Alex Garland’ın Warfare (2025) filmi, savaş sinemasına dair bildik kalıpları yerle bir eden, kurgusuyla ve atmosferiyle seyircinin zihninde yankı uyandıran sarsıcı bir yapım. Garland’ın daha önceki distopik anlatılarına aşina olanlar için Warfare, bu kez gerçekliğin kendisinin ne kadar distopik olabileceğini göstermek adına atılmış cesur bir adım. Orta Doğu topraklarında geçen ve iç savaş fikrini merkezine alan film, savaşın sadece uzak coğrafyalarda değil, modern toplumun kalbinde de mümkün olabileceğini çarpıcı bir biçimde anlatıyor.
Filmin merkezinde, parçalanmış bir ülkede geçen çatışmalar, yalnızca fiziksel değil ideolojik olarak da yıkıcı bir savaşın anatomisini çiziyor. Garland, savaşın yarattığı fiziksel şiddeti göz alıcı bir sinematografiyle sunarken, esas dehşeti karakterlerin iç dünyasında ve toplumsal yapının çözülüşünde kuruyor.
Garland, klasik savaş anlatılarının kahramanlık mitolojisini yıkarken, yerini kaotik, kontrolsüz ve bireysel olarak yön duygusunu kaybetmiş karakterlerle dolduruyor. Filmdeki askerler, cepheye sürülmüş figürler olmaktan çok, çökmekte olan bir toplumun psikolojik enkazları olarak karşımıza çıkıyor. Film boyunca artan şiddet ve umutsuzluk, yalnızca savaşın değil, bir ulusun içten içe çürüyüşünün sinemadaki yankısı olarak iz bırakıyor.
Warfare, seyirciye savaşın sadece dışsal bir yıkım olmadığını, aynı zamanda ahlaki, kültürel ve insani sınırların silinmesiyle oluşan içsel bir çöküş olduğunu gösteriyor. Alex Garland’ın bu distopik savaşı; sinemada savaş temasına bambaşka bir açıdan yaklaşan, rahatsız edici ama bir o kadar da gerekli bir deneyim sunuyor. Alışıldık kahraman anlatılarını değil, çöken bir medeniyetin ayak seslerini duymak isteyenler için.