Emekliliğine birkaç senesi kalmış orta yaşlı bir adamsınız. Bütün hayatınız boyunca çalışıp bu hayatta başarılı olmuş bir fert olduğunuzun kanıtı olarak gösterebileceğiniz yaşam standartlarına eriştiniz ve banka hesabınızda geleceğiniz garantisi olarak gördüğünüz yüklü miktarda bir para biriktirdiniz. Hiçbir fedakarlıktan kaçınmayarak en iyi okullarda eğitim almasını sağladığınız kızınız uzak bir şehirde kendi hayatını kurup sizi yılda birkaç defa arayacak hale geldi. Gününün nasıl geçtiği sorusuna, ”Çok verimliydi. Arka bahçedeki gülleri söküp yeniden düzenledim” cevabını veren yanı başınızdaki eşiniz ise size kızınızdan da uzak… Miadının dolmaya başladığını aniden keşfeden yağlı ve yaşlı suratınız geriye şüphelerin, korkuların ve pişmanlıkların kaldığını söylerken aklınızda belki de tek bir düşünce dolaşıyor: Keşke gençliğime, hayallerime, heveslerime yeniden erişip her şeye yeniden başlayabilseydim. Tüm bu yaşadıklarımdan sonra daha doğru seçimlerde bulunabilir, mutlu ve tatmin edici bir hayat yaşayabilirdim.
Diyelim ki her şeye yeniden başlamanın bir yolunu buldunuz… Ya da bir başkası Seconds‘ta olduğu gibi sizin için buldu ve gençliğiniz geri verildi. Üstelik gören kimsenin kayıtsız kalamayacağı kadar yakışıklı bir adamın kusursuz bedeninde. Bu sefer de içinizdeki yaşlı ruhun yeniden başlamak için yeterli güce sahip olmadığından, yorgunluğundan şikayet ederdiniz değil mi? Onun da bir şekilde hallolduğunu ve çabalamanıza gerek kalmaksızın halihazırda gerçekleştirilmiş, istediğiniz noktaya getirilmiş bir hayata kavuştuğunuzu hayal edin. Kitapları milyonlar satmış ünlü bir yazar? Kariyeri başarılarla dolu popüler bir futbolcu? Ülkenin en namlı üniversitesinden diplomalı saygın bir doktor? Ya da paha biçilemez eserlere imza atmış büyük bir ressam? Hangisi olmak isterdiniz? Sistemin ve insanların belirlediği yörüngelere girmeden önce, umutlarla dolu gençken kim olmak istemiştiniz?
Şimdi her kim olmak istediyseniz artık hayatınıza olmak istediğiniz kişi olarak devam edeceğinizi farz edin. Sonra da bunların hepsini bir tarafa bırakıp asıl soruya cevap verin: Yaşanmış koskoca bir hayattan sonra, olmak istediğiniz kişi için gerçekte olduğunuz kişiden vazgeçebilir miydiniz?
Yıllar önce öldüğünü zannettiği arkadaşından gelen telefonla girdiği yolda zor bir karar vermek zorunda kalan -yukarıda bahsettiğim adamın ta kendisi- Arthur Hamilton vazgeçebiliyor. Kamyonlara sürüklenen et yığınlarının cirit attığı bir mezbahadan geçip ”yeni kendisine”, yakışıklı ressam Antiochus Wilson’a dönüşüyor. Arthur Hamilton ismi ise ardında dul bir eş ve babasını pek de umursamayan bir kız çocuğu bırakarak korkunç bir otel yangınında can veriyor.
Geçirdiği operasyondan sonra parmak izlerine varıncaya kadar değiştirilen, bambaşka bir adam haline gelen Arthur, bir mumya gibi sargı bezleriyle çevrelenmiş vücudunu gördüğünde eski hayatına asla geri dönemeyeceğini de idrak etmiş oluyor. Konuşmaya çalıştığında iniltiden fazlasını çıkaramaması bir anlamda kendi ölümüne tanıklık etmenin ağırlığını yüzüne vuruyor. Açıklama yaparak hastasını rahatlatmak isteyen doktordan, Jerry Golsmith’in kilisedeki bir orgdan yükselen ölüm marşı etkisindeki film müziği eşliğinde, ”Konuşamıyorsunuz çünkü bütün dişlerinizi söktük ve ses tellerinizi tamamen çıkardık’ cümlesini duymak,bütün bunların olacağını operasyon öncesinde ön görmemize rağmen yeni adı Antiochus olan bu adamla birlikte bizlerin de kanını donduruyor. Hissettiklerimiz, tanrıya inanmayan bir adamın cehennemdeki ilk gününe benziyor.
