Hayatımızdan tatmin olmak için kaç farklı yaşam deneyimlemiş olmamız gerekir? Hangi hikâyeyi genele alarak kendi varlığımızın çıkarımını yapabiliriz? Luc Besson imzalı Angel-a, adeta Wim Wenders başyapıtı olan Der Himmel Über Berlin (1987) filmine bir saygı duruşu niteliğinde. Filmin siyah beyaz tasarımından melek temsiline kadar benzer özellikler taşıyor. Söz konusu iki filmde de zamansızlığın tutsağı melekler, insani değerlerin yaşattığı hazzı ölümlü varlıklara âşık olarak deneyimliyor ve karşı koyulmaz bir serüvene adım atıyor. Cennetten kovulma pahasına yasakların en büyüğünü, isyanı ihlâl ediyor ve cezalandırılıyor. Çünkü cennet denilen yer mutlu olunan sonsuzluğun temelini oluştururken sonsuzluk, bitiş noktası olmayan, yaşanılması ıstırap dolu zamanlar bütününden oluşuyor. Andre ise bitmek bilmeyen yirmi sekiz yıllık hayatından kurtulmak için intihar etmek istiyor. Onun acılarla dolu yaşamı, henüz bebekken asla olmak istemediği biri olarak dünyaya gelmesiyle başlıyor. Cezayir kökenli bir Amerikan vatandaşı olsa da her aldığı nefeste öteki olma durumunu yaşıyor ve hayattan hiç hak etmediği darbeler alıyor.
Her şeyin bittiği ama birçok şeyin de aynı noktada başladığı o ince gerçekliğe yeryüzü canlıları yaşam adını vermekte. Ancak bu çok katmanlı evrende boyutlar arası bir gerçekliğin varlığını reddetmek nihai karmaşıklığı çözümsüz bırakmak için insanlara alternatif bir çıkış yolu sunuyor. Köprüden atlamasına dakikalar kalan bir adamın imdat çığlıklarına gökyüzünden bir melek düşüyor. Angela ise tam da bu hususta her koşulda kaybeden Andre’ye Femme Fatale bir kadın temsilinde gönderiliyor. Neredeyse uçan kuşa bile borcu olan Andre, literatüre Loser olarak geçen bir karaktere sahip, bu nedenle henüz ilk sahneden itibaren Andre ile yakınlık kurmak zor olmuyor. Günlük yaşantıda, sokaklarda, barlarda sürekli karşılaşabileceğimiz halktan biri olması kahramanın yolcuğunu hızlandırıyor ve onu sıradan insan statüsüne indiriyor. Yalan söylemek, intihar etmek, zina yapmak gibi yedi büyük günahın birçoğunu işliyor, asla giremeyeceği cennetten henüz dünyadayken vazgeçiyor. İsyankâr ve günahkâr Andre, film boyunca savunmasız bir çocuk gibi masum sahnelerle varlığını devam ettiriyor.
Yalan Söylerken Olmak İstediğim Kişi Olabiliyorum
Filmin sinematik yapısı, aslında yalan söylemek üzerine kurulmaktadır. Üstelik bu tezini kimilerine göre gerçek kimilerine göre ise hayal ürünü olan bir varlık üzerinden aktarıyor. İnsanlık, tıpkı Andre gibi Angela’sına kavuşmayı bekliyor. Ama çoğu zaman beklentiler bireyi konfor alanından çıkarmaya zorluyor. Andre, hayata tutunmak için yalanlarından güç alan tekinsiz bir adam; ancak bir o kadar da doğru bir an için hamle yapmayı bekliyor. Tam da bu noktada asıl benliğini keşfetmesi için Andre’ye en başarılı meleklerden biri gönderiliyor. Angela melek olsa da ne yazık ki kusursuz bir varlık olma özelliği taşımıyor. Çünkü Angela’nın eksikliklerini Andre tamamlıyor. İyileşmek için Andre’nin yardımına ihtiyaç duyuyor ve en zorlu görev olan kendine inanma bölümünü başarılı bir şekilde genç adama kabul ettirmesi gerekiyor.
