Yerli sinemanın medarı iftiharı olan Nuri Bilge Ceylan, son filmi Kuru Otlar Üstüne (2023) ile yine Cannes Film Festivali’nde adından söz ettirdi. Son filmlerinin hepsinde olduğu gibi Kuru Otlar Üstüne’nin prömiyerini de Cannes Film Festivali’nde yapan Ceylan, bu kez büyük bir ihtimalle kendisinin de beklemediği bir ödülle öne çıktı bu kez. Ceylan, Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye veya Jüri Özel ödüllerinin ardından son filmine gelen En İyi Kadın Oyuncu ödülüyle en başta yeni filmini sabırsızlıkla bekleyen meraklı çoğunluğu şaşırttı. Zira Ceylan, seyircilerini genelde taşraya sığınan veya taşradan çıkamayan, şehir hayatına uyum sağlayamayan, birbirine hem çok benzer hem de bir o kadar farklı çeşit çeşit erkek karakter ile muhatap etmişti.
Aslında görünürde son filmi Kuru Otlar Üstüne’de de mecburi hizmet dolayısıyla çalıştığı taşra kasabasına sıkışıp kalmış Samet (Deniz Celiloğlu) karakterinin ruh dünyasını takip etmek durumunda kalıyor seyirci. Samet, Ceylan’ın birçok filminden aşina olduğumuz oranda karanlık, bencil, narsist bir erkek. Ceylan filmografisinin erkek karakterlerinin adeta bir bileşkesi gibi. Ama Samet, en çok da Kış Uykusu’nun (2014) Aydın’ından izler taşımaktadır. Taşraya medeniyet getirme görevini icra ettiğine inanan ama kendi çıkmazlarında boğulup duran Aydın’ın bir başka versiyonudur Samet. Bu nedenle Ceylan’ın son filminde de su yüzünde her şey fazlasıyla bilindik, benzer ve rutin ilerler. Lakin Kuru Otlar Üstüne, tıpkı Cannes Film Festivali jürisinin fark ettiği üzere bir yandan da daha çok kadınların hikâyesidir. Samet; Celiloğlu’nun muhteşem ötesi oyunculuğu, Ceylan tarafından oldukça girintili çıkıntılı, itinayla yaratılmış hâliyle büyük bir başkarakter olarak dursa da günün sonunda filmin diğer önemli karakteri olan Sevim (Ege Bağcı) ile Nuray’ın (Merve Dizdar) sadece bir eşlikçisidir. Onları değiştirip dönüştürmek bir yana Samet, Sevim ile Nuray’ın ışığında kendi karanlığını daha da net gören ve o karanlığın içinde debelendikçe kendinden nefret eden bir karakterdir. Neyse ki filmin sonunda dile getirdiği isteği gibi Sevim’in gözünden kendini görmemektedir. Zira bu onu çok daha büyük bir yıkıma sürükleyebilirdi.
Samet: Umut etmekten yorgun düşmüş biri…
Samet, kendini o yolunu kaybettiği dünyada görünür hâle getirmeye çalışmak için kız öğrencisinin ilgisinden veya hayattan çok büyük bir darbe yediği hâlde hayata tutunmaya çalışan meslektaşı Nuray’ın seçiminden medet umandır. Samet, bu kadınların üzerinden kendini var etmeye çalışır. Lakin Samet’in bu küçük ve beceriksiz hesaplarına rağmen Sevim ile Nuray güçlünün; erkeğin, iktidarın, nefretin, muhafazakârlığın yanında konumlanan dünyada kapladıkları alanı ölçmeye çalışan iki kadındır. Kimi zaman patriarkal düzenin faşist ve muhafazakâr yapısına kimi zaman medeniyet maskeli gerici kafa yapısına kimi zaman da eril kokuşmuşluğu sebebiyle meslek etiğini bile ayaklar altına alan güruha* karşı tek başlarına direnç gösteren kadınlardır. Sevim ile Nuray, sadece Samet’e karşı değil Samet ve onun çevresindeki diğer erkeklere karşı da mücadele vermek zorundadır. En çok da Samet’in eşlikçisi Kenan’a karşı… Bu zorlu, hayatta kalma ve hayatı anlamlandırma arayışındaki iki kadın, eril güruhun zapturapt altına aldığı ve her bir köşesine kendi “değer yargılarını” iliştirdiği dünyada kapladıkları alanı ölçerken bir yandan da güçleri ve hırslarıyla onlara sunulan alanı alabildiğine genişletenlerdir.
