Psikolojik gerilim türü, aksiyonun önünde bilinçaltına hitap eden ve bu huzursuzluk duygusuyla yoğun şekilde oynayan bir drama sahneler. Bu sahnede başrol oyuncusu, kararsız ve tutarsız ruh hâli, akli gelgitler, çoğunlukla da ardında derin, karanlık uçurumlar çizilen belirsizliklerdir. Rahatsız edici, tekin olmayan bu sahnelerle günlük yaşantısında korumaya çalıştığı huzurlu ve dingin durumdan bir anda çıkan zihin, yoğun şekilde uyarılır. Ve böylelikle bilinçaltında yer alan, bastırılmaya çalışılmış şiddet, gerilim ve korku, dışa yansıyıp kendini ifade edebileceği bir alan yakalamış olur. Nitekim insanların gerilim filmlerinden uzak durması yahut tam tersi şekilde bu türe ilgi duyması aynı sebeptendir. Zira gerilim, karşı karşıya kalındığında derinleri yüzeye çıkarırken istenmeyen hatıraları, unutulmaya çalışılmış duyguları da beraberinde getirir. Ancak söz konusu, oldukça karmaşık insan psikolojisini bir form ile yansıtma çabası içinde olan sanat alanına gelince ortaya çıkan eserler, kurgu ile yapay görüntünün, insanı ne kadar derinden etkileyebileceğini başarılı örneklerle göstermektedir.
Özellikle Japon sinemasıyla anılan animeler, psikolojik gerilim türünde “kısa ama öz” felsefesiyle hareket edilerek gerilim unsurlarını ustaca kullanan güçlü kurgular ortaya koymuştur. Bu listede karanlık anime dünyasının aralığına dalarak türün çarpıcı örneklerine göz atacağız.
Erased
Satoru Fujinuma sıradan bir yaşam süren, yirmi sekiz yaşında bir gençtir. Ancak bir gün kendini on yaşındaki bedeninin içinde bulur; ruhu ve bilinci aynı kalmış, bedeni ise geçmişe dönerek çocuk hâlini almıştır. Satoru başta bu dönüşümü, neden bir ilkokul öğrencisi olarak kaldığını anlayamaz; ta ki bir kaçırılma ve cinayet olayı sonucu öldürülen Kayo Hinazuki adındaki kızla tanışana kadar. Gelecekten geçmişe gelen Satoru, Kayo’nun başına geleceklerden haberdardır ve küçük kızın kaderini değiştirmek ancak onun elindedir. Fakat elinde olmayan bir başka unsur da bir yandan ona karşı hareket etmektedir: zaman. Satoru, tüm zekâsı ve elindeki olanaklarla hiçbir zaman yakalanmamış olan katilin peşine düşer.
Aksiyon dolu sahneler, gizemli bir katilin izlerini takip yolunda kıvrak bir zekâyı da gerektirmektedir. Böylelikle sıkı bir gerilim kurgusu yakalayan Erased, bilmecelerin cevabını izleyiciye bırakır.
Another
Ders vaktini ilan eden zil çalıyor. Öğretmen birazdan sınıfa girecek ve öğrenci listesini çıkarıp yoklama alacak. Ancak her yoklama, bu sınıfın öğrencileri için ömürlerinin en diken üstünde geçen vakti, deyim yerindeyse bir ölüm kalım meselesi. Çünkü burası, sıralarında yıllardır bir lanetin oturduğu, her yer değiştirmesiyle beraber de bir can aldığı bir sınıf!
Bir ortaokul sınıfında 1972’de Misaki adlı bir öğrenciyle başlayan ve her yıl yaşanan gizemli ölümler, 1998 yılında Sakakibara Koichi’nin aynı sınıfa gelmesiyle sırrını açığa çıkarmaya başlar. Zira Koichi, diğer öğrencilerin yıllardır sanki hiç ölmemiş ve hâlâ aralarında yaşıyormuş gibi davrandıkları Misaki’nin hayaletiyle iletişim içine girmiştir. Ancak ilk başta sıradan biri sandığı Misaki’nin, aslında bir hayalet olduğunu öğrenen Koichi, aynı zamanda kendisinin de bu sınıfa dâhil olmakla ölüm listesine adını yazdırdığını anlar. Laneti durdurmak için fazla zamanları kalmamıştır; öte yandan bunu başarabilmek mümkün müdür?
