Dünya sinemasının minimalist örneklerine ev sahiliği yapan İran, geçtiğimiz elli yıllık süreci yeni bir ekolle taçlandırmaktadır. İran Yeni Dalgası olarak anılan bu süreç yönetmene filmlerinde bireysel bir dil kullanma alanı tanır. Tüm dünyayı etkisi altına alan Auteur kuram ve Fransız Yeni Dalga hareketinin bir uzantısı olarak kısaca bahsetmemiz gerekirse İran hareketi yeni bir sinema anlayışı yaratmıştır. Biçimsel ve sinematografik özelliklerin yönetmenin kendisine has bir üslupla ele alındığı, görselin adeta yazı yazarcasına bütünsel anlam içerisinde kullanıldığı, filmlerde yönetmenin bireysel nüanslarının hissedildiği bir akımdır. Özellikle Yeni İran Sineması’nı oluşturan yakın dönem ise gündelik konuları daha bireysel bir perspektifle toplumsal bütünlükle ele alır. Kadın sorunlarına değinen, kadınların hayat içerisindeki görünürlüklerini tartışan, merkeze kadını ve kadın üzerinden aile dinamiklerini ve toplumu koyan feminist bir İran sinemasından bahsetmek de mümkündür. Özellikle İranlı birçok kadın sinema oyuncusu ve yönetmen hâlâ bağımsızlıkları için mücadele etmektedir.
Shayda (2023) filmi ile ilk uzun metrajını gerçekleştiren Noora Niasari, bahsettiğimiz özelliklere sahip genç bir yönetmen olarak dikkat çekmektedir. Şiddet gördüğü eşinden boşanmak için kadın sığınma evine yerleşen ve yasal işlemlerle uğraşan bir annenin hikâyesini, tüm kadınlara armağan eder. Filmin kadın kolektifinin işlevselliği ve mücadelenin gerekliliği üzerine kurulan güçlü bir anlatısı vardır. Niasari, filmin jenerik kısmından hemen sonra “Anneme ve Tüm İranlı Kadınlara” yazısıyla sinemasını oluşturan dinamikler üzerine bir özetleme yapmaktadır. Orta Doğu’dan bağımsız, kadına biçilen rollerin ve manipülasyonun evrenselliğine ve küresel çapta büyük bir sorun olmasına dikkat çekmektedir. Keza eğitim seviyesi ne olursa olsun ilkel erkeklik algısının tüm insanlığa vermiş olduğu zararın herkes kadar izleyici de farkındadır. Shayda, fiziksel ve psikolojik şiddete maruz kalmış çoğu kadının bir yansımasıdır. Kurulan bu özdeşlik, merkezine annelik statüsünü de katarak sığınma evinde yaşayan kadınların kolektif mücadelesine dönüşmektedir.
Ötekinin İnşası
Lacan’ın psikanalizle ilgili görüşlerinin özünü bilinç dışı kavramının dil gibi yapılanması oluşturur. Dilbilimci Ferdinand de Saussure’ün çalışmalarından etkilenen Lacan, dilde kullanılan gösteren ve gösterilen ilişkisini bilinç dışına uyarlamıştır. Simge ve sembollerin anlamlandırılmasını gösteren-gösterilen ilişkisiyle açıklamıştır. Saussure’a göre dilde kullanılan gösteren ve gösterilen arasındaki bağ tamamen rastlantısaldır. Bu kullanım toplumsal uzlaşıma bağlı olarak değişim göstermektedir. Lacan bu bağlamda: “Bilinç dışı, ötekinin söylemidir.” der. Kimlik oluşumunun öteki üzerinden inşa edildiğine dikkat çeker. Özne hakim olduğunu düşündüğü kendi bilincine yalnızca onu tanıyan bir ötekinin bilinci sayesinde kavuşur. [1]