Ceylan sinemasında görmeye alışık olmadığımız kadar ön planda, oldukça karakteristik özellikleriyle perdede varlık gösteren iki kadın… Biri henüz resmi olarak çocuk kabul edilen ama en başta yaşadığı coğrafyanın sunduğu imkânların ötesini görmeye çalışan gencecik bir kadın olan Sevim, diğeri henüz hayatının baharında olan ama ülkenin çalkantılı politik durumundan dolayı telafisi mümkün olmayan yaralar almış, bundan böyle her şeyi köşesine çekilip izlemeye mahkûm edilmiş Nuray… Filmin ilk yarısı Sevim ile diğer yarısı da Nuray ile ilişkilidir. Samet her iki kadına da eşlik eden, onları etkiliyormuş gibi duran ama onların dünyasından sadece geçip giden bir ayrıntıdan ötesi değildir. Nuray ile Sevim için Samet veya Kenan, sadece bir durak gibidir. Nuray, filmin sonlarına doğru onu asla anlamayan iki erkeğe “Bu hâlimle dünyada kapladığım yeri anlamaya çalışıyorum.” der. Nuray, birbirinden temelde pek de farklı olmayan iki erkekle sadece bunu anlamak için zaman geçiriyordur. Erkek bakışı tarafından ele geçirilmiş dünyada protez bacağı ile birey olarak ne kadar tanındığını anlama çabası, filmdeki en önemli hakikattir. Nuray’ın bu sözleri bu yazının da ilham kaynağı, ana eksenidir.
Sevim: Hayatla daha sıkı, doğrudan bir bağ kurabilen, hırçın, yırtıcı, mutlu ve umutlu biri…
Filmin ilk yarısı Samet ve Kenan’ın (Musab Ekici) ve tüm erkeklerin dünyasında; Sevim’in neyi ne kadar yapabileceğinin, sözünün ne kadar değeri olduğunun, âşık olup bu aşkı yaşayıp yaşamayacağının ve daha nice bir kadın bireyin anlamlandırmaya çalıştığı şeyin eşelenmesi ile geçmektedir. Sevim, daha en başta onunla aynı coğrafyada, aynı şartlar altında ve aynı değer yargılarıyla büyütülüp yaşayan hem cinsi akranlarına göre belli anlamda kozasını yırtmış bir gençtir.
Fakat Sevim, bunun daha ne kadar ötesine gidebileceğini görmek isteyen, sınırları daha da zorlayan genç bir kadındır. Örneğin âşık olduğu kişiye aşk mektupları yazıp onunla okulun bahçesinde zaman geçirebilen, öğretmeniyle yetişkin bir birey gibi sohbet edebilen, söyledikleriyle çevresine yön vermeye meyleden Sevim, onun bu yolculuğuna engel koyanlardan hesap sormasını da bilecek kadar savaşçı bir kadındır. Başta kadın olmalarına rağmen erkek dünyasının sığ değer yargılarına hapsolmuş olan kadın öğretmenlerinin ve narsist sınıf öğretmeninin kendi özel hayatını kurcalayıp bunu bir eğlence aracına dönüştürmelerinden fazlasıyla rahatsız olur. Sevim, tabiri caizse kılıçları çeker. Yaşadığı coğrafyada genç bir kadın olarak oynayabileceği ne kozu varsa oynamaktan çekinmez. Sevim, daha ilk baştan erkeğin beyanına inanmaz. Samet’in defalarca mektubu yırtıp attım demesine inanmadığı gibi içinde tarifsiz bir öfke doğurur. Öyle ki daha önce diyalog kurabildiklerini gördüğümüz Samet ile Sevim, hikâyenin sonuna kadar monologda kalacaktır. Zira Sevim, bildiği doğrudan asla şaşmamaktadır. Sevim’in bu tavrı, ondan delilercesine özür bekleyen Samet’in elini boş bırakır.
Sevim, herkes tarafından “Samet”inki diye bilinme, Sevim olarak değil de bir öğretmenin malıymışçasına tanımlanma durumunu alaşağı eder. Samimi olduğu bir öğretmeninin olmak bir yana o öğretmenin sırf kendini tatmin etmek için duymak istediği “Özür dilerim!” sözünü bile zikretmekten imtina eder. Sevim, ne seyircinin ne de Samet’in umduğu gibi sadık bir öğrenci ne sonradan pişman olarak af dileyen bir tövbekârdır. Sevim, son ana kadar her şeye ve herkese rağmen bildiğinden şaşmayan, ketum, inatçı, hırslı bir genç kadındır. Gözyaşlarını bile hırsları uğruna akıtan, öfkesini gözlerinde büyüten Sevim, her zamanki alaycı gülümsemesiyle terk eder sahneyi. Peki, Nuray?
