Artun Bötke
Sinema, diğer sanatları da ihtiva eden nev-i şahsına münhasır bir sanattır. Bu sanatı esas icra eden kişi olarak yönetmen, filmini genelde düz olarak aktarmaz seyirciye. Sinemayı bir sanat dalı hâline getiren de biraz bu özelliktir, verilmek istenen mesajın/konunun dolaylı olarak seyirciye sunulması. Böylece seyircinin düşünmesi teşvik edilmiş olunur ve filmi izleyerek farklı bir bakış açısı kazanmasının kapısı aralanmış olur. Tabii çoğu film, izleyicinin yeni ufuklar kazanmasına yol açmasa da çeşitli semboller ve/veya objeler kullanarak filmin konusuna ait birtakım mesajlar ve/veya ipuçları vermeye çalışır.
Yönetmen ve/veya senarist belli bir objeyi kullanarak, onun gündelik hayatta temsill ettiği gerçek, yan ve mecazi anlamlar aracılığıyla filmdeki bir karakter ve/veya bir olay hakkında ipucu verir. Filmlerde kullanımı az olsa da biz, sütü seçelim mesela. Süt, ne ifade eder sizin için? Bir içecek, saflık, masumiyet, temizlik, anne, inek, bebek,… Bir sürü anlamı bulunan ve günlük hayatta sıklıkla karşımıza çıkan bir obje.
Luc Besson’un kült filmi Léon (1994), özünde sıra dışı bir arkadaşlığı anlatır. Çiçeklerle arkadaşlık yapan, yalnız mafya tetikçisi Léon; kapı komşusu olan aile katledilince, ailenin geriye kalan tek üyesi olan 12 yaşındaki Mathilda’yı yanına almak zorunda kalır. Ailesinin intikamını almak isteyen Mathilda, Léon’dan tetikçiliği öğretmesini ister. Léon başta onaylamadığı bu isteği kabul eder ama Mathilda’dan her gün süt içmesini ister.
Luc Besson Léon‘da çok basit objelerle karakterlerini anlatmayı seçiyor çünkü amacı fazla zaman kaybetmeden aksiyona geçmek. Léon’un çiçek yetiştirmesi onun insani tarafının altını çizerken benzer bir vurgu süt ile de yapılıyor. Mathilda’yı bir tetikçiye dönüştürürken insanlığını kaybetmemesi için ona süt içiriyor. Besson filmde sütün masumiyet ve çocuksuluk anlamlarını kullanarak iki ana karakterinin de üç boyulu hâle gelmesine olanak sağlıyor.
Léon‘dan çok farklı bir coğrafyada geçen La Teta Asustada (2009) ise sütü çok daha değişik bir manada kullanıyor. Şili’nin başkenti Lima’nın gecekondu mahallelerinden birinde yaşayan Fausta’nın annesini kaybetmesinin ardından geçirdiği büyüme sancılarını izliyoruz. Fausta’nın doğduğu dönemde had safhada olan terörizmin getirdiği korku ve dehşet, emzirdirdiği süt vasıtasıyla annesinden Fausta’ya geçmiştir. Böylece Fausta hep korku ve dehşet içinde büyümüştür, öyle ki sokakta yalnız başına yürüyememekte ve tecavüz edilmesine karşı vajinasında bir patatesle yaşamaktadır.
Yönetmen Claudia Llosa ülkesinin geçirdiği korku dolu dönemlerin etkilerinin, o sırada daha bebek olan yeni neslin hafızasında nasıl yer ettiğini süt metaforuyla açıklar. Bir insanın ilk besini olan anne sütünün; vitamin, mineral ve antikorlar gibi bebek için elzem öğelerin yanında negatif duyguları tetikleyen hormonları ve hastalık yapan bakterileri taşıdığı medikal bir gerçektir. Llosa bunu kullanarak, tüm filmin atmosferine işleyen bir tekinsizlik hissi uyandırıyor. Fausta annesinin ölümüyle yüzleştikçe sütün etkisinden kurtularak hakkını arama cesaretini kendisinde buluyor.