Onur Saylak, ilk uzun metraj yönetmenlik denemesi olan Daha ile 24. Uluslararası Adana Film Festivali‘nde karşımıza çıkıyor; iyi ki de çıkıyor. Film yalnızca bir Onur Saylak filmi değil, adeta tüm Türk sinema camiasındaki önemli isimlerinin filmi durumunda. Hakan Günday kitabından uyarlanan film, adeta bir kitabın nasıl uyarlanması gerektiğinin dersini veriyor. Bir ilk film olarak Daha, sinema izleyicisinin zevkleri göze alındığında en tepede yer alan çıtayı dahi aşabilecek vaziyette yer alıyor.
Gaza (Hayat Van Eck), babası ile birlikte Kandalı kasabasında yaşayan bir çocuktur. Bir yandan babasının insan kaçakçılığı yapmasına zorla yardım ederken diğer yandan İstanbul’da liseye gitmek için uğraşıyordur. Ama Gaza, kendini önce sert bir gardiyan edasıyla onu bu yaşama hapseden babasının gözetiminde bulacak, daha sonra da kendi kendine yarattığı bir hapiste bulacaktır. Babasının onu içine soktuğu kirli dünyayı yıkarken geriye kalan harabeyi zamanla kendi çöplüğü haline getirecektir.
Hikayenin iki ayrı yanı bulunuyor. İlk kısmı Gaza ve babası Ahad’ın (Ahmet Mümtaz Taylan) şiddetin her yönüyle dolu ilişkisi oluştururken ikinci kısmı mülteci sorunlarına dayanıyor. Filmi izlerken bir anda kafanıza dank ediyor: Etrafta Ahad gibi bir sürü insan var ve para için başkalarına acı çektirmekten hiç de korkmuyorlar. Ahad, mültecilerin gitmek istedikleri yere gidebilmeleri için paralarını aldıktan sonra onlara eziyet ediyor; tecavüz ediyor; hatta öldürüyor. İnsanlar birer sayıdan ibaret ve paralarını aldıktan sonra başlarına ne geldiği hiç önemli değil. Ülkelerindeki zulümden kaçıp başkalarına sığınmaya çalışırken kendilerini daha büyük bir zulüm içerisinde buluyorlar. Tek derdi yaşamak olan insanlar belki de ölmeyi tercih edecek duruma kadar gelebiliyorlar. Kendimizi bu zulümleri vicdan azabı çekmeden yapan Ahad’ın yerine koymaya çalışıyoruz; ama empati yapabilmek için birer canavara dönüşmemiz gerekiyor. Dillerini anlamasak da biz ne hissediyorsak o insanların da aynı şeyleri hissettiğini, düşündüğünü ve istediğini anlamamız mümkün. Bu durumda asıl empati kurulması gereken insan robotik Ahad değil, yaşama isteğiyle her şeyden vazgeçip gelen mülteciler oluyor.
Gaza ve Ahad’ın ilişkisine baktığımız zaman en az mültecilerin yaşadıkları kadar kötü olaylarla karşılaşıyoruz. Gaza’nın tek umudu babasına benzememekken, babası defalarca umutlarını yok ediyor; onu adeta teslim olmaya zorluyor. Bir babanın kendi çocuğunu kötü olarak gördüğü bir hayatı yaşaması için zorlaması zaten akıl alır bir olay değil. Gaza yalnızca normal olmak istiyor. Etrafında normal gibi görünen insanlara benzetmeye çalışıyor kendini, onların arasında olamasa da. Aşık olmaya çalışıyor, ama yanlış kişiye; arkadaşlık yapmak istiyor, ama yanlış kişiyle.. En önemlisi de iyi bir insan olmak istiyor, ama yanlış yerde ve yanlış evde. İstediği hiçbir şeyi elde edemeyen Gaza, o zaman sahip olduğu tek hayatı sahipleniyor. Ona umut besleten her şeyini yakıyor ve yeni hayatına ilk adımını atıyor. Her adım, başka birinin hayatına mâl oluyor. Her adım birer çekiç gibi birinin kafasına iniyor. Her adım, Gaza’yı Ahad’a dönüştürüyor ta ki Gaza’nın içinde kendine dair hiçbir şey kalmayıncaya kadar.
Daha‘nın Oscar’a hiç zorlanmadan gidebilecek potansiyelde bir film olması ise kaçınılmaz bir durum. Daha‘dan sonra Onur Saylak’ın mutlaka yönetmenlik kariyerine devam etmesi gerektiği beliriyor akıllarımızda. Ahmet Mümtaz Taylan ve henüz ilk rolünü canlandıran Hayat Van Eck’in performansları ise akıllardan çıkamayacak kadar iyi görünüyor. Ahmet Mümtaz Taylan, rolünde o kadar iyi ki sinema perdesinden çıkıp bizim kafamıza vuracakmış gibi bir korku yaratıyor adeta. Hayat Van Eck ise değişimini o kadar iyi yansıtmış ki her bir mimik ve jestinden bir çocuğun yavaş yavaş nasıl delirdiğini saniyesi saniyesine görebiliyoruz. İlk yarıda kendi içine doğru bağıran Gaza’nın dışına doğru bağırmayı öğrenmesini izlemek gerçekten çok etkileyici bir görüntü.
Daha romanının senaryolaştırılma aşamasında hikayenin duygu sömürüsü yapılan bir drama dönüştürüleceğini düşünen biri olarak rahatlıkla söyleyebilirim ki bu filmde duygu sömürüsüne yer yok. İnanılmaz bir sanat yönetimiyle gerçekleri yansıtan film, izleyiciyi bir güzel silkeleyip kendine getiriyor. Ama izleyiciyi umursayan bir film olmadığını sömürünün olmamasına bağlı olarak söyleyebiliriz. Pür olarak kendi yapmak istediklerini yapan Onur Saylak, iyi ki başına buyruk davranmış diyoruz! Ayrıca filmin en somut olaylarından biri de görüntü yönetimi. Feza Çaldıran gibi harika bir görüntü yönetmenine sahip olan Daha, bu konuda da Türk sinemasında önemli bir yer ediniyor. Arada bir kamera açıları harika olsa da gözlerimizi yoruyor, ama filmin temposuna zamanla alışıyor ve kendimizi fazlasıyla kaptırıyoruz. Gaza’nın da dediği gibi “Baba hadi bana bin vur bir say, kafama kafama bin vur bir say!”
Filmde kitapta geçen çukur sahnesi var mı? Bamiyan budaları var mı? Vizyona girecek mi nasıl ve ne zaman izleyebileceğiz? 🙂 Azıcık bahsetseniz…
Vizyon tarihi belli değil, kitapta yer alan o sahneler de filmde yer almıyor.
Eleştirinizi zevkle okudum. Elinize sağlık, çok beğendim. Çok faydalı 🙂