“Sinemada kadın” olgusu, ana rolde veya yan rolde, kamera önünde ya da arkasında fark etmeksizin, sinemanın var olduğu günden bu yana çeşitli kimlik seçkileriyle karşımıza çıkar. Muhafazakâr anneden femme fatale’e yüzlerce farklı profilde izlediğimiz kadınlar, özellikle geçmiş yılların ana akım sinemasında sıklıkla kurban rolünde yer bulurken 1960’lı yılların sonlarından itibaren öne çıkan feminist film teorisi öncülüğünde basmakalıp üniformasından uzaklaşmaya başlamıştır. Kadını psikolojik, ekonomik, ideolojik ve kültürel alanlarda inceleyen teori, cinsiyetlere giydirilen rollerin gerçeği yansıtmaktan ziyade toplumda yönlendirme içeren bir “gerçeklik algısı” oluşturduğunu ileri sürer. Bu nedenle yönetmenin ve senaristin öznel bakış açısından beslenerek gelişen veya gerilemeye devam eden sinemada kadın olgusu; bir şekilde önce kadına, daha sonra da toplumdaki diğer her kimliğe dokunmaya devam eder.
Absürt, komik, zaman zaman trajik ama her yapımında mutlaka kalıp yargılardan uzak kalmayı başaran Pedro Almodóvar, yarattığı karakterlerle kadınlık içgüdüsünü takip etmeyi başaran yönetmenler arasında yerini alır. Durduğu çizgiyle kadını herhangi bir şekilde kıyaslama ve yargılama boyutunun yanından bile geçmeyen yönetmen; standart haldeki uysal eş, iyi anne, saygın hanımefendi veya seksiliğiyle öne çıkarılan kurnaz kadın rollerini meşrulaştırmayı reddeder. Özgün dilinde kadını özgürleştirir, kendi hâline bırakır, hata aramaz, kahraman yaratma gibi bir idealizmin peşine de düşmez. Filmlerinde bol bol kadın hikâyesi anlatan Almodóvar, her hikâyenin kadınla çok daha zengin hâle geldiğini söylemekten de çekinmez.
Son günlerde arka arkaya izlemekten kendimi alıkoyamadığım Almodóvar filmlerini ve filmlerdeki -bana göre- önemli kadın karakterleri, çok fazla sürpriz gelişmeye yer vermemeye çalışarak listeledim.
Women on the Verge of a Nervous Breakdown (1988)
Sinir krizinin eşiğine gelen kadınlar; isyan edenler, bırakmayı seçenler, birbirini anlayanlar, anlamazlıktan gelenler ve her yönüyle eşiğin etrafında dolananlar. Absürt mizahıyla sinir krizini de eğlenceli hâle getiren Women on the Verge of a Nervous Breakdown, direkt veya dolaylı olarak, her kadının hikâyesi olarak karşımıza çıkar.
Eski sevgilisine ulaşmaya çalışan Pepa ile izlemeye başladığımız olaylar Candela, Lucia, Marisa ve Paulina’nın hem kişisel hem de ilişkisel kaoslarıyla birleşerek büyük bir kargaşaya dönüşür. Özellikle filmin yarısından sonra komik boyutlara ulaşan bu karmaşa, “Yabancı Dilde En İyi Film” Oscar ödülüne aday gösterilmiş ve Almodóvar’ın uluslararası sinemada tanınmasına önayak olmuştur.
Antonio Banderas’ın gençlik hâllerini Carlos rolüyle karşımıza çıkaran Almodóvar, bu karakterle erkek mantığına gönderme yaparken feminist bir avukat olarak gördüğümüz Paulina tiplemesiyle kadınlara da ufak bir soru işareti yaratır ve ilişkiler çıkmazını kibarca kapatır.
Dark Habits (1983)
İronik bir kara komedi olan Dark Habits, yalın ve sert bir anlatımla tam bir melodram örneğidir. Filmin ana karakteri Yolanda, sevgilisini aşırı dozdan kaybetmesinin ardından polisten kaçarken kendini İspanyol Katolik Kilisesi’nin rahibeleri arasına sığınmış vaziyette bulur. Ancak bu kilisedeki rahibeler, alışılagelen rahibe profilinden çok uzakta, günah kavramının merkezindedir.
