İnsan, ayağı toprağa dokunduğu, ciğerleri havayı teneffüs ettiği, dudakları suyla buluştuğu andan itibaren kendini doğayla bir mücadele içine atar. İster kasten yapılsın ister bir edinim hâline gelsin, bu mücadele, “olagelen”e hükmedip onu değiştirmek, bir diğer tabirle “oldurmak” üzerine kuruludur. Politik, ekonomik, dinî veya kültürel, dünya üzerindeki bütün savaşların ortak ve temel nedeni, aslında doğanın bizzat içinde büyütüp köklerini saldığımız o tehlikeli tohum, yani hükmetme arzusu ve kudretidir. Bu anlamda da insanın yaptığı en büyük kötülük, silahı karşısındakine doğrultmak değil; ana rahminden sonra içine düştüğü ve ona bir ömür boyu yuva olmayı bekleyen doğayı bir savaş alanı belleyerek kendi özüne ettiği ihanettir. Dahası, kontrolsüzce artan nüfusa “yuvasını koruma” bilinci verilmediğinden insan, gözlerinin önünde ve neredeyse bile isteye bindiği dalı kesmektedir. Peki ya günümüzde meydana gelen pek çok doğal afetle hızla tükenme sinyalleri veren Dünya’mız, sandığımız kadar sert bir sabır taşı mıdır? Bir gün uyandığımızda, “pazartesiye ne olacaktır”?
Yönetmen koltuğunda Tommy Wirkola’nın kamerasından, işte bu soruların cevaplarını izliyoruz 2017 yapımlı Seven Sisters’ta. Her ne kadar benzerlerine rastlasak da dikkat çeken bu kurguda insan nüfusu, doğa sınırlarının taşıyabileceği son noktaya ulaşmıştır. Ortaya çıkan yiyecek, barınma gibi temel ihtiyaçların karşılanamaması sorununun yanında doğal kaynaklar da tükendiğinden dünya, şiddetli ve çaresiz bir açlık, sefalet ve hastalık buhranının içinde bulur kendini. Böyle bir ortamda öne çıkarak bir çözüm önerisi sunan Nicolette Cayman’a göre yok oluşa doğru hızla ilerleyen bu durum, ciddi önlemlerle yönetilen bir nüfus kontrolü ile dünyanın ve insanlığın ömrünü bir nebze olsun uzatabilir. Bunun için de her aileye en fazla bir çocuğa sahip olma hakkı verilecektir; çocuk sayısının birden fazla olması durumda ise diğer çocuklar, devlete teslim edilerek uyutulacaktır. Cayman’ın öngörüsüne göre sistem bu şekilde devam ettiğinde dünya bir süre sonra doğal üretimin yeniden canlandığı, tüketimden daha fazla hâle geldiği bir yer olacaktır. Bu duruma ulaşıldığında da uyutulan çocuklar uyandırılarak ailelerine geri verilecektir. İnsanlığın devamı adına yapılan, ancak hiç de insanî olmayan bu uygulama, gerçek hayata geçmeye başlar. Aileler küçülür, insan sayısı, devlet kontrolünde bir seyir izler.
Ne var ki her düzenin içinde anormal bir durumun ortaya çıkma ihtimali, doğaya karşı geliştirilen bu yapay düzenin kaderinde de vardır. Bir gün sayısız rahmin içinden birinde tam yedi zigotun gelişmeye başlamasıyla, işte bu ihtimal de gerçek olur. Yedi can, hayat mücadelelerine annelerinin rahminde başlar ve doğum sırasında onu kaybetmelerinin üzerine, büyükbabaları Terrence Settman’ın yanında bu mücadeleye devam ederler. Devlet tarafından tespit edilip yakalanmamak için kardeşlerin zekice bir planı vardır: her biri haftanın yedi gününden birinin adını alır ve buna göre hafta içerisinde günler ilerledikçe sırası gelen kardeş, bir önceki kardeşinin işlerini devralır. Tüm bu düzenin içinde her birinin ayrı bir adı vardır, fakat dış dünyada aynı ismin kimliğine bürünmek zorundadırlar: Karen Settman. Yani yedi kardeş aslında tek bir ömrü yaşamakta, adeta her gün aynı düzenle o ömrü devam ettirmektedir. Ancak bir gün aralarından Pazartesi, günün sonunda eve dönmez ve yedi kardeşin tasarladığı bu düzeni altüst eden heyecan dolu macera başlamış olur. İçlerinden birinin kaybolması, artık diğerlerinin de fark edilip açığa çıkmasını çok kolay hâle getirecektir. Üstelik yediz olmalarına rağmen kardeşlerin birbirinden farklı karakterleri, bu zıt kutuplu mizaçlarla aralarında yaşanan çekişmeler, tutarsızlıklar, durumu daha da tehlikeli hâle getirir. Bu tehlikenin farkında olan altı kardeş, vakit kaybetmeden Pazartesi’nin peşine düşerken bir yandan Cayman’ın sırları da gittikçe büyüyen ayrı bir merak unsuru olarak karşımıza çıkar.
Kurguda nasıl yedi kardeş, tek bir kadının yaşantısını sürdürüyorsa oyuncu kadrosunda da yedi kardeşi canlandıran tek kadın Noomi Rapace, usta oyunculuğunu ortaya koyar. Bunun yanında Glenn Close ve Willem Dafoe da bilim kurguya eşlik eden sıkı tempolu bir aksiyonun hakkını başarılı bir şekilde vermiştir. Maalesef distopya filmlerinin çoğunlukla tekerrür eden kurgularının kaderi, Seven Sisters’ta da kendini birtakım klişelerle belli ediyor. Ancak her distopyanın kendi dünyası da karakterlerin isimlerinden, yaratılan yeni düzene kadar özgün bir doku oluşturmayı da ihmal etmiyor. Filmin en belirgin özelliklerinden olan gerilim ve aksiyon dolu sahneler, böylece kurgu içerisindeki klişeleri de ikinci plana atarak izleyiciyi, oluşturulan yeni dünyanın koşullarına, tehlikelerine, korkularına ve temposuna dâhil ediyor.
Bambaşka karakterlere sahip yedi farklı hayatın nasıl ortak bir kimlikte bir araya gelebileceğinden tutup doğal düzen ve insan arasındaki mücadeleye kadar geniş evrensel konuları, türünün diğer örneklerine göre oldukça akıcı bir tempoda işleyen yapım, bir bilim kurgu klasiği olmasa da şüphesiz uzun bir süre vizyondan ve eleştiri perdelerinden düşmeyecektir.