Tim Mielants’ın Small Things Like These (2024) filmi, yüzeye yakın sade bir taşra anlatısı gibi görünse de alt katmanlarında hem İrlanda’nın yüzyıllar süren tarihsel suskunluğunu hem de kurumsal şiddetle örülmüş bir belleği taşır. Claire Keegan’ın kısa romanından uyarlanan film, Katolik Kilisesi’nin ve devletin iç içe geçmiş denetim aygıtlarının birey üzerindeki etkilerini görünür kılmakla kalmaz, aynı zamanda karşı-hafıza üretmeye yönelir. Sessizlik ve su yüzüne çıkmamış suçlar, bu anlatının asli özneleri hâline gelir. Filmin merkezi karakteri Bill Furlong, tarihsel bastırılmışlık ile bireysel vicdan arasında sıkışmış bir figürdür ve onun yolculuğu, aslında İrlanda’nın kendi geçmişiyle yüzleşemeyişinin temsili olarak okunabilir.
İrlanda’nın 20. yüzyılda şekillenen sosyo-politik yapısı, Katolik Kilisesi’nin devletle simbiyotik bir ilişki kurduğu, ahlaki ve cinsel normların kurumsal kontrol altında yürütüldüğü bir sistemdi. Özellikle 1937 Anayasası’nda Katolikliğin “özel konumunun” tanınması, bu birlikteliği yasal düzeyde de kutsamıştı¹. Magdalene çamaşırhaneleri gibi kurumlar, bu ahlaki ve toplumsal düzenin çevresinde değil merkezinde yer alıyordu. 1922–1996 arasında faaliyet gösteren bu çamaşırhaneler, yalnızca “düşkün” kadınların değil, toplumun dışına itilmiş tüm figürlerin – bekâr annelerin, evlatlık verilen çocukların, “normdışı” bulunan genç kızların – hapsedildiği, çalıştırıldığı ve bastırıldığı birer istisna mekânıydı. Giorgio Agamben’in Homo Sacer kuramıyla düşünüldüğünde, bu kadınlar egemen iktidarın hem dışladığı hem de üzerinde mutlak hak iddia ettiği “çıplak hayatlar”a dönüştürülmüştür². Bu kurumlar, yalnızca kiliseye ait değil; polis, sosyal hizmet, aile ve devletin birbiriyle örtüşen işleyişleriyle devam eden entegre şiddet sistemleriydi.
Bu noktada Michel Foucault’nun Hapishanenin Doğuşu’nda analiz ettiği modern denetim biçimleri, filmdeki kasaba atmosferinde net biçimde hissedilir³. Görünürde sevgi, merhamet ve huzur vadeden bu taşra yaşamı, gerçekte mükemmel işleyen bir mikro-iktidar düzenidir. İnsanlar birbirinin gözetleyicisi, kilise ise görünmez ama kudretli bir panoptikondur. Film, kilise duvarlarının ardındaki korkuyu doğrudan göstermese de, rahibelerin sessizliği, papazların varlığı, çocukların ürkekliği ve kasaba halkının dilsizliğiyle bu baskıyı görünür kılar. Mielants’ın kamerası, sade planlarla mekânın boşluklarını gösterirken, aslında tam da bu boşluklar aracılığıyla İrlanda’nın kolektif suskunluğunu estetize eder.
Bu suskunluğun en çarpıcı figürü Bill Furlong’dur. Hannah Arendt’in “sıradanlığın içindeki kötülük” kavramı burada tersine çevrilir: Furlong, sıradan bir adam olarak kötülüğe ortak olmayı reddeden biridir⁴. Onun karakteri, aslında İrlanda’nın modern tarihi içinde nadir bulunan vicdani bir özneyi temsil eder. Arendt, bireyin politik eylem kapasitesini “başlangıç yapabilme” yetisi üzerinden tanımlar. Furlong’un sessizce gerçekleştirdiği müdahale, sistemin bütünlüğünü bozan değil; ona ilk çatlağı attıran etik bir başlangıçtır. Bu nedenle film, büyük anlatıların değil, küçük eylemlerin politikasını savunur.
Ancak Furlong yalnızca etik bir özne değildir; aynı zamanda geçmişin travmasıyla şekillenmiş bir bellek taşıyıcısıdır. Freud’un bastırma kuramı çerçevesinde, Furlong’un çocukluğu, toplumun evlilik dışı doğan bir çocuğa biçtiği değersizlikle lekelenmiş bir travmadır⁵. Annesinin onu toplum baskısına rağmen büyütmesi, sessiz bir direniş biçimi olarak geçmişte kalmış gibidir. Bu bastırılmış geçmiş, filmde çamaşırhanedeki kilitli kızla karşılaştığında geri döner. O an, psikanalitik anlamda bir travmatik geri dönüş ve aktarım (transference) anıdır. Bu karşılaşma, Furlong’un yalnızca dışsal değil, içsel bir ahlaki dönüşüm yaşamasına neden olur.
Judith Butler’ın toplumsal cinsiyet performativitesi kuramıyla da filmdeki şiddet okuması genişletilebilir⁶. Magdalene çamaşırhanelerindeki kadınlar, heteronormatif ve dinî temelli kadınlık rejimine uymayan bireyler olarak cezalandırılır. Onların “günahları” bedenleriyle yazılır; saçları kesilir, tek tip kıyafetler giydirilir, konuşmaları yasaklanır. Butler’ın ifadesiyle, kadınların cinsiyet performansları “anormal” olarak işaretlenir ve sosyal ölümle karşılaşırlar. Film, bu ölümün izini doğrudan değil ama mimari olarak sürer. Kilitli kapılar, karanlık koridorlar ve rahibe bakışları, bastırılmış bir cinselliğin, sakatlanmış bir kadınlığın simgesine dönüşür.
