Richard Sennett’in Karakter Aşınması: Yeni Kapitalizmde İşin Kişisel Sonuçları (1998) adlı çalışması, modern iş yaşamının ve neoliberal toplumun birey üzerindeki etkilerini inceler. Sennett, esnek ve kısa vadeli iş ilişkilerinin, sürekli değişen rollerin ve hızlı kariyer beklentilerinin, insanın uzun vadeli bağlılıklarını ve karakter bütünlüğünü nasıl erozyona uğrattığını ortaya koyar. Kitap, toplumsal ilişkilerin, dostlukların ve aile bağlarının da bu yeni düzen içinde nasıl zayıfladığını gösterir. Karakter, sistemin talepleri karşısında yavaş yavaş aşınır. Bu bağlamda Karakter Aşınması, modern yaşamın etik, psikolojik ve sosyal boyutlarına dair keskin bir analiz sunar ve bireyin içsel bütünlüğü ile dışarıdan görünen başarılarının çatışmasını gözler önüne serer.
Sennett’in modern birey eleştirisi ile Todd Field’in Tár (2022) filmi, bireyin toplumsal ve profesyonel yaşam içinde karşılaştığı baskı ve çatışmalar üzerinden birbirine bağlanabilir. Sennett’in “karakter aşınması” kavramı, bireyin sürekli değişen beklentiler ve rekabetçi ortamlar nedeniyle kişisel bütünlüğünün erozyona uğradığını vurgular. Tár‘da Lydia Tár, müzik dünyasındaki hiyerarşiler, toplumsal beklentiler ve içsel mükemmeliyetçilik baskısı altında benzer kırılganlıklar yaşar. Sennett teorik düzlemde modern toplumun birey üzerindeki etkilerini tartışırken, Todd Field bu süreci dramatik ve psikolojik bir odakla görselleştirir.
Film, modern klasik müzik dünyasında yükselen bir şefin tutkusunu, sanata yaklaşımını ve kariyerindeki başarılarını izlerken, Lydia Tár’ın kişisel ve profesyonel yaşamındaki çatışmaları ve sınavları da ortaya koyar. Field’ın anlatımı, karakterin içsel dünyasını ve mesleki tutkusunu güçlü görsellik ve performans odaklı bir dille sunar. Bu bağlamda, Tár hem klasik müzik dünyasının hiyerarşik ve erkek egemen yapısını hem de neoliberal başarı kültürünün bireyde yarattığı karakter aşınmasını dramatize eder. Lydia, yaratıcı ve disiplinli olduğu kadar acımasız, yalnız ve giderek içi boşalan bir figüre dönüşür; onun hikâyesi, performansa dayalı itibar ekonomisinin ve sürekli rekabetin birey üzerinde nasıl derin bir etkisi olduğunu gösterir.
Film boyunca Lydia, bir sanatçı olmanın ötesinde kurumsal bir “marka” olarak konumlanır. Başarısı, etik derinlikten çok medyatik görünürlüğüne dayanır. Bu durum, Sennett’in şu tespitini doğrular: “Yeni kapitalizm, kişisel bütünlüğü değil, sürekli değişimi ödüllendirir.”
Tár’ın dünyasında mükemmellik bir zorunluluk olarak belirir. Her prova, her röportaj, her sahne arkası an bir “performans”a dönüşür. Lydia’nın New Yorker röportajında sergilediği mutlak kontrol arzusu, modern öznenin kendini sürekli yönetme baskısını görünür kılar. Sennett’in yeni kapitalizme dair analizinde vurguladığı üzere, birey artık kurumsal sadakatle değil, “kişisel bir proje” olarak var olur. Esneklik ideolojisi özgürlük gibi sunulsa da aslında kimliğin sürekli yeniden inşa edilmesini gerektiren bir istikrarsızlık rejimidir. Lydia Tár tam da bu rejimin ürünüdür; kendi adını bir markaya dönüştüren, kariyerini etik bir bütünlükten çok güç ilişkilerini yönetme becerisine dayandıran, görünürlüğünü sürekli güncellemek zorunda hisseden neoliberal bir öznedir. Berlin Filarmoni’deki konumu, medyatik itibarı ve uluslararası saygınlığı, onun performansa dayalı bir kimlik inşa etmesine izin verirken aynı zamanda karakterinin içsel tutarlılığını aşındırır; ilişkileri birer “araç”a, değerleri ise piyasa koşullarına göre eğilip bükülen değişkenlere dönüşür. Sennett’in sözünü ettiği karakter erozyonu burada hem ahlaki hem varoluşsal bir nitelik kazanır. Lydia artık kim olduğundan çok, ne işe yaradığını düşünerek yaşayan bir figüre dönüşmüştür.
