Son filmi Karganın Aşınan Gagası ile 7. Duhok Uluslararası Film Festivali’nden Jüri Özel Ödülü’yle dönen Ömer Ferhat Özmen ile onu ve sinemasını daha yakından tanıyacağımız bir röportaj gerçekleştirdik.
Kendisini Beyoğlu Sineması filmiyle tanıdığımız Ömer Ferhat Özmen son filmi Karganın Aşınan Gagası’nı ve yeni projelerini bizlere anlattı.
Henüz seni tanımayanlar için sinema yolculuğun nasıl başladı bize anlatabilir misin?
Öncelikle herkese merhaba diyeyim. Lise yıllarımda sinemaya heves ettim. Bunun için de üniversite eğitimimi sinema üzerine almak istedim. İlk tercihim sinemaydı ama Zihinsel Engelliler Öğretmenliği okuma sürecinde buldum kendimi. Bir yıl kadar okudum. Okul Türkiye’de değildi. Birinci senenin sonlarına doğru devam edemeyeceğimi ve sinema yapmak istediğimi anladım. Türkiye’ye dönüp yeniden hazırlandım. 2014 yılında Marmara Üniversitesi GSF Sinema Bölümü’ne yani şimdiki adıyla Film Tasarımı Bölümü’ne girdim. Böylece sinemayla ilgili çalışmalarım başlamış oldu.
Ailenin bu duruma tepkisi ne oldu?
Hiç bir sinema öğrencisinin ailesi sinema okumasını istemez. Bugün ailelerin haklı olduklarını daha iyi anladım. Çok acı bir şekilde (!) (gülüyoruz). Şöyle garip bir şeyi var sinemanın; sinemayla organik bir bağı olsun ya da olmasın herkes, sinemanın bir iş olmadığını düşünür. Sinemaya dair sıkıntılar herkes tarafından biliniyor. Bu nedenlerden ötürü ailem de sinema okumamı istemedi. Bu günleri öngörüyorlardı aslında. Şu an sinemacılar olarak büyük bir yığınız ve çoğumuz işsiziz. Çevremdeki çoğu arkadaşım çeşitli zincir marketlerde ya da büyük kahvecilerde çalışmak zorunda kaldılar. İçinde bulunduğumuz ekonomik kriz koşullarını da düşündüğümüzde her şey bizim için daha kötü olmaya başladı. Artık kameralarımızı ve varsa ses kayıt cihazlarımızı satışa çıkarmış bulunmaktayız 🙂
Peki birçok ödül almış kısa film yönetmeni biri olarak hâlen böyle işlerde ekonomine katkıda bulunmak zorunda kalıyor musun?
Tabi ki zorunda kalıyorum. Ama bence herkes bir yolunu buluyor. Ben de yolumu buldum. Mezun olduktan sonra bir süre sektörde birkaç projede çalıştım. Kısa filmlerde bolca çalıştım. İki tane de uzun metraj filmde rejide çalıştım. Kira ve ev giderleri bizi başka alanlara sürüklüyor. Bunun için de sinema dışında başka başka işlerde çalıştım tabii. Gayet normal bir süreç bu arada. Öyle ya da böyle sinema yapmaya devam edeceğiz.
Beyoğlu Sineması filminden sonra mıydı bu süreç?
Beyoğlu Sineması filmini üniversite ikinci sınıftayken çektim. Dolayısıyla o dönem çalışmak zorunda olmadığım bir dönemdi. Burs var. Ailen okul bitene kadar kendini senden sorumlu hissediyor. Ama Karganın Aşınan Gagası‘nı bitirdikten sonra kimse gözümün yaşına bakmadı açıkçası. Şu an tam da öyle bir süreçteyim. Bazen nasıl yaşadığımı anlamadığım dönemlerden geçtim. Sağ olsun dostlarımız var. Her koşulda yanımızda olanlar… Onlar sayesinde filmler çekiyoruz.
Peki anlattığın zor koşullarda film yapmayı sürdürebiliyor musun?
Şu an dayanışma koşullarında film üretebiliyoruz diyebilirim. Hatta bunun da sonuna geldik. Daha üniversiteli bir sinemacıyken bir arkadaşın gelip sana üç gün yardım eder, ya da beş gün. Ama artık onun giderlerini karşılamak zorundasın. Mesela geçen gaza geldim. Gecenin bir vakti beraber film yaptığım arkadaşlarımla buluştum. Neredeyse kimse yardımcı olamayacaktı. Çoğu zaman da benim katkı sunamadığım projeler oluyor.
