Nuri Bilge Ceylan’ın dünya prömiyerini Cannes Film Festivali’nde yapan ve filmin ardından 11 dakika ayakta alkışlanan filmi Kuru Otlar Üstüne (2023), bir taşra köyünde resim öğretmenliği yapan Samet’in orta sınıf melankolisini konu alıyor.
Doğu Anadolu’nun kırsal kesiminde çalışan ve zorunlu görev sonrasında İstanbul’a atanma hayalleri kuran bir öğretmenin, öğrencisi tarafından tacizle suçlanması sonucu hayatının tüm dengesinin bozulmasını anlatan filmin senaryosu Nuri Bilge Ceylan, Akın Aksu ve Ebru Ceylan tarafından kaleme alındı.
3 saat 17 dakikalık film, Cannes gösterimi sonrasında seyircilerden büyük övgü aldı. Film, insanın duygusal inceliklerini zengin bir açıdan ele alması, Çehov karakterlerini bize tekrar hatırlatması ve bunu filmde ustaca işlemesi, durağan fotoğraf ve portre vurgularını çok iyi yapması açısından bence NBC’nin Bir Zamanlar Anadolu’da (2011)’dan sonraki en iyi uzun metrajlı filmi olabilir. Kısaca Kuru Otlar Üstüne bize sanatın gücünü yeniden hatırlatan bir film olma özelliği taşıyor.
Çekimleri Mart 2021’de Erzurum’da başlayan filmde Müdür Bekir’i canlandıran Onur Berk Arslanoğlu ile filmi konuşacağız.
Filmle ilgili sohbetimize başlamadan önce bize biraz kendinden bahseder misin?
Tabii ki. Ben aslında İTÜ Makina Mühendisliği bölümü mezunuyum ve ardından Bilgi Üniversitesi’nde Medya ve İletişim yüksek lisansı yaptım. Fakat içimdeki oyuncu kişisi beni lisans eğitimim sırasında üniversitenin tiyatro kulübüne sürükledi. Profesyonel olarak oyunculuğa geçmemi sağlayan nüveler de aslında burada tiyatro yaparken oluştu. Mezuniyetimin ardından Şahika Tekand’dan tiyatro eğitimi alarak bu işe daha ciddi bakmaya ve kendimi geliştirmeye başladım. Yer aldığım oyunlarda önemli deneyimler edindim. Daha sonra kamera önü projeleri gelmeye başladı. Çeşitli reklam, dizi ve sinema filmi projelerinde yer aldım. İki yıl önce başrolünde yer aldığım Plaza (2020) isimli sinema filmi ile Adana Altın Koza Film Festivali’nde En İyi Erkek Oyuncu ödülüne layık görüldüm. Bununla neredeyse aynı zamanda da Kuru Otlar Üstüne’nin çekimlerine başladık. Tiyatroya hâlâ devam ediyorum. Sahnede doya doya oynama zevkinden vazgeçemiyorum.
Girişte filmin konusuyla ilgili küçük bir bilgi verdim ama sana da sormak istiyorum. Filmin özünde ne var?
Bu çok zor bir soru aslında. Bence izleyen herkesin bu soruya mutlaka farklı cevapları olacaktır. Açık büfe felsefi ikramlar var çünkü filmde. İzledikten sonra benim hissettiklerim; yabancılık, umut/umutsuzluk tartışmalarının yanı sıra mutluluğu dışarıda ve kendi gibi olmayanda arama çabası, hayata verdiğimiz anlamların göreliliği, bir kaçış olarak bireycilik gibi kavramlar oldu. Biraz anahtar sözcük listesi gibi oldu ama bu bahsettiğim şeylerin her birine dair çok şey var filmde. Yine de beni en çok, kendimizi konumlandırdığımız yerde aslında hayatlarımızın ne kadar küçülmüş olduğunu fark etmek, bunu kabul etmenin ise daha da zor olduğunu görmek etkiledi sanırım.