Yaraları iyileşince New York’tan California’daki lüks evine taşınan Antiochus, yeni hayatına alışmakta zorlansa da güzel komşusu Nora hayatına girince adaptasyon sürecinin sancıları etkisini yitirmeye başlıyor. En azından Antiochus’un çevresindeki yeni insanlar için verdiği tanışma partisine kadar…
Yönetmenin film boyunca kullandığı asimetrik, yassı ve yakın çekimlerin zirve yaptığı bu parti sekansında, içinde beliren yabancılaşma hissi karşı konulamaz bir hale gelen Antiochus alkolün de etkisiyle önceki hayatından bahsederek sinir kriziyle sonlanacak bir patlama anı yaşıyor. Bu sahneyle birlikte henüz farkına varamayanlar için iki önemli husus gün yüzüne çıkıyor: İlk olarak Antiochus yeni hayatının yeni insanlarının kendisi gibi ikinci bir hayat yaşadıklarını, seyirciler ise Seconds kelimesinin filmi izlemeden önce akla gelebilecek ilk anlamı saniyeler‘i değil, diğer anlamı ikinci kalite mal‘ı ifade ettiğini fark ediyor.
Antiochus’un çevresindekilerle ilgili gerçeği öğrenmesi konusundaki bir diğer önemli nokta ise, kendisi gibi ikinci bir hayat yaşayan insanların tamamının erkeklerden ibaret olması oluyor. Zira gönlünü kaptırdığı Nora da etrafındaki diğer kadınlar da yalnızca şirketin çalışanları sıfatıyla bu kurgu dünyada, yeni bir hayat için ödenen paranın getirileri olan isim, unvan, meslek, saygınlık, statü ve yeni bir beden gibi unsurlardan oluşan paket kapsamındaki değerlerden bir diğerini oluşturuyor. Nitekim önceki sahnelerde şirkete başvuran müşterilerin tamamının erkeklerden oluşuyor olması da bu savı destekliyor. Dönemin sosyal koşulları ve kadınların maddi güvence konusundaki yetersizlikleri gibi pek çok alternatif açıklamaya kapı aralayan bu durumla ilgili belki de kesin olan tek şey, John Frankenheimer yönetmenliğindeki Seconds’ın merkezinde erkeklerin ve onların hakimiyeti altındaki parasal gücün yer aldığı oluyor.
Kabus gibi geçen tanışma partisinin ardından ikinci hayatı da başarısızlıkla sonuçlanan Antiochus, New York’a dönüp kendisini kocasının eski bir arkadaşı olarak tanıttığı karısını görmeye gittiğinde eski hayatıyla ilgili çok fazla şeyin değişmediğini görüyor. Fakat Bayan Hamilton’ın yabancı bir adam karşısında eski eşi hakkında sarf ettiği cümlelerdeki dürüstlüğü belki de bunun dışında tutmak gerekiyor. Öyle ki Arthur için en acı verici olan, eşinin ağzından ”Hayatımızı nazik bir bekaret sözü vermiş gibi yaşadık. Arthur o otel odasında bulunduktan çok uzun zaman önce ölmüştü” sözlerini işitmek oluyor.
Yine de Arthur Hamilton’ın resmi hala evinde, olması gerektiği yerde duruyor. Zaten ondan geriye bir bu resim, bir de az sonra karısının, kocasının eski bir dostu sandığı Antiochus’a hediye etmekte sakınca duymayacağı tenis kupası kalıyor. Gençliğinde katıldığı bir turnuvada kazandığı önceki hayatının tek başarı simgesi olan kupayı, bu sefer başarısızlığının ödülü olarak avuçlarının arasında tutuyor.
İçinizdekiler sabit kaldıkça kusursuz bir bedenle ya da yeni bir hayatla tatmin olmaya çalışmak gözünüz alıştığında sıradanlaşacak pahalı bir kıyafetle övünmeye benziyor. En kötüsü ise yeni bir kıyafet karşılığında isminizi kaybettiğinizi anlamak oluyor. Zira kaybedecek hiçbir şeyiniz olmadığına inandığınız bir anda isminizi kaybetmeniz aslında sahip olduğunuz her şeyi işte o an kaybettiğinizi alay edercesine müjdeliyor.
Bağlanmak zorunda kalacağı bir kadın, sevme-sevilme ihtiyacı, içinde bulunacağı sosyal bir çevre ve korumaya çalışacağı toplumsal rolden oluşan bu bütün, Arthur gibi Antiochus’u da yeryüzünden siliyor. İsmi olmayan adam, bir yeni başlangıç şansı daha elde ederse onu daha iyi kullanacağını düşünüyor.
Tıpkı şirketteki yaşlı adamın dediği gibi, geriye dönemeyeceğinizi bildiğinizde ileriye gitmek çok daha kolay oluyor.