Büyük düşlerin peşine takılmak için düşeriz yollara, bir süre de olsa olan bitenlerden kaçabilmek için ya da. Aile kuralları, toplumsal baskılar, yeni bir hayat kurma isteği, kapitalist düzenden kaçma arzusu, güzelliğimizi kabul ettirme çabası… Bu temennilerden birine kavuşabilmenin umuduyla kimi zaman bir sırt çantası, kimi zaman koca bir bavul, kimi zaman da hiçbir şeyimizle kaçarız. Sizin için hikâyeleri birbirlerinden farklı olsa da yolların peşine takılanların filmlerini derledik. Yolunuz açık olsun. Keyifli okumalar!
- Into the Wild (2007, Sean Penn)
Bu dünya şartlarında sahip olabileceğiniz her şeye sahipsiniz ve olmasını istediğiniz herkes yanınızda: eviniz, arabanız, iyi bir diplomanız, bir aileniz, bir sevgiliniz, arkadaşlarınız. Ama yine de mutlu değilsiniz. İstediğiniz şeyler bunlar değil. Sizi huzurlu kılacak her ne ise onun peşine düşme arzusundasınız ve dâhil olduğunuz kapitalist düzenden bir an önce kurtulmak istiyorsunuz. Chris McCandless’ın gerçek hayat hikâyesinden yola çıkılarak çekilen Into the Wild yol filmi denince akıllara ilk gelenlerden.
2.The Darjeeling Limited (2007, Wes Anderson)
Wes Anderson’un renkli dünyasında ruhani bir yolculuğa çıkmaya ne dersiniz? Araları soğuk üç kardeşin babalarının ölümünden sonra Hindistan’dan Himalayalar’a, Himalayalar’dan tapınaklara kadar giden yolculuklarını anlatan filmde huzuru bulabilmek onlar için pek mümkün değil. Yolculukları boyunca başlarına gelmeyen kalmıyor. Onlar için ruhani bir yolculuk belki zor; ama bol macera ve kardeşlik temalarıyla dolu Darjeeling Limited treni bizi kendi dünyamızdan alıp götürecek kadar keyifli.
- Bab’aziz (2005, Nacer Khemir)
Bir derviş ve küçük bir kız çocuğunun yol hikâyesi Bab’aziz. Çölün sıcaklığını, rüzgârın yüzümüze vurduğunu hissettirebilecek kadar içsel bir yolculuk hikâyesi. Bir yere varmaktansa, insanın kendi içindeki yolculuğunu baştan sona tasavvufi bir dille anlatıyor. İnsan-ı kâmil olabilmek için geçilmesi gereken yolları, sabır ve incelikle örüyor film. “Sadece âşık olmayanlar suda kendi yansımalarını görürler.”
- Bir Zamanlar Anadolu’da (2011, Nuri Bilge Ceylan)
Bir yol hikâyesi değil Bir Zamanlar Anadolu’da. Hikâyesini tamamlayabilmek için yollarda olması gereken bir film. Çözülmesi gereken bir cinayeti taşranın ağır havasıyla takip ediyoruz ve öldürülen kişiyi bulana kadar geçilen tüm yollarda anlattığı başka hikâyeler var Nuri Bilge Ceylan’ın. İnsan bedeninde yapılan otopsi belki de bir ülkenin otopsisi demektir.
- El Viaje – (1992, Fernando Solanas)
Gezgin olan babasını bulmak için yollara düşen Martin’in hikâyesine tanıklık ediyoruz bu filmde. Latin Amerika’nın doğasından, edebiyatından, sistemin çürüklüğünden nasibimizi alıyoruz. Fernando Solanas’ın bol hicivli anlatımı, absürt diyalogları, yarına umutla bakmayı sağlayan yan hikâyeleriyle Martin’in peşinde insanın kendini bulmaya çalışmasıdır El Viaje.
- Everything is Illimunated (2005, Liev Schreiber)
Hikâyenin en alt tabakasına yerleştirilmiş bir savaş teması, onun üstüne koyulan koleksiyonerlik, aile yapısı ve elbette yollarla ne tam dram ne de tam komedi filmi izliyoruz. Her şeyi tadında bırakılmış, güldürmeyi de duygulandırmayı da dengelemeyi başarmış bir yapım. Görsellik açısından iç açıcı olduğunu söylemekte fayda var. Uçsuz bucaksız bir ayçiçek tarlası ferahlığında bir film.
