Mekân, varoluşun olağan bir parçası olarak hiç şüphesiz sinema için çok önemli bir unsurdur. Mekânsal imgelerin zihnimizdeki yansımaları bizi filmlerle eşsiz ve kendiliklerimize özgü bir etkileşim içine götürür. Elbette aynı şeyi tiyatro sahneleri için de söyleyebiliriz. Öte yandan tiyatro sahnesini izlerken biraz daha sabit, biraz daha belirgin bir mekânsal çerçeveyi de sıkça aklımıza getirirken buluruz kendimizi. Bu listemizde filmlerde değişik formlarıyla yer alan tiyatro sahnelerini; mekânsal imgelerin birbirine karıştığı ve belirsizleştiği, bu karmaşık alanda başka türlü ifadesi güç tüm dürtüler, duygular, düşünceler ve deneyimlere ayrı bir yer açan alternatif mekânlar olarak derledik.
La Vénus à la Fourrure (2013, Yön. Roman Polanski)
Oyun yazarı ve yönetmeni Thomas Novacheck (Mathieu Amalric), Avusturyalı yazar Leopold von Sacher-Masoch’un Venus in Fur isimli kitabından uyarladığı aynı isimli oyununun baş karakteri Wanda için bir oyuncu seçmesi düzenler. Seçme bittikten sonra salona gelen Vanda (Emmanuelle Seigner), Thomas’yı performansını izlemesi için ikna eder ve perde açılır. Yaşanan ana dair gerçeklik ile tiyatro sahnesinin sınırlarının birbirine karıştığı bu sürükleyici filmde, bir yandan sahnede olan bitene dair büyüleyici ve yönü sürekli değişen dinamik bir gerilimi izlerken diğer yandan keskin geçişlerle karakterlerin o günkü gerçeklikleri hakkında fikir ediniriz.
Tamamı Paris’teki bir tiyatro sahnesinde geçen Fransa-Polonya ortak yapımı erotik drama La Vénus à la Fourrure, 2013’te Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye için aday gösterilirken 2014 César Ödülleri’nde Polanski’ye en iyi yönetmen ödülünü getirmiştir.
Karamazovi (2008, Yön. Petr Zelenka)
Çek bir tiyatro ekibi, Polonya’nın Kraków şehrindeki eski bir çelik fabrikasında düzenlenen alternatif bir festivalde oyunlarını sergilemeye gider. Oyun, Dostoyevski’nin Karamazov Kardeşler’inin sahne uyarlamasıdır. “Hayata daha yakın” temasını taşıyan bu festivaldeki performansları, oyuncuların rolleriyle gerçek karakterleri arasındaki geçişlerin belirsizliği ve akışkanlığı sayesinde oldukça bütüncül bir mekânsal atmosfer yaratacaktır.
Karamazov Kardeşler’in gerçek hayatla neredeyse iç içe geçmiş bir solukta izlenen hem sahne hem de sinema uyarlaması olarak değerlendirilebilecek bu film Çek Cumhuriyeti yapımı olup, yönetmen Petr Zelenka’ya 2008 senesinde FIPRESCI Ödülü’nü kazandırmıştır.
Madeline’s Madeline (2018, Yön. Josephine Decker)
Butter on the Latch (2013), Thou Wast Mild and Lovely (2014) ve Shirley (2019) gibi deneysel sinema filmleriyle tanınan ABD’li bağımsız yönetmen ve performans sanatçısı Josephine Decker’in bu filminde, on altı yaşındaki Madeline’in performans sanatçılarından oluşan bir tiyatro topluluğundaki varlığını ortaya koyma yolculuğunu izleriz. Kendiliğini olduğu gibi yaşayabilme ve gösterebilme çabasındaki Madeline, korumacı ve kontrolcü annesiyle şiddetle çatışırken tiyatro grubunun yönetmeni Evangeline’e iç dünyasını performansı yoluyla olanca açıklığıyla göstermektedir. Bir süre sonra paylaşım ve çatışmanın iç içe geçerek yarattığı duygusal yüklülüğün bir çeşit sömürüye dönüşmesiyle birlikte Madeline için gerçekte olan ile performansın sınırları birbirine karışacak, hatta yitip gidecektir.
Yakın plan çekimlerin ve performans sahnelerinin yoğun olarak kullanıldığı Madeline’s Madeline, 2018 Berlinale ve Sundance Film Festivali dahil olmak üzere pek çok festivalde gösterilmiş olup başrol oyuncusu Helena Howard etkileyici performansıyla beğeni toplamıştır. Ruhsal hastalık kavramını farklı bir perspektiften ele almasıyla da ön plana çıkan film, Grotowski’nin çalışmalarını çağrıştırarak etkileşimli tiyatroyu film akışı içerisinde başarılı bir şekilde sinemayla bütünleştirmektedir.