Gizemli atmosferini sonuna kadar sürdüren Another beklenmedik ölümleri ve bunun ardındaki hikâyeyi oldukça başarılı bir kurguyla örer.
Mirai Nikki
Future Diary olarak da bilinen anime, Yukiteru Amano adlı bir lise öğrencisini konu alır. Yikuteru, hayatını ortaya koyması gerektiği bir dövüşe mecbur kalır ve kazandığı takdirde zamanın ve uzayın tanrısı olmakla ödüllendirilecektir. Ne var ki hayatta kalmak ve dövüşü kazanabilmek için gelecekten yardım alması gerekir. Bu da ancak geleceğe yazdığı bir günlükle gerçekleşecektir. Günlükte, tanrılık makamı için savaşacak diğer on bir rakibin öldürülmesi gerektiğini yazar. Ancak karakterlerin bazılarında da benzer şekilde geleceğe yazılmış günlükler bulunmaktadır. Bu da geleceğin, çok farklı yönlerden etkilenerek şekil olmasına neden olacaktır. Böylelikle kurgunun henüz başındayken bile izleyiciyi bir zaman tüneline davet ederek sıra dışı bir kurgu sunar.
Animeye bir eleştiri getirecek olursak, Yikuteru’nun günlüğü ne kadar tutarlı ve sürükleyici bir anlatıma sahipse diğer karakterlerin günlükleri de zamanla bir o kadar durağan hâle geliyor. Dolayısıyla baştaki yüksek gerilimin, kurgunun ilerleyen bölümlerinde heyecanını azalttığını söylemek mümkün. Öte yandan ana karakterlerden biri olan Yuna Gasai, Yikuteru’yu bir casus gibi takip etmeye başlayınca genç kızın günlüğünde yazanlar, Yikuteru’nun gelecekteki her adımını etkileyecek hayatî nitelik taşır. Bu da azalmaya yüz tutan gerilimi yeniden alevlendirir.
Monster
Türleri arasında en iyi animelerden biri olarak gösterilen Monster, bu iddialı atıfları kuşkusuz boşa çıkarmıyor. Nitekim animenin konusu, özgünlüğü ve kurgusuyla yeni bir dalga oluşturuyor.
Naoki Urasawa’nın kaleminden aynı adlı manganın uyarlaması olan anime, 80’li yıllarda Almanya’da yaşayan başarılı bir doktorun karar ve vicdan sürecini ele alır. İşine olduğu kadar erdemlerine de son derece düşkün olan Doktor Kenzou Tenma, bir gün hastaneye getirilen bir Türk hastaya, hastane politikaları nedeniyle vaktinde müdahale edemez, dolayısıyla da hastayı kaybederler. Fakat bu, talihsizliklerin yalnızca ilkidir. Devamında hastaneye getirilen ikiz çocuklardan birinin ameliyatı ve ardından gerçekleşen gizemli ölümler, cinayetler, doktoru derinden sarsmaya başlar.
Avrupa’da geçen hikâyede Urasawa, azınlıklarla yeniden şekillenmeye başlayan toplumun dokusundan Berlin Duvarı’nın yıkılmasına, Avrupa’daki birtakım ülkenin bağımsızlık ilan etmesine kadar çeşitli tarihi ayrıntılara da değinerek oldukça gerçekçi bir kurgu örmüştür. Nitekim anime, gizem ve gerilim unsurlarını tarihten beslenen bu tür ayrıntılar sayesinde daha canlı hâle getirir.
Puella Mag Madoka Magica
Grotesk karakterler, büyülü gerçekçilik ve olağanüstü evrenler, çoğu animenin temel iskeleti hâline gelmiştir. Benzer bir evren içine kurulu Puella Mag Madoka Magica da izleyiciyi sıra dışı olayların içine adım adım davet ederken kapıyı ardına kadar açmak yerine gizemli ipuçları koyar.
