“Tarih farklı halklar için farklı yönde gelişti. Ama bu, halkların genetik farklılığından dolayı değil; çevresel farklılıklardan dolayı gerçekleşti.” [1]
Toplumlar arası farklılıklar insanlık tarihinin başlangıcından bu yana görülen bir olgudur. Avcı-toplayıcılıktan tarıma geçiş, çeliğin kullanımı, verimli toprakların keşfi gibi birçok faktör, bazı toplumların uygarlaşmasını sağlarken bazılarının da geri kalmasına sebep olmuştur. Çevresel etmenlerin yol açtığı bu farklılık; iletişimin ve erişilebilirliğin olabildiğince kolaylaştığı bu dönemde ise, kimi zaman kapitalist düzenin bir sonucu, kimi zaman da politik oyunların bir ürünü olarak belirir. Yönetmenliğini Kleber Mendonça Filho’nun Juliano Dornelles’le birlikte üstlendiği Bacurau (2019), sosyal sınıf farkının belirgin olarak gözlemlendiği bir bölge olan Brezilya’nın kuzeydoğusunu, bürokrasinin kuraklaştırdığı toprakların distopik bir temsili olan Bacurau köyünü odağına alır.
Açılış sekansı izleyiciyi klasik Hollywood gerilim filmlerini andıran bir müzikle beraber uzayın derinliklerine götürür. Kadraj uzaydan Dünya’ya doğru inerken, gerilim müziği de yerini neşeli bir şarkıya bırakır. Issız, köhne ve bozuk bir yolda ilerleyen su tankerine kadar alçalır ve babaannesinin cenazesi için köyüne dönmekte olan Teresa’nın yolculuğuna eşlik eder.
Kısmen izole ve bağımsız bir yaşamın sürüldüğü gözlemlenen bu köy, su da dâhil olmak üzere birçok olanaktan mahrum bırakılmıştır. Eğitim süreci yıkık dökük bir okul binasında, kitaplardan yoksun bir şekilde yürütülmektedir. Bütün bu imkânsızlıklara rağmen sakin ve huzurlu bir halk portresi çizilir. Farklı kimliklerin benliklerini özgürce yaşadığı, dış şiddete karşı birbirlerine sıkı sıkıya tutunmuş kalabalık bir aile gibi görünen Bacura halkı; tükenmiş sabırlarını ve mutluluklarını kullandıkları psikotrop ilaçla, mahrum bırakıldıkları sosyal desteği de birbirlerinden aldıkları güçle dengelemektedirler. “Kendi yağında kavrulan” ve basit rutinlerle bezenmiş monoton bir hayat sürülen köyde, ansızın alışılmadık olaylar gerçekleşmeye başlar. Telefon sinyalleri kesilir ve haritada artık Bacurau’nun görülmediği anlaşılır. Gökte gezmeye başlayan UFO benzeri cisim, beklenmedik biçimde beliren turistler ve kurşunlanan su tankeri gibi olağandışılıklar Bacurau’da panik havası oluşturur. Garip olaylar silsilesi esrarengiz ölümlerle de perçinlenince, köy halkı alarma geçer.
Filmde hayali bir köy olarak ele alınan Bacurau’nun coğrafi konumu, aslında birçok tarihsel gerçekliği içinde barındırır. Brezilya’nın kuzeydoğusunu kapsayan Sertao bölgesi, tarihsel süreç boyunca politik ihmallerin ve sosyal marjinalleşmenin merkezi olarak tanımlanır. Kurak topraklara sahip, geri kalmış ve ilkel bir coğrafya olarak kategorize edilir. Bölgenin insanları yıllarca susuzlukla, açlıkla ve yoksullukla baş etmeye çalışmıştır. Hükümet tarafından da destek göremeyen bu halkın mahrumiyet ekseniyle çevrelenmiş hayatları, onların hor görülmesine ve ötekileştirilmesine yol açmıştır. İşçi Partisi adayı Lula da Silva’nın başkanlığındaki yönetimle birlikte son yıllarda kırılmış gibi görünen bu önyargılar, 2019’da Bolsonaro’nun başa gelmesiyle tekrar belirginleşmiştir. Aslında yönetmen Mendonca Filho ve Dornelles’in Bacurau tasviri de; kendi yetiştikleri ve bu yüzden çok iyi bildikleri topraklardaki yaşamın sinematik bir temsiliyeti özelliği taşır.
Issız ve bozuk yollardaki yolculuklara filmde bolca yer verilir. Tozlu yolların uyumsuz yeşilliklerle bezenmiş manzarası, izleyiciye bu coğrafyayı daha iyi aktarmak için kullanılır. Herkesin birbirini tanıdığı ve kabullendiği bu köyde, “kendi çapında” bir özgürlük tanımı yapılır. İnsanlara yapılan yakın çekimlerle kimlik çeşitliliğine dikkat çekilir, topluluğun sosyolojik eşitliğinin altı çizilir. Film boyunca hiçbir karakterin ön plana çıkmaması, başrol denebilecek bir karakterin olmaması da, eşitlik kavramına yapılan vurguyu destekler niteliktedir. Bu kalabalık ailenin başı olarak yansıtılan babaanne Carmelita, korumacı içgüdüsü ve cesur davranışlarıyla öne çıkan doktor Domingas gibi güçlü kadın karakterleriyle matriarkal bilince dikkat çekilir. Silahlı direnişin lideri Lunga ise panseksüel bir birey olarak belirir. Birçok coğrafyada sosyal baskıya maruz kalan cinsel yönelimlerin kahramanlık olgusuyla bütünleştirilmesi, tüm nefret söylemlerine karşı duruşun alegorik bir temsili olarak aktarılır. Aslında geri kalmış ve ilkel olarak görülen bu topraklarda; “çağdaş” sayılan dünyanın birçok köşesinde görülen yozlaşmış fikirlerden arınmışlığın, modern düşüncelerin hakimiyetinin portresi çizilir.