Sanatsal olarak ise bence çok zengin bir görsel şölen sunuyor film. NBC’nin ve Ebru Ceylan’ın fotoğrafları bu sefer sinematik olarak da desteklenmiş bir şekilde hem filme hem de hikâyeye özel bir estetik katıyor. Filmde daha önce alışık olmadığımız bazı kırılma anları da var ve bu da beni oldukça heyecanlandırdı. Derin felsefi konuların yanında güncel politik meseleleri de gören, uzun olmasına rağmen yine bitmesin dediğimiz bir film olmuş bana kalırsa.
Bu hikâyeye seni çeken ne oldu?
Her şeyden önce anlatıcısının Nuri Bilge Ceylan olması desem en doğrusu olur sanırım. Hikâyenin çok tanıdık, fakat karakterlerin çok karmaşık olduğu bir iklimde benim de yoğun biçimde hissettiğim duygusal açmazlar öylesine ustalıkla işleniyor ki, böyle bir anlatının içinde icracı olarak yer almak gerçekten olağanüstü heyecan verici hale geliyor. Ben de bu ülkede aynı çelişkileri taşıyorum. İçinde bulunduğum ortam hem çok tanıdık, hem çok yabancılaştırıcı.
Müdür Bekir karakterinden bahseder misin? Bu karakter için nereden ilham aldın?
Müdürümüz genç ve kasabadaki okula muhtemelen batıdaki bir şehirden atanmış, henüz yolun başında olmasına rağmen bir şekilde kendini sevdirmeyi başararak makam sahibi olmuş bir öğretmen. İktidar yandaşı diyemeyiz ama kime, neye göre hareket etmesi gerektiğini iyi biliyor ve kendini korumayı öncelik edinmiş. Başına bir sorun açılmadan yoluna devam etmek istiyor aslında sadece. Ben zaten uzun yıllar ilkokul ve ortaokullarda etkinlikler yaptım ve bu süreçte Türkiye’de çeşitli öğretmen ve müdürlerle tanıştım. Filmdeki eğitimci karakterlerin yakından tanığıyım yani. 🙂
Film teklifi sana nasıl geldi ve NBC ile çalışmak nasıldı?
Film ile ilgili yaklaşık üç yıl önce yazın bir mail aldım. Mailde benimle Nuri Bilge Ceylan’ın yeni filmiyle ilgili bir görüşme yapmak istedikleri yazıyordu. Nedense öncelikle “Acaba birisi bana şaka mı yapıyor?” diye düşündüm. İnsan bir anda böyle bir şeyle karşılaşınca afallıyor galiba. Ardından Bekir karakterinin metnine çalıştım ve bir deneme çekimi gerçekleştirdik. Uzun bir süre sonra olumlu yanıt gelince havalara uçtum tabii.