Shayda; dram filmi olmanın ötesinde sosyolojik bağlamı güçlü, doğu ve güney sentezi yapan oryantalist bir anlatım sunar. Hikâyeyi İranlı bir kadının hayatı olarak özetlemek bu bağlamda çok sığ kalmaktadır. 1990’lı yıllarda eğitim için İran’dan Avustralya’ya göçen bir ailenin yaşadıkları aslında tüm filmin özetidir. Ancak Shayda’nın erkek şiddeti görmeye başlaması ve kızını eşinden korumaya çalışması hikâyeye devinim katar. Shayda, bir anne ve eş olmanın dışında Batılı olmayı gündeme getiren bir köprü görevinde de incelenmelidir. Keza Avustralya coğrafi konumu gereği bir batı ülkesi değildir; ancak insan hakları ve sosyolojik politikaları doğu ya da Uzak Doğu sistemlerinden farklıdır. Avustralya dünyanın görece en uzak kıtasını oluşturur, diğer Avrupa ülkelerine oldukça uzaktır ve hiçbir ülkeye kara sınırı yoktur. Tam da yeniden hayata tutunmak, yeni bir başlangıç yapmak için ideal bir yerdir. Kilometrelerce uzakta bir yer oluşu farklı bir gezegeni, ütopyayı, hatta ölüp yeniden doğumu simgelemektedir. Shayda’nın yeni bir hayata adım atmak için bütünlüğünden kopup toplumdan, ailesinden, baba otoritesinden ve İran’dan bağımsızlaşması (batılılaşması) gerekmektedir. İran yılları, Shayda’nın altı-on sekiz aylık bir bebek vizyonu hâliyle ele alındığında genç kadının Avustralya macerası Lacan’ın psikanalitik kuramındaki ayna evresine tekabül eder. Kendisini ilk defa ait olduğu toplumun dışında gören Shayda, bir nevi imgesinden kopuş yaşar. Görmüş olduğu yansıma artık benzemek için mücadele edeceği bir ötekiye dönüşmüştür. Freud’dan sonra en popüler psikanalist olarak anılan Jacques Lacan’ın insanın bilinç dışını psikanalitik kuram çerçevesinde ele aldığı tezi bireyin psikososyal gelişimini “id-ego-süperego” yerine “imgesel-simgesel-gerçek” olarak üç bölüme dayandırır. Lacan’a göre bireyin psikolojik gelişimi kendi yansımasını gördüğü ilk evre olarak varlık gösterir. Ayna evresi kuramıyla adlandırılan bu süreç, bireyi ilk kez imge dışında bir yansıma ile karşılaştırır. Bu sürece değin kendisini annenin bir parçası olarak gören bebek idrak ettiği yansımasıyla bir farkındalık yaşar. Tüm hayatı boyunca imgesel sürecini ana rahmi olan İran’da geçiren Shayda simgesel sürecinde Avustralya’da yaşamaya başlamıştır. Bu evrede bilinç dışı, dil ile birlikte gelişim gösterir. Birey çevreyi ve gördüklerini anlamlandırmaya başlar. Shayda, yeni hayatında yolunda gitmeyen şeyleri fark edip bunları değiştirmek üzere bir algılama süreci yaşamaktadır.
Shayda benliğini, erkek egemenliğini alaşağı ederek yeniden sağlam temellerle inşa edebileceğini ve hak talep edebileceğini keşfetmiştir. Çocuğunu da alıp kadın sığınma evine yerleşir ve boşanma işlemlerine başlar. Sonraki aşama, hiçbir şekilde kararından vazgeçmeyen ve içinde bulunduğu kadın kolektifiyle birlikte hayatta kalıp kendi ayakları üzerinde durabileceği bir dünyanın mümkünlüğü üzerinedir. Tüm korkularıyla yüzleşen Shayda, gerçek evresine ulaşmıştır. Artık imgeden ve simgeden kurtulup kendisini gerçekleştirmektedir. Bu sonlanma hâli rahatlığa eren, tüm süreçleri başarılı şekilde geçen tamamlanmış bir öznenin görünümüdür. Artık kastrasyon süreci yaşamayan Shayda, kocasından ve yapabileceklerinden korkmayan bir evreyi deneyimlemektedir. Önünde yeniden âşık olmak, çalışmak, hayatını yaşamak üzerine bekleyen bir süreç vardır.
