Hayatınızda olan ya da yalnızca on saniyeliğine karşılaştığınız bir insana sarf ettiğiniz her bir kelime çok önemli, değil mi? O kelimeler belki tek başlarınayken zararsızlardır, ama bir araya gelip sizin istediğiniz gibi dizildikten sonra birilerinin yüzüne doğru söylendiğinde inanılmaz etkiler doğurabilir. O insanın geri kalan hayatı boyunca nasıl bir psikolojiye sahip olacağını bile belirleyebilir. Gerçekten bunun bilincinde miyiz? Dumbledore’un da dediği gibi, sözcükler sihirlidir ve bir insanı yaralayabilir de iyileştirebilir de. Ya davranışlar? Sözcüklerin bile üzerimizdeki etkisi inanılmaz olabilirken o düşünceler harekete döküldüğünde neler olur? Bir çocuk yetiştirilirken, gerçekten de bunlar dikkate alınıyor mu dersiniz? Siz de çocukları eşya olarak gören bir aileden gelmiş olabilirsiniz. Sonuçta ebeveyn olmadan önce hiç kimse herhangi bir teste tâbi tutulmuyor. Öyle bir test var olsaydı bile mükemmel sonuç vermesi mümkün olamazdı zaten. Dünya üzerinde bulunan milyonlarca aile kurumunun her birinin bulunduğu evdeki çocuklara nasıl davranıldığını hayal edebilir misiniz? Ben edemiyorum. Hayal edebilmek ve bu sorunlarla yüzleşebilmek için de duygulardan arınıp birer robota dönüşmemiz gerekir. Ama bu sorunlarla yüzleşmek ve bunları çözmek zorunda olan birileri var. Tahmin edebileceğiniz gibi hiç de robot değiller.
Polisse (2011), Paris’te Emniyet Müdürlüğü’nün Çocuk Koruma Departmanı’nda çalışan polislerin hikâyesini anlatıyor. Film gayet gerçek olaylara dayanıyor; izlerken keşke gerçek olaylara dayanmasaydı diyorsunuz, ama hayat maalesef sadece bizim gördüğümüzle sınırlı değil. Gerçek hayatta kasten gösterilmeyen ya da gözler kapatılarak sanki hiç olmuyormuş gibi davranılan olayları hesaba katmıyorum bile. Peki, bu olaylarla yüzleşmek zorunda olan polislere, sadece işlerini yapan insanlar olarak değil de, birbirlerinden farklı kişilikleri, psikolojileri, hayatları, sorunları olan birer birey olarak bakarsak ne olur? Polisse filmi de tam olarak bunu yapıyor. Iris (Marina Fois), Fred (Joey Starr), Melissa (Maiwenn), Nadine (Karin Viard) gibi bir sürü farklı hayatlara sahip polis, her sabah işe gelirken duygularını evde bırakıyor ve gün boyunca çocuklarına, torunlarına, komşusunun kızına, öğrencisine tecavüz eden hastalıklı insanlarla muhattap oluyorlar. Ama karşınızda evrenin hiçbir yerinde yer edinemeyecek derecede hastalıklı ahlak anlayışı olan bir insan olursa, duygularınızın ve kişiliğinizin ne kadarını evinizde bırakıp gelebilirsiniz. İş saatleri sona erdiğinde kendilerini bekleyen eşleri, çocukları ve sıcak yatakları olan bu polisler, onlar hayatlarına devam ederken belki de karşı komşularının evindeki minik bebeğin başına korkunç bir şey gelip gelmediğini ya da kendi çocuklarının başına da aynısının gelip gelmeyeceğini asla bilemeyecekler. En önemlisi de yaptıkları işin belirli bir çalışma saati olmadığının ve onlar uyurken bin türlü olay gerçekleştiğinin farkında olarak yaşamlarını ne kadar sürdürebileceklerdir?