Peki başarının kıstası nedir sence? Ne zaman bu parçalı yapı bir bütünlüğe kavuşacak ?
Şöyle bir şey aslında; sinemada bir başarı kıstası yok genel olarak. Zaten başarılı olup olmadığını neredeyse hissetme şansın yok ülke şartlarında; çünkü bu işte başarılı olmaktan çok, asıl amaç devamlı olmakla ilgili. Sürekliliği yakalamalısın. Rastgele biri eline aldığı bir kamerayla rastgele bir film çekip dünyanın en önemli ödülünü alabilir; ama beş yıl, on yıl, yirmi yıl sonra hiçbir şey bırakmayabilir. Ahmed Arif’in de tek bir şiir kitabı var, bunu ayrı tutalım. Önemli olan sürekli işini yapması. Ekonomisini yaptığı işe entegre etmiş olması. Ben henüz sürekliliği sağlama aşamasındayım.
İki kısa film yaptın. Beyoğlu Sineması başarılı bir kısa filmdi. Karganın Aşınan Gagası ise henüz festival sürecini tamamlamadı. Sinemaya devam edecek motivasyona sahip misin? Motivasyonun nedir?
Sinema yapma motivasyonu çok arada bir şey. Netleştirdiğin zaman belki de sinemayı bırakacağın bir şey! İnanın bence kimse bilmiyor olabilir niçin sinema yaptığını. Bu tür şeylerin net bir cevabı yok. Yapmak zorunda hissediyorsun. Kendini böyle tarif etmek istiyorsun. Bunun altında çok güçlü nedenler yatıyordur. O nedenleri de çok irdelediğin zaman, o nedenlerle yüzleştiğin zaman tekrar yapmak istemeyebilirsin. Onun için sadece motivasyonu sıcak tutup devam etmek istiyorum. Çok yoğunlaşırsam belki de kopabilirim çünkü dünyada binlerce meslek, hayatını daha düzgün kuracağın alanlar varken böyle afallayacağın, sıkıntılar yaşayacağın bir alanda insan niye acı çekmek isteyesin orası biraz garip!
Diğer sanat dallarıyla aran nasıl?
Bizim şöyle bir şansımız oldu; G.S.F’de olduğumuz için heykel, resim, fotoğraf… bölümlerinden arkadaşlarımızla benzer dertlere sahiptik. Beraber olduğumuz zamanlarda birbirimizden beslendik.
Diğer sanat dallarıyla ilgilenmek ya da sinemayla ilgilenmek benzer şeyler mi ?
Benzer dertlere sahip insanlar olduğumuz için benzer bence. Bir insan niye heykel yapar ile niye sinema yapar sorusunun cevabı aynı bence. Aynı şeyler…
İşin kötü kısmı biz kendimizi ifade ederken galiba pahalı ifade biçimi seçtik. Keşke kendimi bir A4 kâğıdıyla ifade edebilseydim, çok da ihtiyaç duymazdım kimseye. Sinemanın kolektif bir yapısı var. Sen film yapmak isteyeceksin ve seninle birlikte aynı zamanda kırk kişi isteyecek bunu. Herkesin ikna olması gerekiyor. Ve daha bir sürü süreci var bu durumun… Tabi bu durumun düşünsel süreçleri tüm sanat dallarında zor. Yılmaz Bulut diye bir arkadaşım var. Bir at heykeli yaptı. Bu az da olsa süreçlerini takip etme fırsatım oldu. Çok büyük bir emek ve derin düşünceler barındırıyor içinde. Neredeyse bir film yapım süreci kadar zaman ve emek söz konusu.
Sergi takip ediyor musun?
Üniversite yıllarında düzenli takip ediyordum. Şimdilerde arkadaşlarımın sergilerini takip edebiliyorum. Sinemacılarla ilgili şunu söyleyebilirim küçük esnaflara benziyoruz. Daha çok kendi alanımızda vakit geçiriyoruz. Hem filmin içinde kalmak uzun bir süreç hem de festivaller, söyleşiler derken süreç daha da uzuyor.
Bizim seni tanımamıza neden olan Beyoğlu Sineması’na dönelim istiyorum (2016) film sürecini bize anlatabilir misin?
