculukları sen nasıl izah edersin?
Üç film de hep hikâyesi ve oyunculukları ile konuşuldu. Bunun içerisinde en önemli koşulun doğru cast seçimi olduğunu düşünüyorum. O kişiye yakışan doğru rolü bulabilmek bence bir oyuncu için çok önemli bir pas oluyor. Ayrıca tiyatro kökenli olduğumdan oyuncuyla çalışmayı da seviyorum. Tabi filmlerimi hep çok kısa sürede çektim. Sınırlı bir çalışma sürem olduğundan istediğim çalışmayı ve tekrarları yapamadım. Bu nedenle oyuncuların başarısı ve katkısı su götürmez bir gerçek.
Yanlış hatırlamıyorsam Yara filminin senaryosunu bir arkadaşının doktor olan ablasının adli tıpla ilgili bir görev geldiğinde görevi kabul etmek istememesi ile ilgili duyduklarından esinlenerek yazmıştın. Zaten küçük bir fikir, daha sonra tüm senaryonun ortaya çıkmasını sağlıyor. Peki, Hangi Gece Büyüdüysem’in senaryosu nasıl ortaya çıktı? Yine ilham olan bir şey oldu mu? Esas senaryoya fikir olan, esin kaynağı bir şey oldu mu? Yoksa tamamen senin aklına gelip üzerinde çalıştığın bir şey mi?
Bu filmde Boşluk kısa filmimi düşündüm. Oradaki kız kürtaj olamasaydı ne olurdu? Hayatına nasıl devam ederdi gibi sorular sordum. O şekilde bir dünya ve hikâye kurmaya çalıştım. Bir de son dönemde çocuğu olamayan aile sayısı artınca ikisi bir hikâyede nasıl kesişir diye de düşündüğümü hatırlıyorum. Doğuran kadın ve doğuramayan kadının hikâyesi ve yine bunların arasında bir dayanışma nasıl olur gibi sorularla ilerledim.
Boşluk’ta henüz lise öğrencisi genç bir kadın, kendi isteği ile kürtaj oluyor. Hangi Gece Büyüdüysem’de ise kürtaj olmak için geç kalmış veya kürtaj parasını bulamamış bir kadın var. O da çocuğu doğurur doğurmaz sahiplenecek bir aile bulmuştur. Yara’daki kadın ise ne yazık ki çocuğu doğurmak zorunda kalmıştır. Çocuklarından vazgeçmek zorunda kalan veya vazgeçmek gibi bir özgürlüğü bile olmayan kadınlar var odağında. Bu böyle devam edecek mi? Bu mevzunun altını daha da kaşımak istiyor musun? Neticede tüm bunlar, gerçekten ülkemizde ve birçok ülkede kadınların kanayan yarasıdır.
Böyle sorduğunda görüyorum ki doğum-ölüm olayları beni etkilemiş. Çünkü anlamlandıramadığım bir olay bu. Doğumun bu doğaüstü olayın en büyük şahidi ise kadınlar. Çocuk, hayatları boyunca vazgeçemeyeceği bir bağ kadın için. Ve biz vazgeçemediklerimizin toplamıyız. Erkek bu konuda daha vurdumduymaz olabiliyor. Kadın ise hep o çocukla. Hayatı değişiyor, hayatını değiştiriyor. İstemediği bir çocukla baş başa olan kişi de yine bir kadın. Ondan kurtulmaya çalışmakda kalbine sokmakda yine onun elinde. Uzun metrajda da bir süre bu hikâyelerle hemhâl olacağım. Ben farklı çekim teknikleri denemek istiyorum fakat hikâye anlamında ise yaptığım filmlerde bir bütünlük üzerinden gitmeyi planlamaktayım. Çünkü tek filme sığmayacak birçok konu var. Çektiğim filmlerin hikâyesini hep 3-5 ay sonra bir haberde görmüşümdür. Bu tip olaylar bitmiyor bitmeyecek sadece form değiştirecek bu da bir gerçek.
Hangi Gece Büyüdüysem’de Serpil, kocasının asıl yüzünü görüyor. Ama kalmayı tercih ediyor. Aslında Ayaz, tam olarak toksik bir erkek. Her davranışıyla eril tahakkümün bir temsili gibi davranıyor. Filme alternatif başka finaller yazdın mı? Başka bir final nasıl olurdu sence hiç düşündün mü? Aynı şekilde Mira mesela? Aslında Serpil’in de Mira’nın da hikâyeleri asıl şimdi başlıyor. İkisinden de yepyeni bir senaryo çıkar diye düşünüyorum. Ne dersin?
Her filmimde en az 2-3 farklı son var. Bu filmde de vardı. En iyi sonun böyle olacağını düşündük. Çünkü hikâye kısadan çıkmaya çok müsait. Ki diğer filmlerim de öyle. Uzun dokusunda bir kısa film yazarıyım belki. Yara ve Hangi Gece Büyüdüysem konuları uzun formatta da çok farklı yerlere açılabilecek yapıdalar. Neden olmasın her an her şey olabilir:)