Özellikle Mother Superior (ana rahibe) karakteriyle geleneksel din ve “kutsal kadın” kalıplarının dışına çıkan Almodóvar, bu eleştirel yapımında insanın ve daha detaylı olarak kadının özgürlüğe ulaşma, mükemmeliyetçi kavramları yıkma ve karanlık tutkuların peşinden gitme gibi tabulaşan konuları yıkmasını ve normale karşı çıkma dürtüsünü ele alır. Yolanda karakteriyle de hayatı sarpa saran kadın örneğinin daha olağandışı bir duruma geçmesi ve bu sayede de hayatını kendince yoluna koymanın yollarını araması işlenir.
All About My Mother (1999)
Almadóvar’ın gözde filmlerinden biri olan All About My Mother, yalnızca kadınları konuşmakla kalmaz; transgender, akışkan cinsiyet ve cinsel içgüdü kavramlarını da seslendirir. Film, 2000 yılında “Yabancı Dilde En İyi Film” Oscar ödülüne layık görülmüş, Almadóvar’ın yönetmenlik imzasını belirginleştirmiştir.
Dramın ağır bastığı yapımda, on yedi yaşındaki oğlunu kazada kaybeden Manuela, izleyiciyi diğer yan hikâyelerle buluşturan ana karakterdir. Oğlu Esteban’ın ölümünden sonra eski hayatına, çocuğunun babasını bulmaya doğru bir yolculuğa çıkar ve yine sevilen Almodóvar kadınlarını hikâyeye taşımaya başlar. Temeline insan ilişkilerini alan film, annelik içgüdüsünden kimlik meselesine, aşktan arkadaşlığa çeşitli konuya parmak basar. Manuela’nın yanı sıra toplumsal trans bilinçsizliğini ve seks işçilerine yaklaşımı yansıtan Agrado, benlik karmaşasındaki Huma, aşkın tüm tezat sonuçlarını yansıtan Rosa ve özgürlüğün bencil yanının temsili Lola da ayrı ayrı inceleme altına alınacak Almodóvar kadınları arasına yerleşir.
Volver (2006)
Gerçeküstü bir kurguyla karşımıza çıkacak gibi görünse de Volver, yine Almodóvar’ın hayat ve ölüm, anne ve kız, toplum ve insan arasındaki ilişkileri merkeze aldığı, İspanyol komşuculuk kültüründen de bolca etkilenen bir dram hikâyesidir. İçerdiği trajik olaylara rağmen eğlenceli ve komik üslubunu elden bırakmayan film, Penelope Cruz’un oyunculuğuyla Raimunda karakterinin etrafında şekillenir.
Filmin sonlarına doğru yeterince karışık bir geçmişe sahip olduğunu fark ettiğimiz Raimunda, filmin konu edindiği birkaç haftalık süreç boyunca karşılaştığı zorluklarla bile güçlü kadının belirgin temsilidir. Raimunda’nın annesi Irene de geleneksel eş rolünü bozup farklı bir misyon edinen başka bir güçlü kadın olarak hikâyeyi destekler. Raimunda’nın on dört yaşındaki kızı Paula, kardeşi Sole ve komşuları Agustina’da da farklı özelliklerde bu gücün sürekliliğini takip ederiz.
Tie Me Up, Tie Me Down (1989)
Women on the Verge of a Nervous Breakdown’dan kısa bir süre sonra şiddetin dozunu arttıran Almodóvar’ın provoke edici olduğuna dair eleştiriler alan filmi Tie Me Up, Tie Me Down, bu sefer erkek üzerinden kadın karaktere enteresan bir profil çizer. Eski porno yıldızı ve aktris Marina, kimseye ihtiyaç duymadığı kendi hâlinde bir hayat yaşarken, akıl hastanesinden çıkıp Marina’nın peşine düşen Ricki tarafından kaçırılır ve eve hapsedilir. Ricki’nin yıllar önce yalnızca bir kez birlikte olduğu ve saplantı hâline getirip evlenmek istediği bu kadın, onun için duygusal bir muhtaçlıktır.