Madoka Kaname, çok iyi aile ilişkileri olan, sıcakkanlı ve sevecen bir ortaokul öğrencisidir. Bir gece gördüğü tuhaf rüyadaki siyah saçlı, savaşçı kız, Madoka’yı derinden etkiler. Ertesi gün okulda nakil öğrencisi olarak aralarına katılan yeni arkadaşlarının, rüyasında gördüğü kız olduğunu fark eden Madoka için gizemli olaylar başlar. Yeni öğrenci Homura Akemi, Madoka’nın kafasını daha çok karıştıracak sorularla yaklaşır: “Şu anki hayatından memnun musun? Aileni ve arkadaşlarını önemsiyor musun? O hâlde olduğun gibi kalmalısın.” Bu uyarının ardından Madoka, diğer insanların göremediği, ucubelerden ve garip hayvanlardan oluşan bir evrene girmiş olur. Neyse ki insanların dünyası için tehlike arz eden bu yaratıklara karşı yalnız değildir; burada kendisi gibi büyülü evrene dâhil olmuş, dünyayı kötü ve karanlık enerjinin saldırılarından korumak üzere görevlendirilmiş kızlarla tanışır.
Her bölümde farklı bir hikâye, başarılı ve özgün bir kurguyla işlenmiştir. Her ne kadar klasik anime çatısı altından çıkamasa da Puella Mag Madoka Magica, bu özelliği ve tutarlı ilerleyişiyle heyecan unsurunu ayakta ve canlı tutmayı başarır.
Terror In Resonance
Çok beğenilen Cowboy Bebop and Samurai Champloo’nun ardından Shinichiro Watanabe’nin psikolojik gerilim türündeki animesi Terror in Resonance, başarılı isimlerden oluşan yapımcı kadrosu dolayısıyla henüz yayınlanmadan izleyici kitlesini oluşturan animelerdendir. Nitekim Tokyo’daki bir grup terör olayını konu alan kurgu da beklentiyi karşılayan nitelikte olmuştur.
“Sphinx” adlı terör örgütünün, başkent Tokyo’yu kaosa sürüklediği dizide karmaşık kişiliklere sahip karakterler, kimi zaman olayların önüne geçerek gizemli kurguyu daha da büyük bir bilmece hâline getirir. Sphinx üyelerinin yanı sıra terör olaylarını aydınlatmak üzere görevlendirilmiş Dedektif Kenjirou Shibazaki karakteri de bir taraftan izleyiciye ipuçlarını çözümleme konusunda yardımcı olurken diğer taraftan kendisi de bilmecelerin bir parçası hâline gelir. Bu anlamda dedektifin de yanıltıcı olduğu durumlar, her ânı diken üstünde, gerilim dolu bir kovalamacaya çevirir.
Shiki
İnsan dışı varlıklarla bizi ayıran çizgiler kimi zaman açıkça belirgin olmayabilir; çünkü görüntüler, sesler, anlatılanlar yanıltıcıdır. Doktor Toshio Ozaki ile hayattan beklentisi olmayan genç Natsuno Yuuki arasındaki beklenmedik anlaşma, her ikisini de bu yanılsamalar dünyasına davet edecektir. Natsuno, Sotoba şehrini shiki adlı vampir türünün istilasından korumayı amaçlamaktadır. Bu anlamda vampirler bir taraftan karanlık bir dünyanın bilinmez, dehşetli ve korkutucu yüzünü temsil ederken diğer yandan onların dünyasında ilerledikçe kendi içlerinde insanlarınkine benzer birtakım toplumsal erdemlerin de olduğunu görürüz. Dolayısıyla kurgunun merkezinde yer alan mücadele, salt zararlı bir türü yok etme savaşından öte, küresel boyutta insanlar arasında yaşanan savaşlardan farklı olmayan bir sürece dönüşür.
Çoğunlukla karanlık ve bilinmezlikle özdeşleştirilen vampir unsurunu kullanarak gerilim atmosferini başarıyla kuran Shiki, bunun yanı sıra vahşet içerikli korku sahneleriyle çarpıcılığı yakalamıştır. Dolayısıyla psikolojiye doğrudan ve kasıtlı olarak olumsuz bir etki bırakan yönünün olduğunu hatırlatmak gerekir. Bu özelliğiyle her kitleye hitap etmese de vahşet ile vicdan arasındaki ince çizgide yürümeyi sevenler için ideal bir yapım.