Lydia Tár’ın Krista ile yaşadığı kriz, Sennett’in yeni kapitalizme dair tanımladığı “etik sessizlik” ve “karakter erozyonu” kavramlarının dramatik bir yansımasıdır. Lydia’nın genç müzisyenin kariyerini sistematik biçimde sabote etmesi, modern kurumlarda güç ilişkilerinin nasıl kişisel bir şiddet biçimine dönüştüğünü açıkça gösterirken, aynı zamanda onun mesleki ve duygusal bağ kurma kapasitesinin çöküşünü de görünür kılar. Sennett’e göre karakter, uzun vadeli sadakat, sorumluluk ve kalıcı ilişkiler kurabilme yetisiyle ölçülür; oysa Lydia tüm bu değerlere yabancıdır. Asistanına, öğrencilerine ve hatta eşine karşı sergilediği faydacı tutum, ilişkilerini birer profesyonel ağ bağlantısına indirger. Tár adeta bağ kurmaz; yalnızca ağ kurar. Krista’nın psikolojik olarak çöküşe sürüklenmesi ve intiharı, Lydia’nın onu kariyerini tehdit eden bir unsur olarak görmesinin sonucudur. Böylece Sennett’in belirttiği “değer yerine verimlilik” mantığının bireysel düzeyde ne tür yıkımlar yarattığı somutlaşır.
Sennett’in “İnsanlar artık yaptıkları işte derin bir özdeşlik kurmak yerine, o işi geçici bir performans olarak yaşarlar.” [2] sözü tam da Lydia’nın mesleğine duyduğu yabancılaşmayı tarif eder. Müziğin kendisi onun için etik bir tutku ya da içsel bir ihtiyaç olmaktan çıkmış, statü üreten bir araç hâline gelmiştir. Böylece karakterin içsel dünyasını taşıyan sadakat, sorumluluk ve empati yerini soğuk bir başarı fetişizmine ve duygusal çoraklığa bırakır. Çalışmak onun için yaratıcı bir ifade biçimi olmaktan çıkmış, konumunu korumanın ve otoritesini pekiştirmenin bir aracına dönüşmüştür. Bu durum, Sennett’in “etik olmayan başarı” olarak tanımladığı karakter çürümesini görünür kılar. Çünkü başarı, bu düzende güç ilişkilerini yönetmekle elde edilir.
Film boyunca Lydia’nın her hareketinin gerek sınıf ortamında gerek prova odasında gerekse stüdyolarda bir gösteriye benzediğini görürüz. Tüm mekanlar onun için birer performans alanına dönüşmüştür. Sennett’in vurguladığı üzere, modern toplumda kişisel ifade çoğu zaman samimiyetsiz bir pazarlama stratejisidir. Lydia da kendini bir marka gibi sunar; müzik listeleri, medya röportajları, biyografik kitap projeleri onun benliğini kuşatır. Gerçek ile imaj arasındaki çizgi giderek silinir.
Filmin tartışmaya açtığı en önemli başlıklarda biriyse sanatçı ve eseri arasındaki ilişkidir. Umberto Eco’nun Açık Yapıt (1962)‘ta savunduğu temel düşünce, sanat eserinin ortaya konduğu andan itibaren yaratıcısının niyetinden bağımsız bir anlam üretme kapasitesine sahip olduğudur [1]. Tár, bu tezin sinemasal karşılığını kurar. Lydia Tár, Bach, Mahler ve Elgar gibi bestecilerin etik açıdan tartışmalı kişisel geçmişlerini müzikten bağımsızlaştırmaya çalışır ve öğrencisine karşı saldırgan bir biçimde bu durumu “ideolojik çürüme” olarak damgalar. Ancak film, Lydia’nın teoride savunduğu bağımsızlığa kendi pratiğinde izin vermediğini gösterir. Kendisini müziğin tek meşru taşıyıcısı olarak konumlandırır ve eserle arasına geçirimsiz bir bağ kurar. Kendi kişisel yozlaşması, manipülasyon ve etik ihlalleri müziğinin anlamını gölgeler, böylece hem etik hem estetik bir çöküş yaşanır. Eco’nun ortaya koyduğu fikri de bu anlamda alt üst eder.