Setle ilgili öncelikle söyleyebileceğim ilk şey, hayatımda en rahat hissettiğim ve kendimi oyuna en çok kaptırdığım setti. Bunu söyleyince insanlar şaşırıyor genelde. Çünkü beklenti nedense hocayla çalışırken, gergin olma ihtimali oluyor. Tam tersine ben çok rahat hissettim. Bunun öncelikli sebebi bence kastın çok doğru yapılması. Yani filmdeki tüm karakterlerin hayattaki karşılıkları bulunmuş sanki. Bize fazla da bir şey aramak düşmüyor gibi. Diğer oyunculara bakıyorsun mesela, hakikaten de filmdeki o karakterler. Çok da iyi oynuyor herkes. Öyle olunca sen de kendine güveniyorsun, ifade ettiğin şeyi anlamaya başlıyorsun. Diğer olumlu etken de metnin çok iyi yazılmış olması. Genelde dizilerde ağza oturmayan veya bütünlük sorunu olan, eklektik cümleler vardır. Oynarken tüm bunları düzeltmeye çalışırsın. Fakat benim bu senaryodaki laflarım o kadar iyi ve günlük hayatın akışında yazılmıştı ki, bir aktör olarak hiç boşluk doldurmaya çalışmadan, lafları olduğu gibi akıtırken durumun gerçekten de oluşmaya başladığını gördüm. Bu oyuncuya çok iyi hissettiren bir şey. Hoca gerçekten çok rahat ve her şeye hâkim bir yerden bizimle iletişim kurdu. Örneğin biz filmden önce sadece bir kez okuma provası aldık ve hoca bu provada bizden metne çok çalışmamızı istemediğini, sette zaten gereken çalışmayı yapacağımızı, tek ricasının metni eksiksiz ezberleyip gelmemiz olduğunu söyledi. Aynen de dediği gibi oldu her şey. Oynarken eğer doğaçlama seviyorsan hoca bu alanı sana açıyor. Sevmiyorsan da seni yönlendirerek ilerliyor. Bir kere karakterleri, durumu ve o sahnede hangi etkinin çıkmasını istediğini o kadar iyi tarif ediyor ki, kolaylıkla sen de bu yapının bir parçası oluveriyorsun. Son olarak benim için çok enteresan bir durum daha oldu. Çekimler esnasında eşim hamileydi ve doğumu bekliyorduk. Tam benim çekimimden bir gece önce eşimin sancıları başladı. O telaş içinde sahneyi çekmeye gittim, nasıl geçtiğini anlamadığım bir setin ardından kızım dünyaya geldi. O gün benimle bayağı eğlenmişler sonradan duydum. : ) Yani NBC ile tanışmam biraz da böyle olaylı oldu ama iyi ki de oldu. Hayranlık duyduğum bir yönetmenle böyle bir yolculuğa çıkmış olmaktan dolayı çok mutluyum.
NBC’nin fotoğraflarındaki görsel şölenin sinemasına nasıl yansıdığını ve manzaralardaki görkemi biliyoruz. Bu, bir oyuncu olarak sana neler sundu?
Ben zaten bir Nuri Bilge Ceylan sineması hayranıyım. Tam da ifade ettiğin gibi hikâyeyi çok güçlü görsel bir yapı içinde anlatmasından ötürü. Filmi çektiğimiz yerde o kadar çok kar vardı ki, her yer sanki doğal bir kartpostal gibiydi. Hocanın estetiğiyle düşününce bu uçsuz bucaksız beyazlığın içinde tüm varoluşumun ancak bir zerre etkisi yaratabileceğini hissettim. Tıpkı Sagan’ın ‘’soluk mavi nokta’’ tabiri gibi. Yaptığın her şeyin nafile olduğunu bilmek, yine de küçük hesaplarla küçük mutluluklar için çırpınmak. Bekir karakteri için biraz bu duygudan yararlandım galiba.
Erzurum’un ücra bir köşesinde, belki de çok az insanın hatırlayacağı bir devlet okulunda olmak gerçekten nasıldı?
Film Erzurum’un ücra bir ilçesine bağlı çeşitli köylerde çekildi. Okullar sanki ayrı birer set gibiydi. İçinde de dünya tatlısı çocuklar vardı. Her biri için yapılacak onca şey varken bizim karakterler olarak giriştiğimiz hesaplaşmalar insana çok yabancılaştırıcı bir his veriyor. Bunun yanında çekimler sırasında çocukların nasıl bir işin içinde olduklarına dair en ufak bir fikirleri yoktu ama yaptıkları şeyi aşırı ciddiye almaları unutamadığım şeylerden biriydi.
Müdür Bekir’in diğer karakterlerle olan ilişkisinden bahseder misin?