Marina’yı bağlamasına ve zapt altında tutmasına rağmen ondan beklediği tek şey aşk olan Ricki, kadına atfedilen aile kurma, sadakat, korumacılık, gerçek aşkın izini sürme gibi kavramları, Almodóvar üslubuyla Ricki üzerinden sorgulatır.
Julieta (2016)
Alice Munro’nun Runaway (2004) isimli kitabındaki kısa öykülerden esinlenilen Julieta’nın senaryosu Almodóvar’ın tanıdık temalarından anne-kız ilişkisine odaklanır. Kızı Antia ile ilişki bağı kopan ve ondan uzun süredir haber alamayan Julieta, onunla tekrar bağ kurabilmek için kızının bildiği tek adrese, eski evine geri dönerek pozitif bir işaret beklemeye başlar.
Bu bekleyiş sırasında Julieta’nın hatıraları yoluyla eski hayatını ve gençlik hâlini de gözlemlediğimiz film, geçmişle şimdiki zaman arasında ileri geri giderek değişimi ve karakter evrimini, gizemli ve dramatik bir olay akışıyla sunar. Bir kadının gözünden hayatın karmaşasını, gençlik ve güzellik algılarını, geçmişe dair değiştirilemeyenlere karşı suçluluk hissini aktaran Julieta, BAFTA Film Ödülleri’nde “Yabancı Dilde En İyi Film” ödülüne aday gösterilmiştir.
Talk To Her (2002)
Komada iki kadın, onları seven ve uyanmaları için bekleyen iki adam. Talk To Her, kadın oyuncuların koma nedeniyle fiziksel hareket alanının kısıtlandığı ama bu tezat duruma rağmen karakter özellikleriyle Almodóvar’ın güçlü kadınları arasına girdikleri bir film olarak öne çıkar. Dans öğrencisi Alicia geçirdiği bir kaza sonucu komaya girer. Ancak komada kaldığı süreç boyunca yalnız değildir; bale yaptığı stüdyoda dans pratiklerini izleyen ve ona saplantılı bir şekilde âşık olan Beningo, Alicia’nın hasta bakıcılığını üstlenmiş ve onunla sanki komada değilmişçesine sohbet etmektedir.
Diğer yandan, bir matador olan Lydia boğa güreşinde ciddi şekilde yaralanarak komaya girmiş ve sevgilisi Marco tarafından Alicia’nın olduğu hastaneye getirilmiştir. Bu süreçten sonra Marco ve Beninco arasında durum benzerliğinden ötürü bir yoldaşlık ilişkisi başlar ve film bu temaya odaklanır. Ancak karakterleri itibariyle Lydia ve Alicia’nın, komada olmalarına rağmen yarattıkları etki maskûlen ve feminen ilişki, aşk, bağımlılık, rastlantı gibi konularda kendisini gösterir.
Labyrint of Passion (1982)
Almodóvar’ın eski yapımlarından Labyrint of Passion, enteresan karakter yaratımlarıyla dikkat çekmeyi başarır. Sexilia ve Queti isimli iki kadın, ilişkilere ve cinselliğe kendi perspektifleri üzerinden doludizgin bir yolculuğa çıkarlar. Tiran İmparatoru’nun oğlu Riza Niro ve eşcinsel bir terörist olan Sadec gibi hayatlarına giren karakterler de en az kendi geçmişleri kadar fantastiktir. Cinsel özgürlüğün, beden ve duygu ilişkisinin, dönemin gençlik ateşinin ve kendine göre punk akımının bir uyarlaması olan Labyrint of Passion, Almodóvar’ın büyük yapımlarından biri olmasa da farklı ve eğlenceli bir absürt komedi vadeder.
Kaynak:
Anneke Smelik, “And the Mirror Cracked: Feminist Cinema and Film Theory”, Macmillan Press, 1998