Sahte Mahbahar Tutuklandı!
İniş ve çıkışlarla dolu çetrefilli bir hayat süreci sonrası insan artık yavaş yavaş gözlerini kendi içine döndürmeye ve kendini sorgulamaya başlar. Kendine yaptığı bu yakın çekim anlarında ise beklediği kadar olumlu şeylerle karşılaşmayabilir. Zayıflığıyla, acizliğiyle, korkaklığıyla, kötü niyetiyle, beceriksizliğiyle ve insanoğlunun kendine yakıştırmakta zorlandığı daha bir çok özelliğiyle tanışabilir. Bu tanışmadan sonra ise yapılacak iki şey kalır geriye: içindekileri görmezden gelerek hayata devam etmek ya da sürekli kendi davranışlarını gözlemleyerek bir hafiye gibi hareket etmek.
Tabii karar kılınan yolda rahatça ilerlenebileceğini düşünmek yanıltıcıdır. Hüseyin Sabzian mesela, yaptıklarıyla yüzleştiğinde pişmanlıkarı halka halka olup çevresini sardığında bir karar vermişti, kendisine ve başkalarına yalan söylemeyi bırakacaktı. Ama ertesi gün uyandığında hala işsizdi ve aslında hiçbir şeyin değişmeyeceğini, hiçbir şeyi değiştiremeyeceğini biliyordu. Kendi deyimiyle uyuyakalmıştı o, hayata geç kalmıştı. Yıllar önce karısı, yaşadıkları bir göz odada “gelecek” göremediği için ondan boşanmıştı. “Ailesini geçindiremeyen Allah”ın belası bir yerde yaşayan fakir biri” idi. Onun payına düşen hayata devam etmekti, yalan söylemeye devam etmek.
Makhmalbaf adlı bir yönetmene çok benzediği için kendisini kimi zaman onun adıyla tanıtan Sabzian, bir gün kendini Lavizan adlı zengin bir bölgede yaşayan bir ailenin evinde değerli bir yönetmen olarak bulur. Söylediği bu küçük yalanın kendisini getirdiği noktada bu rolü benimser ve oynamaya devam eder, ta ki aile bireylerinin gerçek yönetmenin resmini bir dergide görerek Sabzian”dan şüphelenmeye başlamalarına dek.
Dolandırıcılığa teşebbüs suçuyla tutuklanan Sabzian”ın ünlü bir yönetmenin adını kullanarak yaptığı bu oyun basında yer alır ve dikkat çeker. Onu cezaevinde ziyerete gelen bir yönetmenden kendi filmini yapmasını ister. Mahkeme salonunda çekim yapabilmek için izin alan yönetmen, Sabzian”a kamerasını çevirir ve mahkeme günü yakın çekim başlar.
“Bunların hepsi sinema aşkım yüzünden oldu. çocukken sık sık sinemaya giderdim. Arkadaşlarımla film çevirme oyunları oynardık. Ama imkanım olmadığı için sanatsal heveslerimden vazgeçmek zorunda kaldım. Takıntı haline geldi. Makhmalbaf”a hayranım çünkü filmlerinde çekilen acıları anlatır. Onun kimliğine bürünmek benim için zordu. Ama bana özgüven verdi. Saygılarını da kazandım. Söylediğim her şeyi yaptılar. ünlü biri gibi davranmaya başladığımda hepsi bana itaat etti…”
Kendi yaşamında toplumsal statüsünden dolayı söylediklerine itibar edilmezken, zengin bir ailenin böyle fakir bir insana kapısını açması imkansızken bir tesadüfü takiben söylediği ufak yalan, ona kısa bir süre sonra uyanmak zorunda kalacağı güzel bir düş sunar. Saygı görüyordur, söylediği dinleniyor, değerlendiriliyor, üzerine yorum bile yapılıyordur. Dahası aile üyelerini sevmiştir de. Bu oyununu devam ettirebilirse belki bir gün gerçekten onlarında rol alacağı bir film çekebileceğini düşünür. Ailenin yaşadığı evin büyük bahçesinde birkaç ağacı gösterip güneşi engellediklerini ve bahçede çekim yapmanın zor olabileceğini söylediğinde o isterse kesebileceklerini bile söylerler. çünkü o ünlü yönetmen Makhmalbaf”tır. Olmak istediği kişi olarak hep istediği hayatı yaşama fırsatı bulmuştur. Vicdan azabı vardır elbet, ama doğruyu söylerse “dolandırıcı” yerine koyulacak bu güzel rüya bitecektir.
“Başkası gibi davranmak zordu, ama hoşuma gitti. çünkü bana saygı duydular ve bana destek oldular. O yüzden kendimi daha çok kaptırdım. Ama oradan ayrılıp günün sonunda evime gittiğimde karakterimden ayrılmam gerekiyordu ve bu da benim için zordu…”
Ailenin ihbarı üzerine polislerin onu tutuklamaya geldiği gün önceden hissetmiştir olacakları. Ama o gün yine de o eve bir kez daha gitmekten kendini alıkoyamadı. Sonu kötü bitecek olsa da bu rüyayı biraz daha yaşamak ve benimsemediği ama sürdürmek zorunda kaldığı bir hayatın açtığı yaralara biraz daha merhem sürmek istemişti belki…
Abbas Kiarostami”nin 1990 tarihli Nema-ye Nazdik (Yakın çekim) adlı bu muazzam filminin en can alıcı kısmı da belki yaşanmış bir hikayeden yola çıkarak çekilmiş olması. Evet gerçekten de İran”da yoksul bir adam her gece kafasını yastığa koyduğunda ailesini geçindirememenin üzüntüsü içinde kendini işe yaramaz ve çaresiz hissediyorken, bir gün zengin bir aile onu ünlü bir yönetmen zannederek evlerine misafir eder ve ona her insanın hakettiği ilgi ve saygıyı gösterir. Oyunun sonunda dolandırıcı olarak damgalanacağını ve hapishaneye gireceğini bile bile, bir süreliğine de olsa yoksulluğunu, yalnızlığını, hayatın zorluklarını unutmak ve ” insan yerine konulmak” için yalan söyler.
Bizleri yalan söylemeye iten zaaflarımız, ihtiyaçlarımız ve mecburiyetlerimiz ne olursa olsun sonunda asgari de olsa bir ceza ile karşılaşacağımız muhakkak. Yalan hayatımızdaki en istikrarlı doğru nitekim. Ancak sonunda Sabzian”ın aileye bir buket çiçekle gitmesi gibi af dilemek ve affedilmek yalanın en iyi yanı sanki. İnsanları birbirlerine kalplerini açmalarını sağlayan her yol güzel çünkü.