İstanbul’da halen ayakta kalan, iki sinemanın karşı karşıya olduğu bir yer kaldı mı bilmiyorum… Bu iki sinemanın arasında çocuklar görüyordum. Bu çocuklarla sinemanın ortak bir noktası olması gerektiğini düşünüyordum. Mutlaka bir ortaklık kurmak istedim. Beyoğlu Sineması bir çocuk işçi filmi. Hikayenin çıkışı da benim yaşantımda gerçek bir yere dayanıyor. Çocukluğumda öğretmenimiz bir arkadaşımıza ceza vermiş, biz film izlerken onu dışarı çıkarmıştı. Karlı bir gündü. O da çocukça bir ilgiyle pencereden filmi bizimle birlikte izlemeye çalışıyordu. O dışlanan çocuk benim için hep özel oldu. Bir arkadaşım TÜRSAK Vakfı’ndan haberdar etti beni. Senaryo yarışması düzenleniyormuş. Oturdum ve kısa sürede üç senaryo yazdım. Bir tanesi Beyoğlu Sineması‘ydı. Hayatımda ilk kez bir yarışmaya katılıyordum. Gönderdik ve sonra da unuttuk. Bir ay sonra bir telefon aldık. Bir ilk oldu ve iki senaryom birden seçildi. Kasetin B Yüzü ve Beyoğlu Sineması desteğe değer görüldü.
Oradan gelen ekonomik destekle seti kurduk. Çocuk oyuncularla çalışmak mevzusu var bi de. Bu gerçek anlamıyla bir travmadır. Yer yer film çekiminde başıma ağrılar girdi. Süreç çok sancılıydı. İlk kez bir proje gerçekleştiriyorduk. Alanın terminolojisine hâkim değildik, DIT gelecek sete dediler ne olduğunu hiçbirimiz bilmiyorduk (gülüyoruz). Set kurmakla insanın ateşe düştüğünü söyleyebilirim. Sete girmemize günler kala 15 Temmuz oldu. Aldığımız bütün izinler iptal edildi. Sete birçok kez polis geldi. Görüntü yönetmenimiz yurt dışından dönemiyordu. Setin ilk günü zar zor yetişebildi. Yirmi kişilik bir set ekibiyle üç günde çektik. Kurgusunu bitirdikten sonra festival süreci başladı. İzleyici çok sevdi. Festival süresinde çok güzel geri dönüşler oldu.
Filmin Abbas Kiyarüstemi ile bir gönül bağı var. Kiyarüstemi’nin filmden haberi oldu mu?
O dönem ulaşmaya çalıştık aslında ama hastaydı ulaşamadık. Film kurguya yeni girmişti ki vefat haberini aldık. Kiyarüstemi çok özel birisi. Yazılmış en iyi sinema kitaplarından birini bıraktı bize. “A. Kiyarüstemi ile Sinema Dersleri” öyle bir kitap ki tüm bildiklerimizi unutmak zorunda bırakıyor bizi.
O dönem Kiyarüstemi ölüm döşeğindeyken bir video paylaşıldı sosyal medyada. Solmaz Neragi, yönetmenin isteğini yerine getirip hastanede Nobahari parçasını çalışıyordu ustaya. Sana ne hissettirdi o video?
Bende o videoyu gördüm. Yaşamla ilişkisine dair güçlü bağlarını iliklerime kadar hissettim.
Ölüm döşeğinde soruyorlar Usta’ya, bu kadar film çektin, hiç film çekmemiş ama yaşıyor olmayı ister miydin? ‘Evet’ diyor Usta “Ölünce kirazın tadını alamayacağım ki!” O dönem bu beni çok etkilemişti. Ben ölsem de filmlerim yaşasın gibi bir cevap beklerdim ondan. Ama o yaşamı kutsadı. Bu beni çok etkiledi, etkilemeye de devam edecek.
Son filmin Karganın Aşınan Gagası, 7. Duhok Uluslararası Film Festivali’nde Jüri Özel Ödülü aldı. Festival ve gösterim süreci devam ediyor. Hikayenin çıkışından bu tercihlere kadar olan süreç nasıl gelişti anlatır mısın?
Bu filmin hikayesi de yaşanmış bir olaya dayanıyor. Bir kadın onun hayatı için son derece sıradan olan peynir gömme ritüelini onu kuşatan şehir hayatında gerçekleştirememişti. Onun bu durumdan şikayetine tanık oldum. Buradaki imgenin güçlülüğü beni üzerine uzun uzun düşündürdü. Sonra üzerinde çalışmaya karar verdim. Çıkan birkaç versiyonu oldu ama onları beğenmedim. O haliyle hissettiklerim altında kalabilirdi hikaye. Bir süreye yayılınca çalışma, çıkan şeyden bir film yapabileceğimi düşündüm. Senaryo bitince Kültür Bakanlığı’na gönderdim. Destek aldı. Yaklaşık bir ay sonra da sete girdik. Başrolü annemle paylaşan sevgili Engin Emre Değer’le bir festivalde tanışmıştık. Hemen ayaküstü numarasını almıştım. Zaten kendisini Press, Bahoz filmlerinden de biliyordum. Filme çok değer kattığını düşünüyorum. Festival ve gösterim süreçleri devam ediyor. Beni en mutlu eden şeylerden biri filmin Boğaziçi Üniversitesi M.A.F.M Hisar seçkisine seçilmiş olması. Beyoğlu Sineması’ o seçkiye girememişti.