Aslında buna dair biraz önce bir şeyler söylemiş oldum. Filmin ana karakteri olan Samet dünyaya kendi merkezinden bakarken aslında hiç öyle değilmiş gibi yapıyor fakat Bekir tüm ilişkilerini doğrudan kendini sağlama aldığı bir yerden kuruyor. Buna dair de güçlü ve somut bir gerekçesi var bence. Etliye sütlüye karışmadan kariyerini sürdürmek ve istediği yere tayin olarak bir an önce buradan gitmek. Bu yüzden de kimseyle yakın ilişki kurmuyor. Hatta öyleymiş gibi yapmaması da bence dürüstçe.
Bu rolü canlandırırken senin için en büyük zorluk neydi? Bu filmde oyunculuğunla ilgili keşfettiklerini paylaşır mısın?
En büyük zorluk öncelikle ben setteyken eşimin her an doğum yapma ihtimaliydi. 🙂
Bir de metnin ne kadar önemli olduğunu ve oyuncunun oyununu ne kadar etkilediğini tekrar fark ettim. Daha önce de bahsettiğim gibi, karakteri inşa sürecinde rolün temel isteklerini anladıktan sonra tamamen kendim üzerinden bir müdür arayışına girmiştim. Gerçek olmasını önceledim yani. Bu yüzden de rol acaba kendim kadar bir yerde sıkışabilir mi diye bir kaygı da içeride bir yerlerde gezinmeye başladı. Yani risksiz ve sade bir yaklaşımdan bahsediyorum. Fakat daha sonra sahnede diğer oyuncuların oyunlarıyla birleştiğinde her şeyin ne kadar yerine oturduğunu, minimal eylemlerin dahi sahnede ne kadar çok anlam ifade ettiğini görünce iyi tasarlanmış sahnelerde oynamanın bir oyuncu için ne kadar kolay ve zevkli olduğunu tekrar hatırladım. Yani güven duygusu bir oyuncunun oyununu gerçekten büyütüyor. Kendin bile büründüğün yeni karaktere şaşırıp kalıyorsun. Sırf bunlar bile bir oyuncu olarak hayata tutunmasını sağlıyor insanın.
Cannes Film Festivali süreci ve filmin gösterim sonrası dakikalarca alkışlanması sende nasıl hisler uyandırdı?
Cannes Film Festivali dünyadaki en özel ve en saygıdeğer festivallerden birisi ve burada bu atmosferi yaşamak öncelikle bir oyuncu olarak beni oldukça heyecanlandırdı. Çünkü tüm dikkatler bir anda bu ortama odaklanıyor ve sen de bu odaklanılan işlerden birinin içindesin. Dünyanın her yerinden gelen insanlar hazırlanıp filmini izlemeye koşuyor. Yaptığın işin bu kadar değer görmesi bizim buralarda pek alışık olmadığımız bir şey. Bizim gösterimimizde hem kendim filmi ilk defa izleyeceğim için çok heyecanlıydım hem de salondaki 2400 kişi filmi nasıl bulacak diye merak ediyordum. Fakat izlerken birçok yerde salondaki seyirciler filme tepki verdi. Demek ki hikâyeyi benimsediler diye düşünüyorum. Filmin sonundaki uzun alkış da zaten tüm ekiple, kendimle gurur duyduğum oldukça duygusal bir yoğunluk yarattı. Alkış sırasında ilk sahneye çıktığım 20 yaşımı hatırladım. Cannes’dan ona bir selam çaktım. 🙂 Festivalde Merve’nin ödül alması da bu sürecimizi taçlandırdı. Türkiye’den bir oyuncu olarak bu başarı ile gurur duydum. Gerçekten hak ettiği bir ödül. Filmi izleyenler bunu görecekler. Bunun yanında bence filmdeki tüm oyuncular çok iyi oynuyor. Bir parantez de Deniz’e açmak istiyorum. Deniz belki de Türk sinemasının gelmiş geçmiş en uzun soluklu, en derinlikli karakterini büyük bir başarıyla sırtlanıyor. Çekimlerde zaten çok iyi oynadığını doğrudan gözlemlemiştim ama kameradaki hâlini gerçekten gıpta ile izledim. Büyük bir tebrik de ona gelsin.