Ülkemizde ilk kez Filmekimi kapsamında gösterilen Dogman, İtalya’nın en prestijli ödüllerinden Gümüş Kurdele’de sekiz dalda ödül alarak bu yıl İtalya’nın en çok konuşulan filmlerinden biri oldu. Daha önce Gomorra filminden de tanıdığımız yönetmen Matteo Garrone imzası taşıyan filmin oyunculuk eğitimi almamış başrol oyuncusu Marcello Fonte, Cannes’da En İyi Erkek Oyuncu ödülünü kazandı.
Film İtalya’nın kenar mahallelerinden birinde, geçimini hayvan bakıcılığı yaparak sağlayan duygusal, sabırlı ve iyi bir baba olmanın yanı sıra etrafı tarafından sevilen sayılan Marcello’nun hikâyesini anlatıyor. Yaşamını sürdürdüğü bu kenar mahallede hayat standardını birazcık olsun yükseltebilmek ve kızına daha iyi imkânlar sağlayabilmek adına hayvan bakıcılığının yanı sıra herkesten gizli torbacılık yapmaktadır. Eski boksör, suç makinesi, etrafındaki herkesi korku salarak sindiren Simone ise Marcello’nun çocukluk arkadaşıdır. Eroin temin etmek için sık sık onun dükkânına uğrar. Bir gün Marcello’nun pısırıklığından ve iyi niyetinden faydalanıp dükkânının anahtarını zorla alır. Amacı bitişikteki kuyumcuyu soymaktır. Filmin seyrini değiştiren ana çatışma bu noktada yaşanır. Simone kafasına koyduğu soygunu gerçekleştirir ve çaldığı mücevherlerle ortadan kaybolur. Arkadaşını ispiyonlamayan Marcello onun yerine hapse girer. Hapisten çıktığında ise hiçbir şey eskisi gibi değildir.
Senaryoda sadakat ve ihanet, merhamet ve şiddet kavramlarının zıtlığı keskin çizgilerle anlatılmış. Oyuncular da bu tezatlıkları başarılı bir şekilde canlandırarak rollerinin hakkını fazlasıyla vermiş. İçinde her türlü kötülüğü barındıran ve çete savaşlarının hâkim olduğu yeraltı sinemadan izler taşıyan filmde, oyuncuların gerçeğine uygun seçilmesi de işlerini kolaylaştırmış gibi duruyor. İnsan azmanı Simone, iri cüssesi ve barındırdığı düşmanlık ve kin duygularıyla ondan nefret etmemizi sağlıyor. Bakıcılığını yaptığı köpeklere adeta insan gibi davranan, Simone’un yaptığı tüm kötülükleri sineye çeken ve ona hala “arkadaşım” diyen Marcello ise merhamet ve karşılıksız iyiliği temsil ediyor. Ne yapacağını bilememe, kararsızlık ve eziklik duyguları her hareketinde görülüyor.
Garrone, filmdeki kilit sahneleri kadrajında fazla tutarak seyircinin olayları daha iyi anlamasına ve sindirmesine yardımcı oluyor. Tıpkı zavallı Marcello hapishaneye ilk geldiğinde koğuşuna girdiği anda sahnenin hemen kesilmemesi gibi. Yönetmen, oyuncu kadrajdan çıkmasına rağmen kamerayı koğuşun kapısında bekleyen iki azılı katile odaklayarak hapishanenin ürpertici ve tehlikeli atmosferini vurguluyor. Görüntü yönetmeninin arka planlar için seçtiği yağmurlu, puslu ve sisli hava sahneleri bu kenar mahallede yapılan karanlık işlerle örtüşüyor. Özellikle Marcello’nun mesleği olan hayvan bakıcılığıyla ile ilgili detaylara fazlaca yer verilmesi, mekânların harabe ve bakımsız halleri, karakterlerin iri yarı, bol dövmeli ve kendine has saç sakalları olan tiplerden seçilmesi preprodüksiyonun titizlikle çalıştığının bir göstergesi.
