The Seventh Seal (1957)
Ölümle konuşmak, tanrıyı aramak, korkuların içinden hiçliğe doğru yürümek, şövalyeler, tiyatro oyuncuları, çalgıcılar, tesadüfler… Ve bütün bunların kombinasyonundan ortaya çıkan bir film. Sinema kariyerinin ilk beş senesinde kısmen otobiyografik filmler yapan Bergman, The Seventh Seal(1957) ile rotasını başka bir yöne çevirir. Kendini bir kenara bırakmadan daha genel sorunlara eğilir ve sembolik anlatımı, varoluşsal alt metni sayesinde muhteşem bir filme imza atarak kendini dünyaya tanıtmayı başarır.
On sene sonunda biten bir savaştan kara vebayla baş eden köyüne doğru yola çıkan bir şövalyenin yolda ölüm ile karşılaşması sonunda hayatını ve tanrıyı sorgulamasını konu alan film, sinema tarihinin unutulmaz sahnelerinden birine sahiptir. Yedinci mühür açılır. Bütün sessizliğin içinde ölüm şövalyenin karşısına çıktığında, bir satranç tahtası göze çarpar. Şövalye ölmeye hazır olan vücuduna rağmen, ruhunun derinliklerinde yaşamak istediğini bilir. Ölümü yenen olmuş mudur? Ölüm iyi bir satranç oyuncudur, bunu bilir şövalye duyduğu şarkılardan, gördüğü resimlerden. Ölmek istemeyen ruhu, ölümü satranç oynamaya davet eder. Yenerse, şövalye yaşayacaktır. Fakat, sahiden ölümü yenen olmuş mudur? Ölüm nedir? Ve Tanrı nerededir?