Lacan’a göre öteki, özne için aynada gördüğü yansımasıdır. Bu yansıma öznenin kendi öz benliğine benzer bir görüntüdür. Öteki simgesel bağlamda özneyi otoriteye tabî kılan ve simgesel düzlemde gösterenleri belirleyen sistemdir. Özne, bu simgesel düzende aynada görmüş olduğu kendisini ondan bağımsız olarak atanan kültürel sistemin içerisinde bulur. Yaşanan şey bir yabancılaşma durumudur. Artık özne kendisini ait olduğu kültürel simge düzeninde inşa eder. Kendini var etmek için kendisinden vazgeçmek zorunda kalır. [2] Shayda, Avustralya yapımı bir film olmasına rağmen öteki formunda İran’a özgü kültürel kodları içerisinde barındırır. Ki zaten Lacan’ın kuramının ayırt edici özelliklerinden biri psikanalizi sosyolojiye yakınlaştırmasıdır. Tüm film kültürlerarasılık yordamıyla da ele alınabilecek veriler sunar. Hikâyenin geçtiği tarih 21 Mart’a tekabül eder. 21 Mart İran kültüründe Fars yeni yılının ilk günü olarak kutlanan, baharın gelişini simgeleyen özel bir gündür. Yeniden doğuş olarak adlandırılır. Shayda kadın sığınma evinde geçirdiği süre boyunca İran’a özgü temsillerde bulunur. Yemekler, müzikler, kutlamalar İran motifleriyle bezenmektedir. Özellikle küçük kızı Mona için kendi kültürünü tanıması, ondan uzaklaşmaması çok önemlidir. Haft-sin sofrası Avustralya’da inşa edilen yeni bir İran’ın fiziksel görünümü olarak tasarlanır. Pers kültüründe yedi sayısı rahmani bir kudret içerir. Yedi kat olduğuna inanılan sema (gökyüzü) yedi büyük günah, yedi dua, yedisinin okunması tek tanrılı dinlerde sıklıkla rastladığımız özel kodlardır. Haft Farsça yedi demektir. Bu geleneğe göre sofraya Sin (س) harfi ile başlayan yiyecekler ve ayna konulur. Bu yiyeceklerin ölümü ve yeniden doğumu simgelemesi gerekmektedir. Ayna geçmişi arkada bırakan bir geçittir. Bireyin özüne dönmesini, nefsine hâkim olmasını, kendini idrak etmesini sağlar. Shayda, kızı Mona için buğday çimlendirip yeşermesini bekler. Döngü hâlinde olan nesnelerin şifasına inanılır. Kadim öğretilerde su, ay, toprak kadın ile ilişkilendirilmiştir. Bolluğu, bereketi simgelemesi bakımından doğaya ait birçok nesneye kadın üzerinden kutsiyet atfedilmektedir. Özellikle ay, kadınların regl döngüsüyle ilişkilendirildiği için yenilenmeyi ve dişil enerjiyi çağrıştırmaktadır. Sürekli oluşum yasasıyla kozmik düzlemleri yönlendirir. Suları, yağmuru, bitkileri denetler ve bereket sağlar. Ay yaşayan her şeyin efendisi ve ölülerin rehberi olarak kabul edilir; bu sebeple kaderi yönettiğine inanılır. [3] Shayda Fars yeni yılında tekrar doğma zamanının geldiğini fark eder ve yeni ayın, yeni yılın şifasına izin verir.
İki kıtada yürütülen bu hayatta kalma mücadelesi köklenme sorununu da beraberinde getirir. Shayda, yurdundan koptuğu için hüzünlüdür; ancak hayatta kalmak için uzaklaşmaktan başka şansı da yoktur. Kendi odasında küçük bir İran yaşatmaya çalışır. Geçmişe duyduğu özlem ara ara açıp dakikalarca baktığı gençlik fotoğraflarıyla gösterilir. İran ile arasındaki tek bağı sadece telefonda konuşabildiği annesidir. Anne karakteri eril sisteme tabî olan gelenekçi bir kadındır, sık sık kocasıyla barışması için Shayda’ya baskı kurar. Shayda, artık annesinin de bir parçası olmadığını fark eder.