Bir avukat, hâkim, savcı ya da polis olabilirsiniz; ama kanunların yazdığı bir kitap değilsinizdir. Kitaplarda yazan kanunlar değişmez, kandırılamaz, saptırılamaz; ama bir insansanız, işinizde çok iyi olsanız bile, yalnızca bir insansınızdır! Minik bir bebeğin annesi tarafından yere atıldığını görürseniz, kızına tecavüz eden bir babanın yaptığı şey normalmiş gibi kendisini savunduğuna tanıklık ederseniz, bir çocuğa bakmayı bırakın, çocuk kelimesinin anlamını bile bilmeyen bir anne ile karşılaşırsanız o gördüğünüz eğitimin, ezberlediğiniz kanunların ya da yaşadığınız deneyimlerin hiçbir anlamı kalmayacaktır. Bir çocuğun, annesinden ayrılmak zorunda kaldığı için ağlamasını nasıl durduracağınız bilmiyorsanız da bunların bir anlamı yoktur. Tüm bu duygu karmaşasıyla hayatınıza devam edip, gülüp eğlenebilir misiniz? Çalıştığı yıllar boyunca onlarca tecavüz edilen kız çocuğu ile onların ölü bebekleriyle karşılaşan ve erkeklerden nefret eden anoreksiya hastası Iris pek devam edebiliyormuş gibi görünmüyor. Küçük kızını, kendinden bile korumaya çalışan Fred de öyle görünmüyor. Kızının hayatına sahip olduğu için onu istediği adamla evlendirme hakkını Kuran’ı gerekçe göstererek kendinde gören adamın karşısında sinirden bağırıp çağıran ama hiçbir şeyi değiştiremediğini fark eden Nora (Naidra Ayadi) da hiç öyle görünmüyor. Şüphesiz, filmin en sevilen sahnesi de Nora’nın bu sahnesi oluyor. Çekmeceden Kuran’ı çıkarıp, kitabın neresinde bu hakka sahip olduğunun yazdığını sorması, ardından adamdan gelen “Evine gidip kocana, çocuğuna bak!” cevabından sonra çıkan öfke kıvılcımlarının her bir saniyesi kesinlikle görülmeye değer. Nora, filmde kadınlığı temsil eden en güçlü karakter oluyor bu durumda. Çünkü içerisinde hiçbir ağdalı, süslü ya da karşısındakine üstten bakan elitist bir düşünce olmadan, belki de hemcinslerinin en büyük problemini en sade ve doğal hâliyle anlatıveriyor.
Polisse‘nin yönetmen ve senaristi olan, aynı zamanda filmde Melissa rolünü de üstlenen Maiwenn, film için çok güzel bir konu seçmiş ve bu konuya farklı bir çerçeveden bakarak yorum getirmiş. Ama filmdeki olaylarda süreklilik bulunmaması, olayların kesik kesik gerçekleşmesi ve bunların hiçbir yere bağlanmaması bazen rahatsız edici olabiliyor. Gerçek olaylardan alıntılanıp kurgulanan bir film olmasına karşın daha çok belgesel havası yaratması, ama kesinlikle bir belgesel olmaması da akıl karıştırıcı bir diğer öge oluyor. Klasik film örgüsünde yer alan giriş, gelişme, sonuç kısımları Polisse‘de pek yer almış gibi görünmüyor. Sürekli bir gelişme içerisinde olan filmin tatmin edici bir sonu da olduğu söylenemez. Eğer ki epik bir dram izleme beklentisi içine girmediyseniz, film hakkında filmin nasıl olması gerektiğiyle ilgili düşünceleriniz yoksa, yalnızca kendinizi olanlara bırakmak istiyorsanız Polisse‘yi kesinlikle izlemelisiniz. En basitinden, Polisse‘de olan olayları görüp, bu olayların gerçek olduğunun bilincine vardığınız zaman kendi sorunlarınızı küçümsemeye başlayacaksınız. Hastalıklı ahlaka sahip olan bu insanların yaptıklarına tanık olduğunuzda, bu insanları durdurmanın herhangi bir yolu olmadığını bilmeniz belki de ömür boyunca aklınızdan çıkmayacak bir soru olarak kazınacaktır. İnsanların arasından çürük elmalar çıkmasına engel olamayacağımızı biliyoruz, ama ya daha az çürük elma çıkarma şansımız vardıysa? Ama binlerce yıldır insanlığın bunları düşünmek yerine daha önemli işleri oldu hep…
“Bana zengin muhitindeki bir kreşte dramdan bahsetme. Orada dram nedir bilir misin? Öğle yemeğinde püre yerine krem peynir çıkması!”