Luc Besson, Adem ile Havva’dan beri süregelen kadın ve erkek oluşun diyalektiğini, klâsik bir nüansla revize ediyor. Ancak bunu yaparken olay örgüsünü bunaltmıyor. Ele aldığı karakterlerle hikâyeye nefes aldırıyor. Angela, dünya dışından gelmesine rağmen yaşanan tüm olaylara hâkim, zeki, kültürlü, güzel ve seksi bir karakter olarak resmedilmekte. Zeki ve güzel kavramına özellikle dikkat çekmek gerekirse; klâsik anlatı yapısında eşine pek rastlanılmayan bir kadın olarak temsil ediliyor. Pasif bir rolü bozguna uğratan güçlü, melek olmasına rağmen kötülük yapmaya meyilli, cinsiyetinden öte cinsiyetsiz bir varlık olarak belirginleşiyor âdeta devleşiyor. Ayrıca erkeklere bahşedilmiş gibi görünen birçok değeri de reddediyor. Andre’nin içinde, ruhunun derinliklerinde iyilik dolu bir kadının olduğundan bahsediyor. Kadın tarafının erkek tarafından daha baskın olduğunu savunarak anima ve animus [1] arketipine dikkat çekiyor. Oysa Andre erkek oluşun; bencil, yalancı, hırslı, sevmekten korkan ve avcı olma özelliklerini taşıyor. Tüm bu maddeler onu çekilmesi zor bir insana dönüştürüyor. Neyse ki Angela, Andre’nin yansımasını bulmak için ona yardım ediyor ve keşfedilme süreci kendini aktive ediyor.
Nevrotik Kaygı ve Öz-bilinç
Tanrıbilim ve varoluşçu felsefe ile yakından ilgilenen Rollo May, karakterin harekete geçmesi için kaygı kavramını önemli bir yere konumlandırır. Uygun bir dozajda hissedildiği takdirde kaygılar eylemlerimizin kalitesini ve anlamını oluşturur. Filmin kullanmış olduğu kodlar ve varlık bilinci, Andre ve Angela üzerinden öz-bilinç kuramına atıfta bulunmaktadır. [2] Rollo May’e göre; kahraman yaşamının yararsız, amaçsız, anlamsız ve saçma olduğunu hissettiği için kafası karışık durumda kaygılı, depresif ya da ajitedir. Peşine düşeceği özel bir dışsal amaç ya da hedef bularak kendi varoluşunu yaratır ve tanımlar. Çünkü bakış açısı bir kere değişirse kahramanın yaşamı da değişir.
Andre’nin Angela’ya âşık olmaya başlaması karakter dönüşümünü başlatır; ancak bu metamorfozun gerçekleşebilmesi için Angela’nın dünyada kalması gerekir. Büyük günahlardan en bilineni olan aşk, yavaş yavaş gün yüzüne çıkar. Andre aşkı için geçmişinden, dolandırıcılık yaşamından, bencillikten ve yalanlarından vazgeçmeyi göze almıştır. Ama asıl sorun Angela’nın cezalandırılmaya cesaret edip yeryüzüne düşmeyi kabul etmesidir.
İnsan olmayı bilen Andre için gelecek kaygısı olmasa da Angela, hâlâ bir melektir ve geçmişi olmadığı için gelecekten korkmaktadır. Ancak Andre’nin de durumu Angela’dan farklı değildir. Genç adam hayatı boyunca hiçbir zaman sevilmemiştir ve sevilmenin nasıl bir şey olduğunu yeni yeni öğrenecektir. Her ne olursa olsun yeniden doğmak için hiçbir zaman geç değildir.
Notlar
[3] Anima: Hem erkeksi hem de kadınsı özellikleri birleştiren dengeli bir benliktir. Erkeğin benliği kadın arketipi biçiminde kadınsılığın cisimleşmesini taşır.
Animus: Dişi ruhundaki erkek arketiptir. Bu arketip stereotipin olarak cesaret, liderlik, entelektüel akıl ve fiziksel güç gibi erkeksi özellikleri temsil eder.
Kaynak
[1],[2],[3] INDICK William, Senaryo Yazarları İçin Psikoloji, Agora Kitaplığı, 2011