Filmin oyuncularından biri annen, dili Kürtçe… Annen ile çalışmaya karar verme sürecin nasıl gelişti ? Anneni nasıl yönettin ?
Annemden önce bilindik bir kaç kadın oyuncuyla görüştüm. Kürtçe çalışırlarsa oynayabileceklerini söylediler. Ama gönlümde annem yatıyordu. Ama bir taraftan da korkunç bir durum. O kadar kişi, kamera vs. Annem bunu yapabilir mi diye uzun süre kendi içimde tartışmayı sürdürdüm. Daha sonra anneme ikna oldum. Anneme ilk söylediğim zaman ki cevabına göre ya onu oynatacaktım yada vaaz geçecektim. Telefon açtım hemen. Anlattım hikayeyi. Kahkahalar attı ” O zaman birbirimizi rezil ediyoruz” dedi. ‘Evet’ dedim ‘ Rezil ediyoruz’. Şöyle düşündüm, rezil de eder oynar da, her şeyi yapar bu kadın! (Gülüyoruz).
Sette sürekli onu “an’lara” götürüyordum. Örneğin bir tepki vermesini istiyorsam yaşamımızdan bir anı hatırlatıyordum. Böyle böyle çağrışım yöntemiyle çalıştık. Ezber yoktu, tamamıyla doğaçlama çektik böylece. Zorlandığımız yerlerde Engin Emre Değer de oyuncu yönetiminde çok katkı sağladı filme. Kürtçe çektim çünkü hikayenin dili Kürtçeydi.
Sosyal Platformlarda ne zaman izleyeceğiz Karganın Aşınan Gagasını?
2020’nin ikinci ya da üçüncü ayı gibi yayınlamış olurum. Yayınlamam biraz da üzerinde çalıştığım filmin hazırlık sürecini bitirmemle ilgili. Yeni filmi çekmeye başladığımda elimdeki filmi yayınlıyorum.
Kısa metraj film nedir senin için, asıl amaç uzun metraj çekmek midir?
Kısa film uzun metraj için hem hazırlıktır hem de tek başına da filmdir. İlk film çekmeye başladığımızda daha kısa şeyler çekeriz o gerçekten bir hazırlıktır. Belki de kısa filmin hazırlığı odur yani ilk yaptığımız pratik, yarım yamalak çekimler. Kamerayı ve öyküyü nasıl anlattığımıza dair bilgi alabilmek adına yaptığımız her şey… Onun dışında profesyonel bir hikayenin tamamını anlatan bir kısa film bir filmdir. Uzun ya da kısa, onun süresiyle ilgili değildir mesele. 20 dk’lık bir film bazen 180 dk’lık bir filmden daha etkili olabilir. Ki kısa film avantajlıdır. Kötüyse de kısa sürede bitiyor. Ama uzun öyle mi kötüyse yandınız. 130 dk beklemeniz gerekiyor 🙂
Hiç unutmam, Beyoğlu Sineması’nın bir gösterimi için Kadıköy’de bir sinemada saati bekliyorum. Biri yanıma gelmişti. “Küçük filmlerin” gösterimi ne tarafta, diye sormuştu.
Uzun metraj için hazırlık yapıyor musun? Belirlediğin bir zaman var mı?
Ben hep hazırlık halindeyim. İki tane uzun metraj hikayesine çok yakınım. Bir tanesini açığa çıkardım. Sinemasına güvendiğim, değer verdiğim insanlarla bunları paylaştım. Uzun süre çalışmam gerekir. Özellikle güzel bir kahvaltı yapmışsam o gün mutlaka bir kaç sahne ekleyebiliyorum 🙂 Bir zamanlamam yok. Demlenmeye bıraktım diyebilirim. Belki çok yakında olur belli mi olur…
Türkiye sinemasından takip ettiğin isimler kimler?
Herkesi takip ediyorum ama özellikle isim vermek gerekirse Mahmut Fazıl Coşkun, Emin Alper, Tolga Karaçelik, Yeşim Ustaoğlu, Ali Kemal Çınar’ı söyleyebilirim. Ali Kemal Çınar bence dikkatle takip edilmesi gereken bir yönetmen. Film yapma yöntemi çok ilgimi çekiyor. Beklentim çok yüksek.