Krista olayının ifşa olmasıyla başlayan çöküş süreci, Tár’ın “toplumsal iptali” ile sonuçlanır. Ancak film, iptal kültürüne dair basit bir yargı koymaz; aksine bu çöküşü karakterin içsel bir çözülmesi olarak gösterir. Lydia Tár, modern dünyanın etik muğlâklığında kendini yeniden kuramaz, çünkü onun “karakter bütünlüğü” zaten uzun süre önce aşınmıştır.
Filmin son sahnesinde artık saygınlığını kaybetmiş olan Tár, Filipinler’de cosplay temalı bir orkestrayı sahnede yönetir. Ancak seyirci kitlesi, kostümlü oyunculardan oluşan Monster Hunter hayranıdır. Bu grotesk ve ironik final hem trajik hem de toplumsal açıdan keskin bir yorumdur. Bir yanda Tár hâlâ müzik yapmaktadır yani “sanat” bitmemiştir. Öte yanda, artık yönettiği müzik endüstriyel bir gösteriye dönüşmüştür; sanatın ciddiyetinin yerini popüler kültürün kitsch estetiği almıştır. Bu sahne, Sennett’in modern kapitalizm eleştirisini yeniden doğrular: Kimlik, saygınlık ve anlam sürekli dönüşen piyasa koşullarına göre yeniden biçimlenir. Tár’ın “düşüşü”, hem kişisel bir çöküş hem de sanatın günümüz dünyasındaki ticarileşme sürecinin alegorisidir.
Lydia Tár, modern klasik müzik dünyasında otoriteyi ve disiplini temsil eden bir figürdür. Fakat bu otorite tarihsel olarak erkeklikle özdeşleştiğinden, Tár performatif bir şekilde erkeklik kodlarını benimser. Jestleri, sesi, oturuşu ve nötr renkli kıyafetleriyle sistemin dilini yeniden üretir. Bir kadın olarak değil, erkek egemen sistemi temsil eden bir özne olarak var olur ve sistem çöktüğünde kendisi de çöker. Tár’ın zarif ve ölçülü görünen iletişimi ise kurumsal bir iktidar performansıdır. Öğrenciler, asistanlar ve sevgilisi gibi herkes bir işleve indirgenmiş, nezaket kontrol aracına dönüşmüştür. Düşüşünü reddeden “saldırıya uğradım” yalanı, patriyarkal kültürün düşüşü irrasyonel ve kadınsı görme kodlarını içselleştiren bir savunma mekanizmasıdır. Tüm ilişkiler, duygusal bağlar yerine kariyer stratejilerinin uzantısıdır. Tár sahici bir ilişki kuramaz ve yıkıldığında kimse yanında kalmaz. Bu trajedi, Tár’ın aşınan karakterinin onu getirdiği yerdir. Sistemi içselleştirmiş, tahakküm biçimini üretmiş ve sonuçta bireysel ve kültürel bir çöküş yaşamıştır. Finalde baton hâlâ durur ama anlamı kalmamıştır, Lydia artık müziğin orada olması gereken herhangi bir parçasıdır.
Film her boyutuyla izleyiciyi Lydia Tár’ın gerçekten var olduğuna ikna edecek kadar titizlikle inşa edilmiştir. Bu bilinçli tercih, Tár örneğinde olduğu gibi neoliberal çağda bize “başarılı” olarak sunulan figürlerin nasıl idealize edildiğini ve görünüşte kusursuz başarı imgesinin arkasındaki içsel çatışmaları göstermeyi amaçlar. Lydia Tár’ın hikâyesi, bireysel başarının sistemin adaletsizliğini gizlemek için nasıl bir araç hâline geldiğini ve emeğin değersizleştiği dünyada elitlerin yükselişinin normalleştirildiğini çarpıcı biçimde ortaya koyar.
Kaynakça:
[1]Eco, Umberto (2018). Açık Yapıt. (Çev. Kemal Atakay). İstanbul: Can Yayınları. [2] Sennett, Richard (2008). Karakter Aşınması: Yeni Kapitalizmde İşin Kişisel Sonuçları. (Çev. Barış Yıldırım). İstanbul: Ayrıntı Yayınları.Field, Todd (2022). TÁR [Film]. Focus Features.


























