Autumn Sonata (1978)
Annelik kutsanır. Yaşayan bütün canlılar da bu böyledir. Çünkü anne, seni yoktan var edendir. Anne ile ilişki daha doğmadan kurulur. Ki bu ilişki, başka hiçbir canlının etkileyemeyeceği türden birebirdir, organiktir. Bir kız çocuğu karakterini annesi üzerinden ilerletir, ya ona benzer ya da benzemez. Çünkü ilk ve en önemli örnektir anne, kız çocuğu için. Fakat, anne de bir bireydir ve yaşamına devam edecektir. Toplumsal dayatmalara göre, fedakârlık kelimesinin üstüne yapıştığı anne kavramına uymak zorunda değildir. Fedakar olmamak, sevmemek midir?
Bergman filmini tam bu bakış açısıyla oluşturur. Artık yetişkinliğe erişmiş kız çocuğu, başarılı bir piyanist olan annesinden hiçbir zaman sevgi görememiştir. Bu nedenle hiç büyüyememiş, benliğini kuramamıştır. Kariyerinin en önemli yıllarında sahip olduğu çocuğa, maddi olarak tüm imkânı sağlayan anne kızıyla arasındaki sevgi bağını güçlendirememiştir. Bu anne için de yıkıcı bir kayıptır aslında.
Şahane diyalogları, Liv Ulmann ve Ingrıd Bergman tarafından canlandırılan karakterleri, psikolojik ve felsefi alt metni, görsel dili ile Autumn Sonata (1978) Bergman’ın en iyi ölümsüzlük formüllerinden biri olarak kabul edilebilir.