Senaryo yazımında mahir görünüyorsun. Her zaman kendi hikâyelerini mi çekeceksin?
Şu ana kadar kendi yazdıklarımı çektim ama hep böyle olacak diye bir ısrarım yok. Ama en azından ilk uzun metrajımı kesinlikle kendi yazdığım senaryoyu filme çekeceğim. Film kötü olursa kimseyi suçlamaya hakkım olmasın 🙂
Ama kendi yazdığım arkadaşlarımın çektiği üç film var. Bana ilginç gelmişti. Bambaşka bir şey ortaya çıkmıştı.
Hangi hikâyelere yakın hissediyorsun kendini?
Göç, çocuk işçiler, sokak insanları… Aslında öteki kavramıyla ilgileniyorum. Belki de kendimi öyle hissettiğim için bu böyle. Genel olarak alt sınıf hikâyeleri, politik bir söylemi, cümlesi olacak hikayeler daha çok ilgimi çekiyor. Yani politik söylemle yaratılan karakterle değilde, karakterlerin politikleşme süreçlerini seviyorum. Şimdi yazdığım hikâyenin kategorisini anlamış değilim. Köyden bir karakter ama köyle var olan biri değil, karmaşık biraz.
Her hikâye sinema mıdır?
Değildir bana göre. Sinema olup olmadığını yönetmen hisseder. Bazı hikayeler anlatıldığında çok etkileyicidir, ama sinemada karşılığı yoktur. Kamerayı kurduğunda duygusu geçmeyecektir. Sinemayla ilgilendiğimizi öğrenen herkes hemen nenesinin hikâyesini anlatır. Hiç düşünmezler bizim de nenemiz var. Mesela benim nenemle dedem aynı sofrada hiç yemek yememişler ömürleri boyunca. Bunu çekmek isteyen sinemacılar, çekebilirler.
Hangi filmler seni sinema yapmaya teşvik etti?
Buna cevap vermek öyle zor ki! Her iyi filmin bende emeği var. Amatör filmi ilk aklıma gelenlerden. Sonra Stanley Kubrick’in Zafer Yolları filmini sayabilirim. Beni inanılmaz derecede etkileyen bir başka film de Narayama Türküsü‘dür. Umut, Masumiyet, Gurbet Kuşları…
Burada bırakalım yoksa liste çok uzar.
Beyoğlu Sineması‘ndan önce başka film çektin mi?
Üniversiteye başlamamın hemen ardından film yapmaya başladım. Birinci sınıfın ilk döneminin sonunda sevgili yönetmen Metehan Boyraz ile ‘Acı Kahve’ diye bir film yaptık. O zaman ki düşüncemizle Cannes’a başvurunun yollarını aramaya başladık hemen. Amacımız iyi film çekmek değildi. İyi festivale gitmekti.
Keşke imkan olsa da Türkiye de sinema yapmak isteyenler Cannes’a gittikten sonra başlasa film yapmaya. Cannes aslında bir başlangıç noktasıyken bitiş noktası gibi bir algı var. Sinemanın hiç bir zaman bir varış noktası olamaz. Olsaydı NBC Kış Uykusu‘ndan sonra film yapmazdı. Hangi güdü onu harekete geçiriyor film yapmak için? Belki de bizimde bir parçası olduğumuz bir kesim festival hastalığından mustarip.
Sonra Evsizlerden Bir Gün diye bir film yaptık. O da film değildi. Bunlar birinci sınıftayken çektiğimiz filmler. İkinci sınıfta Berfin diye bir film çektik. Bu filmi Mahmut Fazıl Coşkun’a izlettirdim. O da Berfin‘in filme dair hiçbir şey taşımadığını, olsa olsa haber olabileceğini söyledi. Tüm bu süreçlerden sonra gerçek anlamda sinema nedir diye düşünmeye başladım. Tabii ki yapmaya devam ederek…
Kendini öykünmekten nerede kurtarır sence bir kısa film yönetmeni?
Önce taklitle başlıyor her şey. Ben de bunu yaptım. Ögelerine ayırıyorsun filmi ve sevdiğin yönetmeni taklit ediyorsun. Belki oyuncusunu belki kamera açılarını… Ama bir zaman geliyor suda bir başkasının boğulmama yöntemini nasıl taklit edemezsen öyle oluyor. Ya boğulacaksın ya da çıkacaksın o sudan.
Mevlüde Karataş