Nuray: Bu dünyada kapladığı alanı anlamaya çalışan biri…
Nuray ise Sevim’in ketumluğunun yanında oldukça konuşkandır. Samet’in karşısına geçip çatır çatır konuşan, her defasında Samet’in argümanlarını çürüten bir kadındır. Sevim ile aynı toprakların insanı olan Nuray, hayat tarafından yeterince zorlanmıştır ve bu nedenle de Sevim’in hayat enerjisine, yaşama isteğine, kıpır kıpır hislerine sahip değildir. Aksine Nuray, çok net bir şekilde ne kadar yorgun olduğunu Samet ile oldukça uzun süren akşam yemeği sahnesinde bizzat dillendirmiştir. Yorgunluk, beraberinde bedensel ve ruhsal hasarı da getirmiştir. Fakat tüm bu zaiyata rağmen Nuray, büyük bir mücadele aşkını yüreğinde taşımaktadır. Evet, belki bacağından dolayı profesyonel olarak mücadele saflarında varlık gösterememektedir ama hâlâ inandığı gerçekleri savunmaktan yılmamış, iflah olmaz bir savaşçıdır. Nuray, bu yeni hâliyle neyi ne kadar yapabildiğini, kimi ne kadar etkileyip kimin ne kadar hayatına dahil olabileceğini ne kadar kabul görüp destekleneceğini öğrenmek için zorlu yollardan geçmekten çekinmemektedir. Nuray, sonunda en çok kendi üzülecek olsa da taşları yerinden oynatmaktan, başta Samet ve Kenan olmak üzere aynı zihniyetteki herkese hiç beklemedikleri bir hamle yaparak eril bakış açısının karşısına geçerek hesap sormaktan çekinmez:
Nuray: Ben bir suç mu işledim senin gözünde?
Kenan: Yoo
Nuray: Samet ile yaşanan o şey, beni seni gözünde suçlu biri mi yaptı? Senin arkadaşlığına ihanet mi etmiş oldum? Ya da ne bileyim bir kızda hayal ettiğin ahlak seviyesinin altında mı kaldım?
Nuray’ın bu soruları sadece Kenan’a veya Samet’e değildir. Kenan aracılığıyla o ve onun gibi düşünen herkesedir. Kadın ya da erkek olması fark etmeksizin… Nuray, filmi izleyen herkesi bu ağır ama bir o kadar gerçek ve vurucu sorularla baş başa bırakır. Sevim ya da Nuray gibi olan biz kadınlar patriarkal düzenin ahlak seviyesinin altında kalıp aforoz mu edildik?
Ceylanlar ve Akın Aksu, metinsel anlamda her bir cümlesi ayrı önemli, ilmek ilmek işlenmiş bir filme imza atıyorlar. Fakat filmin bir o kadar önemli olmasının sebebi de Ceylan’ın biçim anlamındaki denemeleridir. Ceylan, imzası niteliğindeki biçimsel alışkanlıklarından ziyade bu filminde iki yenilikçi hamlesi ile ön plana çıkar. Ceylan’ın tüm filmografisi boyunca sinemada gösterdiği biçimsel alışkanlıkları adeta yavrulamış ve boynuz kulağı geçmiştir. Ceylan, filmin ana aksını Samet üzerinden kursa dahi filmdeki Sevim ile Nuray’ın evrende kapladıkları alanı anlamaları için verdikleri çaba, her şeyin önüne geçmektedir. Samet’in filmde deklanşöre bastığı anlar Ceylan’ın filmin setinde çektiği şahane fotoğraflara bağlansa da veya Samet’in Brechtyen bir etkiyle film evreninden çıkarak seyirciyi kendini kaptırdığı hikâyeden kopartmasıyla seyirciye yön veren karakter olarak bir adım öne çıksa da Kuru Otlar Üstüne, daha çok gizli kahramanlarıyla; kadınlarıyla kendini var eden bir yapımdır. Üstelik bu yapım, Sevim ve Nuray dahil birçok kadının hayatta kapladıkları alanın hiç de azımsanmayacak olduğunun da bir ispatıdır.
*Burada bahsedilen Samet’in kız öğrencisine olan tavrı değildir. Samet’in tıpkı filmin bilgisinde verildiği gibi öğrencisine herhangi bir taciz vb. yapmadığı kabul edilmektedir. Burada bahsedilen meslek etiğini yitirmiş öğretmen, öğrencilerin bilgisini vermemesi gerektiği halde veren Tolga’dır (Erdem Şenocak).