- Gelecek Uzun Sürer (2011, Özcan Alper)
‘Yol filmi’ olarak nitelendirilemez belki Gelecek Uzun Sürer; ama başkalarının acısını dinlemek için çıkılan bir yolculuğun filmidir. Tez çalışması için ağıt derlemeleri yapan Sumru’nun, kısa olacağını düşünürken uzun süren çalışması kayıpları olan insanların anlattığı gerçeklerle hafif bir belgesel havasına bürünüyor. Özcan Alper’in Sonbahar’dan (2008) sonra çektiği ikinci uzun metrajı olan bu filmde kayıtsız kaldığımız başka insanların gerçeklerine tanık olmak için yola çıkıyoruz.
8.Stranger Than Paradise (1984, Jim Jarmusch)
Budapeşte, New York, Cleveland ve Florida arasında geçen siyah beyaz bir Jim Jarmusch filmi Stranger than Paradise. İletişimsizlik, yabancılaşma, kendini bulma temalarının bolca işlendiği filmde, Willie önceden pek haz etmediği kuzeni Eva’ ya ısınmaya başlayınca, yanında Eddie ile birlikte, Eva’ yı da alıp Florida’ya ‘cennet’ e doğru yola çıkan; birlikte, ama yalnız üç karakterin yol hikâyesi bu film.
- Hokkabaz (2006, Cem Yılmaz – Ali Taner Baltacı)
Sihirbaz olduğuna çevresindekileri inandırmaya çalışırken kimsenin gözünde hokkabaz olmaktan ileri gidemeyen İskender’in çıktığı turnede başına gelenleri izliyoruz. Kendini kanıtlama çabası içinde geçen bir yol hikâyesi. Sinemamızın sıcak ve keyif veren filmlerinden biri. Müziklerindeki hafif Fransız tadıyla da akıllara kazınan bir film Hokkabaz.
- Nebraska (2014, Alexander Payne)
Woody Grant yaşlı bir babadır ve posta kutusuna gelen ‘Piyangodan büyük ödülü kazandınız.’ haberiyle Montana’dan Nebraska’ya gitme kararı alır. Çıkacağı bu yolda ise onun yanında olacak bir oğlu vardır. İkilinin çıkacağı bu yolda Woody’nin geçmişine doğru da bir yolculuk bizi bekliyor. Nebraska, yüklü duygu geçişleri yaşatmayı hedef alan keyifli bir film.
- On the Road (2013, Sam Riley – Walter Salles)
Sex, drugs and rock’n roll! Ve tabii ki yol. Jack Kerouc’un romanından uyarlanan filmde beat kuşağı ve hippi hayat tarzını benimsemiş, kendi varoluş sancılarıyla başka şeylere tutunmaya çalışan ama bunu başaramayanların, başaramadıkça kendini yollara vuranların hikâyesini izliyoruz. Kimilerini özendiren, kimilerine ‘böyle hayat mı yaşanır?’ dedirten filmde sizin tarafınızın hangisi olacağına izleyip karar verebilirsiniz. Müzik, sigara, şiir, kitap ve sarsıntılı aşk hikâyeleri yollarda bizi bekliyor.
- Palermo Shooting (2008, Wim Wenders)
Dünyaca ünlü bir fotoğrafçı da hayattan sıkılabilir, her şeyi anlamsız bulabilir ve bildiği her şeyden uzaklaşmak isteyebilir. Bunları bir yolculuk eşliğinde gerçekleştirecek olan Finn’in yolculuğu, karşısına çıkacak aşkla ve ölüme çok yakınlaşmasıyla klişe bir hikâye olsa da, Wim Wenders sinemasıyla izlemeye değer bir seyir yaşatıyor.
- Landscape in the Mist (1988, Theo Angelopoulos)
Babalarını bulmak için yola çıkan iki küçük kardeşin Angelopoulos sinemasının birleşimiyle ortaya çıkan bir yol hikâyesi. Landscape in the Mist, hayal kurma çağında olan iki kardeşin umudun peşindeki yolculuğunu ve masal tadında bir hayatları olması gerekirken zorluklarla tek başlarına başa çıkmalarını anlatıyor. Küçük boylarıyla birden büyümek zorunda kalışları keyif vermiyor elbette, Almanya’ daki babalarını bulmak için çıktıkları yolda yanlarında olmak isterken hayatın sertliğini hissediyoruz. Film aynı zamanda, Theo Angelopoulos’un ‘Sessizlik Üçlemesi’ adını verdiği serinin son halkası.
