Alice Rohrwacher Cannes basın konferansında filmin doğasıyla ilgili yöneltilen bir soruya, “Happy as Lazzaro (2018) ne bir fabl ne de tam bir gerçeklik; ikisi arasında bir yerde.” diye cevap veriyor. Film, ayrıldığı iki ana bölümle de bunu destekler nitelikte. Zira Lazzaro ve arkadaşlarının yaşadıkları ücra bir İtalya yerleşimi olan İnviolata (el değmemiş, bakir anlamına geliyor) gerçeklikten soyut, dış dünyayla bağları kopuk ve bilinçsizleştirilmiş kalabalıkların sömürüldüğü bir öte dünya iken; filmin taşındığı ikinci ana bölüm ise günümüz şehirlerinin marjinlerine itilmiş yoksulluğun ve muhtaçlığın filtresiz bir gerçekliğini sunuyor. Bu iki dünya arasındaki yolculukla zamanı öteye taşıyan Rohrwacher, zamanın doğrusal çizgisini sosyoekonomik çevresel değişikliklere -köyden şehre doğru- paralel olarak korurken, yarattığı idealist karakter Lazzaro’yla zaman-mekanın sabit çizgisini bozuyor ve somut dünyaya dışarıdan bakabilen, zamanlararası bir yolcu tasarlıyor.
İnviolata; bir markiz -soylu kadın- altında, çağdaş dünyanın sosyal devlet kazanımlarının işçi haklarını korumak için aldığı önlemlerin bilgisinden mahrum bırakılmış, hayatta kalabilmek için çalışmak zorunda bırakılan ücretsiz köle işçilerin yaşadığı, Rohrwacher’a göre bir köy olamayacak kadar küçük bir yerleşim. Ortaçağ feodal yapısının ekonomik düzenine ve hiyerarşik sınıf anlayışına sıkışıp kalmış olan İnviolata, ardıl çağların ve sosyoekonomik değişimlerin getirdiği yeniliklerden uzakta, kas gücünün parayla bile satın alınamadığı bir geri kalmışlıkta sömürünün en acımasız formlarından birini sergiliyor. Diğer yandan, artık antik olan mevcut sistemin altında dağıtılmış sosyal statülerin boyunduruğunda ezilen işçiler, filmin sorguladığı sömürünün fırsat doğduğunda başkaları üzerinde uygulanması problemini onarcasına Lazzaro’nun yumuşak ve emre âmâde fıtratını istismar ederek aralarında alternatif bir hiyerarşik yapı kuruyor ve “insana yabancı” varoluşuyla karakterize edilen film kahramanının idealist dünyasını kötülük ve fırsatçılıkla eşleştirilmiş dünyamıza entegre etmeye çalışıyor. Lazzaro, Markiz Alfonsina De Luna tarafından dile getirilen “Ben onları sömürüyorum, onlar da şu çoçuğu. Bu aşılamayacak bir sömürü zinciri.” sosyal hiyerarşik fenomenini; kötünün tam karşısında konumlanarak, başka bir varoluşu ve hükmedici insanî karakteristiklerinden arındırılmış ütopik bir toplumu kendinde cisimlendirerek tartışmaya açıyor. Lazzaro alışılageldik, gururla, sahip ve hâkim olmakla özdeşleştirilen insan olmak tanımlarını bozuyor, zamandan ve mekândan bağımsız bir kimlik kazanarak reel hayatın şartlarının bozamadığı bir mükemmelik olarak yüceltiliyor.
Bu anlamda filmin zamansal ileri zıplamasında ve köyün metaforik kurgulanımından şehrin belgesel gerçekliğine geçişte başkalaşmayan, insanın ve onun distopik yaratımlarının çürütücü etkisinden kaçabilen tek kişinin Lazzaro olması onun fantastik öteliğini destekliyor. Bunun yanında, filmde dış sesin eşlik ederek anlattığı kurt masalının kahramanının Lazzaro’nun toplumsal yabancılığına benzer yersiz yurtsuzluğu ve sürekli yolculuğu, Happy as Lazzaro’nun masalsı doğasını kuran çatı analoji oluyor aynı zamanda kurt ve Lazzaro’yu filmin resmi afişinde birlikte görmek mümkün-. Öte taraftan, filmin masalla salt gerçeklik arasında konumlanan yapısında, günümüz kent gerçekliğin içinde bozulmadan yüzeye çıkan film kahramanının idealist naifliği ve yabancı kimliği, somut gerçekliğin insafsız yüzüne trajik bir doğrudanlıkla tanıştırılırak yalnızlaştırılıyor ve Lazzaro’nun uyum sağlayamadığı bu dünyaya karşı verdiği çaresiz mücadele, kötümser bir tonla anlamsızlaştırılıyor. Girişi ve gelişmesiyle masalsı omurgası yaratılan Happy as Lazzaro, gerçekliğin kucağına tek başına atılarak mutsuz sonlu bir masalın anlatıcısı olmayı tercih ediyor.