Yönetmen Cannes’da verdiği bir röportajda film hakkında şunları söylüyor: “Film bir intikam öyküsü veya iyi veya kötünün savaşı değil. Günlük hayatımızda hayatta kalmak için yapmak zorunda olduğumuz tercihlerden bahsetmek istedim. Marcello’nun kötü kaderi masumiyetini yitirmesine yol açıyor. Ahlak dersi vermek gibi bir iddiam yok. Dogman evrensel bir konuyu işliyor. ” Ayrıca filmin ana kahramanını da şu sözlerle tarif ediyor: “Antik yüz hatları, tatlı tebessümüyle Marcello bana kaybolmakta olan İtalya’yı hatırlatıyor.”
Filmde Marcello karakterine hayat veren otuz dokuz yaşındaki oyuncu Marcello Fonte ödül töreninde En İyi Erkek Oyuncu ödülü açıklandığında yerinden kalkmakta tereddüt etti. Yavaş adımlarla sahneye ilerledi. Kendine ödülü uzatıldığında mahcup oldu. Mikrofona yaklaştığında ise duygularını dile getiremedi. Basın toplantısında neden böyle davrandınız sorusuna cevabı şuydu: “Bu inanılmaz anın keyfini daha uzun yaşamak istedim.” İtalyan sinemasına aşina olanların bildiği Hayat Güzeldir filminin başrol oyuncusu Roberto Benigni ile sahnede kucaklaşmaları da bir başka önemli ayrıntıdır.
İtalyan Yeni Gerçekçilik akımından izler taşıyan filmin geneline bakıldığında bireyi değil, toplumu ilgilendiren gerçek problemleri işlediği görülüyor. Gerçeğine uygun seçilen mekân ve karakterler konu ile bütünlük sağlıyor ve izleyiciye doygunluk hissi veriyor. Filmin konusu insanlarda kısıtlı seyirci kitlesinin hoşlanacağı bir film izlenimi uyandırsa da naiflik ve zorbalığın ustalıkla harmanlandığı görülüyor. Bu da senaristin ince işçiliğinin göstergesidir. Alfred Hitchook’un dediği gibi: “İyi film yapmak için üç şeye ihtiyacınız var; senaryo senaryo ve de senaryo.” Dogman, işte bu sözün vücut bulduğu bir film.
Marcello’nun kötü kalpli Simone ile hesaplaşması filmin en etkileyici sahnesi. Marcello, Simone’u oyuna getirip dükkânındaki köpek kafeslerinden birine kilitler. Başına bunca kötülük getiren Simone’u tıpkı bakıcılığını yaptığı diğer köpekler gibi ehlileştirebileceğini düşünür ve kendisinden özür dilemesini ister. Kamera bir taraftan kafesten kurtulmak için tehditler savuran Simone’un agresifliğini ve her saniye artan şiddetini, diğer taraftan odada bulunan köpeklerin yüzlerini yakın plan çeker. Simone’un vahşiliği karşısında hayvanların şaşkın ve korkmuş ifadeleri seyircilerin duygularına tercüman olmaktadır.
Marcello’nun küçük kızıyla su altı dalgıçlığı yaptığı sahneler ise, filmin geneline hâkim olan karanlık atmosferden uzak ve umut dolu. Teknede kızını havlu ile sarmalayıp uzakları seyrettiği anlarda içten içe çok daha farklı bir hayat sürmeyi düşlediği hissediliyor. Kızıyla ortak aktivitesinin dalgıçlık olması, yaptığı tatil planlarında Miami ve Kanarya Adalarının adının geçmesi yaşadığı çevreye rağmen iç dünyasının yumuşaklığını korumayı başardığını gösteriyor.
Dogman iki saat boyunca gergin atmosferiyle seyircinin kalp atışlarını en üst seviyeye çıkarırken ana karakterin çocuksu iç dünyası sayesinde tekrar sükûnete ulaştırıyor. Oyunculuklar ve senaryonun doğallığı seyircinin filmle kurduğu bağı kuvvetlendiriyor. Bu anlamda Dogman sonbaharın melankolik havasıyla özdeşleşen hüzün, pişmanlık, öfke ve hayata yeniden başlamanın filmi.
Fatma Uslu