Kadın Yoktur
Saçlar tarih boyunca dişiliğin en önemli sembollerinden biri olmuştur. Eski uygarlıklar saçlarını uzun şekilde kullanmış, kesilmemiş bakımlı saçları onların kudretini temsil etmiştir. Bazı erkek hükümdarların da saçlarını uzun kullandığı bilinmektedir. Özellikle kadın ve çekiciliği üzerine kurulan fiziksel görünüm saç üzerinden cinselliğin ve arzunun nesnesi hâline dönüşür. Çoğu toplulukta suç işleyen kadının cezalandırılmak ve kadınlığı -çekiciliği- elinden alınmak üzere saçları kesilmekte ya da kazınmaktadır. Günahkâr kadınların yeni görünümleriyle suçlu oldukları ilan edilir. Doğu öğretilerinde ise dünyevi bağdan arınmak, tamamen manevi bir yaşama erişmek için keşişler saçlarını kazımaktadırlar. Özellikle kadın saçının, şehvet duygusunu aktive etmesi sebebiyle gizlenmesi gerektiği birçok inanışta fikir birliğiyle sağlanmıştır. Shayda yeni hayatına başlarken aynada kendi yansımasını görür ve saçlarını kesip geçmiş ile arasındaki bağı kopartmak ister. Eline bir makas alıp kestiği saçları, uluslararası çapta bir kadın hareketine dönüşen Mahsa Amini içindir. Filmin yarattığı uzam 90’lı yılları içerisinde barındırsa da sinemanın zamandan münezzeh oluşu söz konusudur. 16 Eylül 2022 tarihinde polis şiddetinin yarattığı ağır travma sonrası hayatını kaybeden Mahsa Amini geçmişin, bugünün ve geleceğin birer izdüşümü olarak ele alınır. İsimler değişse de kaderlerin değişmediği toplumların güçlü sesi olarak yankılanır. Toplumsal bellek olarak hassaslıkla işlenen saç metaforu, Shayda için artık erkek dünyasında onaylanmış dişil kadın imgesinden kurtulmak istediğinin bir sinyalidir. Kadına biçilen roller, tekdüze karakter tasarımları kadın görünürlüğünü erkeğin bir semptomu hâline getirmektedir.
Lacan’ın, La femme n’existe pas adlı makalesi Türkçeye çevrildiğinde Kadın Yoktur anlamına gelir. Söz konusu yazı dilin cinsiyetler arası farklılığını en iyi yansıtan incelemelerden biri olarak önemlidir. Dil erkeğin, babanın simgesi olduğu için erildir. Toplumsal sistemler erkek egemen olarak baba otoritesine bağlıdır. Baba otoritesine bağlı bu dilde kadına denk gelebilecek bir önerme mevcut değildir. Çünkü söz konusu sistem erkek göstergelerden oluşur. Kadınlık bu durumda ancak bir yansıma, bir semptom olabilir. Kadınlığın olmadığı bir dilde öncül örgütlenme erkeğe aittir. Kadın Yoktur makalesi kadının bilinç dışına ait bir karşılığının, anlamının olmadığını ve bunun değiştirilmesi gerektiğini açıklamayı hedefler. [4] Çünkü erkek egemen düzende kadın görünürlüğü belli alanlarda gerçekleşmektedir. Fallus’un Anlamı (1994) kitabında Lacan: “Kadın olsun, erkek olsun insan eksiktir, kastredir; yani narsisistik açıdan yaralıdır.” cümlesini kullanır. [5] Ona göre kadın ve erkek denilen şey sadece birer göstergedir. Cinsiyetin sabit bir tanımı yoktur, bu nedenle ancak fallusla ilgili konumlarının farkları (cinsel organ farklılığı) üzerinden bir tanım yapılabilir. [6] Erkek dünyasında ve baba otoritesinde kadının bilinç dışı bir anlamı bulunmamaktadır. Shayda ise her iki hayatında da birinin eşi diğerinin annesi olmaktan başka biri değildir. Ancak “Shayda” olabilmek için mücadele etmektedir. Her şeye rağmen kadınlar vardır ve var olmaya devam edeceklerdir.
Kaynakça
[1], [2] Erkan, Ümmet (2019) “ Lacan’da Öznenin Kurulumu ve Ötekinin İnşası: Psikanaliz ve Oryantalizm”.
[3]Eliade, Mircea. Dinler Tarihine Giriş.
[4] Doğan, Gizem (2021) “ Cinsiyetçi Dili Fransız Postyapısalcı Feminizm İle Dönüştürmek”. Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi
[5] Lacan, Jacques (1994) Fallus’un Anlamı.
[6] Nacak, Oğuzhan. “Psikanaliz ve Cinsel Kimlik”.