Mekânın bu denli güçlü bir şekilde işlenmesi, sinemanın hatırlama işleviyle de doğrudan ilişkilidir. Pierre Nora’nın “lieux de mémoire” (hafıza mekânları) kavramı burada devreye girer⁷. Çamaşırhane, yalnızca bir yapı değil; ulusal bellekteki bastırılmışlığın, inkârın ve suç ortaklığının mekânsal izdüşümüdür. Film, bu mekânı yeniden görünür kılarak, unutulmuş ya da unutturulmuş olanı tarihsel süreklilik içinde bugüne taşır. Furlong’un yürüyüşü bu nedenle yalnızca bireysel değil, ulusal bir yürüyüştür. Kutsal mekânlarda işlenen dünyevî suçlara karşı atılan sessiz bir adım, İrlanda’nın unutmaya çalıştığı travmaların üzerine yürüyüşüdür.
Bu bağlamda film, Giorgio Agamben’in Tanık kavramıyla da okunabilir⁸. Agamben’e göre tanık, yalnızca “olayı gören” değildir; aynı zamanda dile getirilmesi mümkün olmayanın taşıyıcısıdır. Furlong, bu bağlamda görünmeyeni görür, suskunluğu duyar ve dile getirmeyi seçer. Onun müdahalesi, çığlık atmak değil; sessizliği delmektir. Çünkü bazen sessizliği bozmak, bağırmaktan daha politik, daha etik bir eylemdir.
Tanıklık burada yalnızca ahlaki bir refleks değil, aynı zamanda politik bir eylem hâline gelir. Toplumun bilinçli olarak bastırdığı, yokmuş gibi davrandığı bir travmaya dokunmak, bu travmayı temsil etmek ve onun üzerindeki örtüyü aralamak: İşte Furlong’un yürüyüşü, bu anlamda tanıklığın bedenleşmiş hâlidir. Agamben’in “tanık, kendisi yerine konuşulamayanın suskunluğunun adıdır” önermesiyle birlikte düşündüğümüzde, Furlong’un yaptığı şey birini kurtarmaktan çok daha fazlasıdır: O, o güne dek konuşulamayanın, unutulmaya zorlananın, toplumca bastırılanın taşıyıcısı olmayı kabul eder.
Üstelik Furlong’un bu tanıklığı yalnızca başkalarına yönelik değildir; kendi geçmişine, annesine, bastırdığı kimliğe ve çocukluğunun damgalanmışlığına da yönelir. Yani tanıklık hem dışsal bir gerçekliğe hem de içsel bir yüzleşmeye uzanır. Agamben’in tanığı, bir arşiv değil; yaşayan bir yara, sürekli açılan bir hafıza boşluğudur. Furlong da tam bu biçimde, film boyunca sessizliğin taşıyıcısı olarak değil, onu yararak, bozan biri olarak konumlanır. Onun sessizliği bozması, yalnızca bir bireysel kurtuluş değil; kolektif hafızada bir çatlak yaratma çabasıdır. Ve bazen sessizliği bozmak, bağırmaktan daha politik, daha sarsıcı ve daha etik bir eylemdir. Çünkü gerçekten tanıklık eden kişi, yalnızca görmez; gördüğünü taşır, onunla yaşar ve onu başkasına bırakabilecek bir anlatı formuna dönüştürür.
Sonuç olarak Small Things Like These, küçük bir taşra kasabasında geçen sade bir hikâyeyi, İrlanda’nın bastırılmış tarihsel belleğiyle birleştiren etkileyici bir politik sinema örneğidir. Tim Mielants, bireysel vicdanı merkezine alarak, kurumsal şiddetin nasıl sıradanlaştırıldığını gösterirken; aynı zamanda küçük etik müdahalelerin nasıl büyük sessizlikleri kırabileceğini ortaya koyar. Bill Furlong’un yürüyüşü, büyük anlatıların değil, dürüst bakışların ve vicdanın kurtarabileceği bir geleceğe dair kırılgan ama umutlu bir başlangıçtır. Ve belki de yalnızca bu küçük şeyler sayesinde, tarih bir gün yeniden konuşabilir.
Kaynakça
- Ferriter, Diarmaid. Occasions of Sin: Sex and Society in Modern Ireland. London: Profile Books, 2009.
- Agamben, Giorgio. Homo Sacer: Egemen İktidar ve Çıplak Hayat. Çev. Işık Ergüden. İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 2013.
- Foucault, Michel. Hapishanenin Doğuşu. Çev. Mehmet Ali Kılıçbay. Ankara: İmge Kitabevi, 2019.
- Arendt, Hannah. İnsanlık Durumu. Çev. Bahadır Sina Şener. İstanbul: İletişim Yayınları, 2020.
- Freud, Sigmund. Bilinçdışı. Çev. Ahmet Cemal. İstanbul: Payel Yayınları, 2014.
- Butler, Judith. Cinsiyet Belası: Feminizm ve Kimliğin Altüst Edilişi. Çev. Zeynep Direk. İstanbul: Metis Yayınları, 2021.
- Nora, Pierre. “Between Memory and History: Les Lieux de Mémoire.” Representations, no. 26, 1989, pp. 7–24.
- Agamben, Giorgio. Remnants of Auschwitz: The Witness and the Archive. New York: Zone Books, 1999.