- Little Miss Sunshine (2006, Jonathan Dayton – Valerie Faris)
Küçücük boyuyla güzelliğini kanıtlama peşinde olan bir kız ve onun her tipten bir üyesi bulunan ailesiyle müthiş eğlenceli yolculuk hikâyesi Little Miss Sunshine. Atladıkları sarı minibüsleriyle, yolda kala kala güzellik yarışmasına yetişmeye çalışıyorlar cümbür cemaat. Böylece bizi aynı anda hem hüzün dolu hem de neşeli bir yolculuğa çıkartıyor Olive ve ailesinin hikâyesi.
- The Motorcycle Diaries (2004, Walter Salles)
Ernesto Che Guevera’nın eski püskü bir motosikletle çıktığı Güney Amerika yolculuğunu anlatıyor The Motortcycle Diaries. Guevera’nın bu yolculukta tuttuğu notlardan yola çıkılan filmde, onun hayatına dair önemli geçiş noktalarına şahit oluyoruz. Müzik, doğa, yol, hayat temalarına doyuyoruz ve insanın değerini anlamaya çalışıyoruz The Motorcycle Diares’ı izlerken.
- Thelma & Louise (1991, Ridley Scott)
Film bittikten sonra ‘Kadınlar bir araya gelirse dünyayı bile yerinden oynatabilir.’ deme garantili, fazla keyifli bir yol hikâyesi Thelma & Louise. Neredeyse tüm ülkenin peşinde olduğu kovalamacalı filmleri gangster, polisiye ya da aksiyon dolu hikâyelerde izleriz. Ama bu temaların, iki kadının üzerinde de güzel durduğuna izledikten sonra hak vereceksiniz. Filmi izlerken kemerlerinizi bağlayın ve arkanıza yaslanın.
- Yol (1982, Yılmaz Güney)
Çirkin Kral’ın Türkiye hatta dünya sinemasına kattığı çok ddeğerli bir film. Ülkemize ilk Altın Palmiye ödülünü getiren, hafızalardan silinemeyecek bir yol hikayesi. İzlerken çekilen bütün zorluğu iliklerinizde hissediyorsunuz neredeyse. Sert ve zorlu hava şartlarını yaşıyor, onlarla beraber siz de yürüyemiyorsunuz. Beş mahkûma, bir süreliğine özgürlüklerini yaşama izni verilse de, ‘Yoksul insana özgürlük yoktur.’ dedirtiyor Yol.
- Ulak (2008, Çağan Irmak)
Çağan Irmak’ın alıştığımız sineması dışında farklı bir tarza büründüğü mistik bir masal niteliğinde bu film. Zamansızlığı, mekânsızlığı, çocukları, oyuncu kadrosuyla izlerken akılda farklı bir tat bırakıyor.
- Vagabond (1985, Agnes Varda)
Yersiz yurtsuz, bulandığı çamurun farkında olmayacak kadar umursamaz Mona’nın hikâyesi, bir çiftçinin Mona’yı tarlasında ölü bulmasıyla başlıyor. Yolda başına gelenlerle, uyumsuz tavırlarıyla, içtiği otların etkisiyle, otostopla geçtiği yollardan biz de onunla beraber geçiyoruz. Hayatı, insanları, mekânları ve zamanı sorgulayıp bir köşeye geçip düşünmeye başlıyoruz. Modernliğe karşı Mona’nın ilkelliği çekici geliyor başkalarına; ama Mona’nın bundan ne kadar memnun olduğunu siz de izledikten sonra anlayacaksınız.
- Paris, Texas (1984, Wim Wenders)
Dört yıl ortadan kaybolduktan sonra bir hastaneden kardeşine açılan telefonla haber alınır Travis’ten. Ama o kadar alışmıştır ki tek başınalığa, kimse yokmuş gibi yoluna kaldığı yerden devam edebilir. Oğluyla beraber yollara düşüp eski eşini bulmak için uğraşır bu sefer. Wim Wenders’in sinemasıyla akıllara kazınabilecek bir film Paris, Texas ve şüphesiz en iyi yol filmlerinden biri olarak gösterilebilir.