Filmin ikinci yarısında keskin bir türsel değişim gözlemlenir. Sakin köy hayatı, yerini silahların konuştuğu bir şiddet kargaşasına bırakır. Öldürme ruhsatı olan, ilginç bir Amerikan çetesi ortaya çıkar ve esrarengiz cinayetlerin sebepleri adım adım belirmeye başlar. Bambaşka mizaçlardan oluşan bu çete, silahlı ve şiddet yanlısı endüstriyel Amerikan gangster filmlerinin adeta bir parodisidir. Filmde yer alan bir diğer alt metin de, Alman kökenli çete liderine Nazist yakıştırmasının yapılmasıyla belirir. Çeşitli kökenlerden gelen Amerikan halkının, kendi içerisinde düştüğü ırkçılık, “Hangimiz daha Amerikan?” yarışına girdiği sahnelerle canlandırılır ve Amerika halkının düştüğü ırkçı kavramların gülünçlüğü, tüm tezatlığıyla ortaya koyulur. Kimlik farklılıkları diyalog hâline geldiğinde, daha da katmanlaşır ve üstünlük kurmaya çalıştıkları sosyal konumları daha da belirginleşir. Çetede yer alan iki Brezilyalının da Bacurau halkını sahiplenmeyip kendilerini beyaz Amerikanlara daha çok benzetmesi; bu bölge halkının maruz bırakıldığı sosyal marjinalleştirmeyi doğrudan kelimelere döker. Çetenin aslında belediye başkanı Tony Junior’nın zalim planlarının bir parçası olduğunun anlaşılması ise, belki de Trump hükümetine sempati duyan işbirlikçi Bolsonaro’ya bir gönderme barındırır.
Köydeki müze; fazla turist çekmiyor olsa da bölge halkının tarihini yansıtan gururlu bir anıtıdır. Müzedeki çerçevelerde Brezilya’daki Cangaço hareketlerine dair fotoğraflar görülür. Cangaço, 19. yüzyılın sonlarından itibaren kuzeydoğuda bir tür toplumsal direniş hareketi olarak görülmüştür. Eşitsizliklerin yüksek olduğu bu bölgede; toprak sahiplerinin ve hükümetin hakimiyetine karşı ayaklanan köylüler göçebe haydut grupları oluşturmuşlardır. Özellikle 1950’li ve 1960’lı yıllarda Brezilya sinemasında bu oluşuma bolca yer verilir. Filmdeki Bacurau halkı da maruz kaldıkları saldırılara karşı kökenlerinden gelen geleneklerine tekrar sarılır ve Cangaço’yu adeta yeniden canlandırır. Teresa’nın bavulunun elden ele taşınmasıyla basit bir şekilde sembolize edilen dayanışmacı yapı, insan avına çıkmış Amerikan turistlere karşı çok daha keskin ve sert bir biçimde tekrar belirir. Tüm siyasi tehditlere boyun eğmek yerine, onurlu bir direnişi tercih eden halk; bir bakıma sömürgeci zihniyete karşı da duruşunu sergiler. Film gelecekte geçiyor olsa da, Bacuarau’nun anlatıları bölge halkının tarihsel geçmişiyle harmanlanmıştır. Brezilya’nın sözde uygunsuz olarak tabir edilen isyankâr oluşumunun; ailesine, kültürüne ve tarihine karşı dış tehditlerle mücadelesi tüm gerilimiyle resmedilir.
72. Cannes Film Festivali’nin öne çıkan filmlerinden biri olan ve Jüri Özel Ödülü’nü de kazanan Bacurau, yozlaşmışlığın, sömürgeciliğin ve Amerikan emperyalizminin ortaya çıkardığı kültürel elitizmin kalıcı hasarlarının bir dışavurumu niteliğindedir. İnsanlık tarihinin başladığı günden itibaren ortaya çıkan sosyolojik eşitsizliğin bugünkü formuna; hilekâr ve aldatıcı siyasetçilerin oyunlarıyla çevrelenmiş hayatlara sinematik bir pencere açar. Daha güzel ve daha adil bir geleceğe dair umutlu mesajlar vermese de; aslında tüm dünyadaki ötekileştirilmiş azınlıkların dayanıklılığını ve kararlılığını güçlü bir şekilde vurgular.
[1]: Jared Diamond, “Tüfek, Mikrop ve Çelik”, çev., Ülker İnce (İstanbul: Pegasus Yayınları, 2018)