Synecdoche, New York (2008, Yön. Charlie Kaufman)
Film her şeyin ölmeye başladığı, hüznün mevsimi sonbaharda başlar. Caden Cotard, sonunda gerçek kendiliğini yansıtabileceği, o parlak ve ses getirecek tiyatro oyunu fikri için mükemmel anı beklerken aslında yalnızca ölmeyi bekleyen bir yönetmendir. Ona göre tiyatro bir düşüncenin başlangıcıdır, söylenmemiş gerçeklerdir ve eseriyle istisnasız herkesin içinde yıkanabileceği bir su yaratmak ister. Hayalini gerçekleştirebilmesi için fırsat olarak gördüğü büyükçe bir ödülü kazandıktan sonra devasa bir depoda, hayal edilemeyecek kadar çok başrolü sığdırabilmek üzere bir sahne inşa etmeye girişir. Bu sahne gerçek hayatın bir kopyası gibidir, Caden’ın ve herkes gibi olan herkesin hayatlarının anlamsızlığında hiçbir yerden gelmeyen ve hiçbir yere gitmeyen, yalnızca kayıp giden varoluşlar oynanmaktadır.
Kaufman’ın yönetmenliğini yaptığı ilk uzun metrajlı filmi olan ABD yapımı Synecdoche, New York, 2008’de Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye için aday gösterilmiştir. Postmodern psikolojik drama türündeki filmin başrolündeki Philip Seymour Hoffman’nın son derece başarılı performansı, gerçeğin sahnede sürdürdüğü varlığının içinde sıkışıp kalma hissini hem zaman hem de mekân algısını yerle bir ederek yaşatırken, izleyiciyi adeta çaresiz bırakmaktadır.
The Human Voice (2020, Yön. Pedro Almodóvar)
Jean Cocteau’nun aynı isimdeki oyunundan uyarlanmış otuz dakikalık bu kısa filmde Tilda Swinton’ın göz kamaştıran tek kişilik performansını tek solukta izleriz. Tiyatro sahnesi izlenimi uyandıran renkli bir evde tek başına bulunan Kadın, kendisini terk ettiğini anladığımız birisiyle bir telefon konuşması yapar. Konuşma, tüm evreleriyle Kadın’ın zihninin bir saat misali işleyişini yansıtırken duygularını gerek ses ritminden ve tonundan gerekse yüz ifadeleri ve jestlerinden çıkarsarız. Kadın, bir tiyatro sahnesindeymişçesine anlatır kendisini.
2020 senesinde Venedik Film Festivali’nde ilk gösterimi yapılan The Human Voice; izole, çaresiz, üzgün ve kızgın bir Kadın’ın, terk edilmişlikle yüzleşmesiyle birlikte yeniden doğuşunu estetik bir anlatıyla gözler önüne sermektedir.
Birdman or (The Unexpected Virtue of Ignorance) (2014, Yön. Alejandro González Iñárritu)
2014 ABD yapımı kara mizah/drama türündeki Birdman or (The Unexpected Virtue of Ignorance), tiyatro sahnesinin önemli bir rol üstlendiği hatta bütün bir anlatının gerçek anlamını tiyatro sahnesinde kazandığı filmlerden biridir. Riggan Thomson, zamanında oynadığı bir süper kahraman rolüyle özdeşleşen ve şimdilerde o eski tanınırlığını kaybetmiş bir oyuncudur. Yeni bir çıkış yakalamak adına kariyeri için dönüm noktası olacak bir tiyatro oyununu Broadway’de sergilemek üzere çalışırken, varlığını her daim sürdüren Birdman ile uzlaşmak kolay olmayacaktır.
Başrolde Michael Keaton’ın yer aldığı Birdman, 2015 senesinde En İyi Film Ödülü dahil olmak üzere dört dalda Akademi Ödülü ile BAFTA En İyi Sinematografi Ödülü’nü kazanmıştır. Başından sonuna tek bir çekim izlenimi uyandırarak baş döndüren bu filmde gerçek ve oyun mekânsal bir sürekliliğin içinde birbirinden ayırt edilemez şekilde süregitmektedir.
Dogville (2003, Yön. Lars von Trier)
Dogville, 1930’lar ABD’sinde kayalık dağların arasında kurulmuş, iyi ve dürüst birkaç insanın yaşamakta olduğu, kimsenin uğramadığı bir kasabadır. Bir gün bu durağan kasabaya yabancı bir kadın gelir, ismi Grace’tir ve gangsterlerden kaçmaktadır. Kasabalılar Grace’i aralarına kabul etmek ve ona kendini kanıtlaması için iki haftalık bir süre verirler. Bu sürenin sonunda mesafeli ama dostça olan Dogville sakinlerinin onayını kazanan Grace için hayatta kalma mücadelesi henüz başlayacaktır.
Lars von Trier’nin “ABD-Fırsatlar Ülkesi Üçlemesi” diye adlandırılan serisinin ilk eseri olan avangart drama türündeki Dogville’in başrollerinde Nicole Kidman ve Paul Bettany yer almaktadır. Dogville kasabası, sahne benzeri minimalist bir sette mekânların sınırlarını imleyen çizgiler ve dekor olarak yerleştirilmiş objelerden meydana gelmektedir. Bununla birlikte hayali kapıların çıkardığı sesler, seyrek de olsa yoldan geçen gerçek arabalar, tebeşirle çizilmiş gibi görünen muntazam çalılıklar hep birlikte oluşturdukları atmosferde kasabadaki yaşamın zorluğuna vurgu yapar gibidirler. Friedrich Dürrenmatt’ın The Visit’ini anımsatan kurgusuyla Dogville’de, gerçekdışı bir mekâna girerken bir hayli tanıdık ve fazlasıyla gerçek bir hikâyeyi en ince ayrıntısına kadar şaşırmadan izleriz.