Hell Girl
Jigoku Shōjo: Girl from Hell olarak da bilinen Hell Girl, yapım tarihi on yıl öncesine uzansa da günümüz yaşantısında benzerleriyle sıkça karşılaşmaya başladığımız bir konuyu işler: sanal dünya. Gizemli bir web sitesi, veri tabanına yazılan isimleri doğrudan cehenneme gönderme iddiasıyla ortaya çıkar. Ancak bunun karşılığında başkasının adını yazan kimse, ismi yazılan kişi öldükten sonra onun ardından cehenneme gönderilmeyi de kabul etmiş olur. İsimler ve ölümlerle arasındaki bu ilişki dolayısıyla Hell Girl, anime dünyasında bir fenomen hâline gelen Death Note’u akıllara getirir.
Her bölümüne farklı bir hikâye ekleyerek ilerleyen kurgu, böylelikle gittikçe sıkılaşır. Ustalıkla dokunan, böylesi sıkı ve gizemlerle dolu bir hikâyeler zincirinde de ana karakterlerin kişiliklerini çözümlemek üzere ipucu elde etmek, izleyici için de bir o kadar zorlaşır ve bir bilmeceye dönüşür.
Paranoia Agent
Yeraltı çetelerinin kol gezdiği Tokyo’da bu sefer tek kişinin sorumlu olduğu bilinen birtakım vur-kaç saldırısı, şehrin sokaklarına tehlike salmaktadır. Ancak kurbanların ifadesine göre saldırgan, henüz çocuk yaşta denebilecek cüssesi ile pateni ve altın beysbol sopası olarak teşhis edilmiştir. Olayla ilgili soruşturmanın başında bulunan Dedektif Keiichi Ikari ve Mitsuhiro Maniwa ise önlerinde zorlu bir sürecin beklediğini henüz bilmemektedir. İlk kurban Tsukiko Saki’nin sorgulamasıyla başlayan görevleri, gizemli ipuçları ve bulgular bir araya geldikçe tüyler ürperten gerçekleri ortaya çıkarır; zira işlenen suçların boyutu ve sorumlusu, görünenin çok ötesindeki derinlerde yatmaktadır.
Suç ve polisiye türünü gerilimle buluşturan Paranoia Agent, adı üzerinde paranoya unsurunu canlı tutarak kurguyu güvensiz bir zemin üzerine inşa eder. Toplamda on üç bölümden oluşan dizi, böylelikle sıkı ve sürükleyici bir kurguyla türünün hakkını vermiştir.
Ergo Proxy
Bağlam olarak karanlık ve bunaltıcı atmosferlerle görmeye alıştığımız distopyaların aksine bu defa aynı bağlam, Ergo Proxy’de bir ütopyanın evrenini oluşturur. İnsanlarla androidlerin bir arada yaşadığı fütürist bir dünyada insanlar, robotlar üzerinde mutlak hakimiyete sahip oldukları bir düzen kurmuşlardır. Ne var ki bu denge, beklenmedik bir virüsün, androidlerin işletim sistemlerini ele geçirerek kontrolsüzce seri cinayetler işlemelerine neden olmasıyla beraber yıkılır. Dedektif Re-I, cinayetleri ve ardındaki sebepleri incelemek üzere görevlendirilmiştir. Ancak araştırmalar derinleştikçe dedektif, kendini büyük bir suç ağının ortasına bulur.
Daha en başından kurduğu karanlık atmosferle “çaresizlik” duygusuna hitap ederek psikolojik gerilimi başlatan anime, ayrıca diğerlerinden farklı olarak bir bilimkurgu ve noir sentezi olarak karşımıza çıkar. Aksiyondan ziyade uzun diyalogları ve etkileyici müzikleriyle güçlendirilmiş sahneler, son derece özenli bir çalışmanın ve yönetmen koltuğunda Shuko Murase’nin olduğu, başarılı bir yapım kadrosunun eseridir.