1895, Fransa. Babaları, resim öğretmenliğinin ardından fotoğrafçılığa başlamış olan Louis ve Auguste Lumiere kardeşler, genç yaşta fotoğrafçılık ve görsel sanatla tanışmanın da etkisiyle bir düşü paylaşmaktadır: tek karelik fotoğrafları bir araya getirerek hareketi perdeye yansıtmak. Bu, elektrik ve ışığın devrim niteliğindeki keşif döneminde bir tarihin de başlangıcı olacaktır. Kardeşler bu düşe sıkı sıkı tutunur ve uzun, titiz bir çalışmanın, sayısız deneme ve yanılmanın ardından yaklaşık bir dakika süren o “ilk” filmin, ilk göz ağrısının gösterimini Fransa’daki bir kafede gerçekleştirdiler. Bir trenin gara girişi yansıtılıyordu perdeye ve izleyiciler, tren tarafından ezilme korkusuyla kaçışmaya başlayınca Lumiere kardeşler kafeden atıldılar. Ancak “cinematographe” (sinematograf) adını verdikleri makine, 13 Şubat 1895 tarihinde patentini alarak dünyanın ve bakış açısının seyrini değiştiren o “ilk” adımı atmış oldu. AugusteLumiere, o döneme ait anılarını şöyle paylaşır:
“Edison’ın kinetoskopu, bizi kalabalık bir salondaki seyircilere, hareket eden insanları, nesneleri bir perde üzerinde, gerçeğe uygun bir biçimde gösterebilme düşüncesine yöneltti. 1894 yılı sonuna doğru bir sabah kardeşimin odasına gittiğimde, bana rahatsızlandığı için gece uyuyamadığını ve düşündüklerimizi gerçekleştirebilecek bir düzenek tasarladığını söyledi. Görüntü içeren film, kenarlarına açılacak deliklere sırayla girecek tırnaklar aracılığıyla, dikiş makinesindeki yönteme benzer bir biçimde yukarıdan aşağıya doğru hareket ettirilecekti. Kardeşim bir gecede sinematografı bulmuştu.”
Başlangıçta hiçbir konu ve kurgu kaygısı olmaksızın yalnızca hareketli görüntüyü ışıkla yansıtma üzerine kurulan ve yaklaşık bir dakika süren filmler, zamanla kurgulara da yer vermeye başladı. Böylece sanat, yepyeni bir soluğa kapılarını araladı ve bugün sinema, görsel sanat, grafik alanlarında geldiğimiz noktaya bakarsak, iyi ki de araladı.
İlk…
El değmemiş olan, saf, bir başlangıç ve her şeyi değiştiren adım. “Önce” ile “sonra” arasındaki sınır çizgisi. Özel, özgün ve en önemlisi, unutulmaz olan.
İlk izlediğimiz film, bir sinema salonunun kokusuyla ilk kez tanıştığımız an, şeritler, kocaman makinelerin içinde dönerken beyaz perdeye düşen ışığı ilk görüşümüz, ilk sahneyi okuyuşumuz ve daha nice ilkler, eminim hepimizin hatırında dün gibi canlıdır. İzlediklerimiz ister birer başyapıt olsun ister vasat çalışmalar, her biri hafızamızın en özel konuğudur; çünkü “ilk”, yani biricik olma özelliğini paylaşırlar.
Her ilk, bir tarihin de başlangıcıdır aynı zamanda. Biz de bu dosyamızda başlangıç noktasına döndük; ilklerin tarihine bir mercek tutup sanat yazarlarının ilk göz ağrılarına ve bu ilklerin hikâyelerine yer verdik. Bakalım unutamadığımız yapımların, yönetmenlerin, kurguların elinden o ilk tutan eserlerin ve çalışmaların başlangıcında neler var.
(Rabia Elif Özcan)