“Orada bir kahramandım. İnsanlar sokaklarda bizi coşkuyla selamlayıp, çiçekler atıyorlardı. Burada ise sadece saban süren bir zenciyim.” Ronsel Jackson
Hillary Jordan’ın aynı isimli romanından uyarlanan, Dee Rees yönetmenliğindeki Mudbound (2017) İkinci Dünya Savaşı sonrası köleliğin kalktığı ama sosyal yaşamda hâlâ şiddetle etkisini sürdürdüğü yıllarda geçer. Büyük şehirden büyük hayâllerle kırsala göçen McAllan ailesi ve yüzyıllardır toprak üzerinde çalışan ve ilk kez toprak sahibi olma hakkı kazanan Jackson ailesi aynı çiftliğin ayrı renklerde insanlarıdır. Her iki ailenin de hayallerini süsleyen toprak ise aslında çamurun esaretindedir.
Aynı çiftliği paylaşan iki ailenin oğullarının savaştan dönmesi ile taşlar yerinden oynamaya başlar. Savaşın en acımasız hâlini gören Jackson ailesinin oğlu Ronsel Jackson (Jason Mitchell) ve McAllan ailesinin ferdi Jamie McAllan (Garrett Hedlund) ırkçılığın tüm güzellikleri toz içerisinde bıraktığı bu Mississippi kırsalında bu sefer dostluğun kazanması için ikinci bir savaş verirler. Ancak bu ikinci savaşın sonu aynı zaferle bitecek mi? Değişen dünyada en zor şey ön yargıyı değiştirmektir. Ronsel ve Jamie için asıl mücadele şimdi başlar. Bu zamana kadar izlediğimiz ırkçılık temalı birçok filmden farklı olarak Mudbound, başarılı sinematografisi ile toprağın, güneşin, havanın, tüm doğanın florasına öyküde arkaik olarak yer veriyor. Bazen toz içerisinde, bazen bataklık, bazen de göğü yırtan yağmurları emerek kendisine dokunulmasına izin vermeyen, insanların uğrunda mücadele ettikleri, üstüne en güzel hayallerini kurdukları toprak (!) aslında onların kaygılarını hiç umursamaz.
Gotham Ödülleri’nde ‘En İyi Toplu Oyunculuk Performansı’ ödülünü paylaşan filmin kadrosunda Garrett Hedlund, Carey Mulligan, Jason Clarke, Rob Morgan, Jonathan Banks ve Jason Mitchell gibi önemli isimlerin yer aldığı Mudbound (2017), En İyi Görüntü Yönetimi, En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu, En İyi Özgün Şarkı, En İyi Uyarlama Senaryo olmak üzere 90. Akademi Ödüllerinde 4 dalda Oscar adayı oldu. Film aynı zamanda Oscar’a aday olan ilk Netflix filmi. Büyüleyici görüntü yönetmenliğiyle övgü toplayan filmdeki çalışmasıyla Rachel Morrison ise “Oscar adayı olan ilk kadın görüntü yönetmeni” olarak tarihe geçti.